25 Ocak 2012

Beni baştan çıkartan en son oyuncağım: Leme Cam!

Hayatınızda kaç teknoloji harikası var? Gazetesini i-pad'den okuyanlardan mısınız, mp3 player'ı olmadan sokağa çıkmayanlardan mı, i-phonu'nu tutkuyla sevenlerden misiniz, sırf kılıf ve kulaklık gibi aksesuarlara aşkınızdan bu aletleri kullananlardan mı? Yoksa tam tersine gelenekselci tarafta yer alıyor ve bunların hepsini yok mu sayıyorsunuz?

Ben iki uç arasında gidip gelenlerdenim. Walkman ve kasetlerle büyüyen, cd ve cd çalan walkman'ler çıktığında bunu inanılmaz bulan, Nokia 3310'ların en hit cep telefonu olduğu yıllarda lisede okuyan, 2 piksellik dijital fotoğraf makinelerine teknolojinin zirvesi muamelesi yapan, internete bağlanmak için ev telefonunu meşgul edip faks sesine benzer bağlantı sesini on dakika beklemek zorunda kalan kuşaktanım. Kablosuz interneti ve mp3 formatında müzikleri çıktığı gibi hayatıma kabul ederken, akıllı telefonlara çok ön yargılı yaklaşıp zaman içinde benimseyenlerdenim, hala da bazı teknolojileri reddedetmeye devam ediyorum.


Yıllardan beri blog yazıyorum, blogları içeriksel açıdan pek çok basılı dergiden daha zengin ve özgün buluyorum; ama diğer yandan e-book'lardansa somut kitapları tercih ediyorum. Kitapçıya gidip, rafların arasında dolanıp kitapların sayfalarını karıştırıp seçmekten, sayfları çevire çevire beğendiğim kısımların altını çize çize okumaktan vazgeçebileceğimi sanmıyorum. Gelgelelim Aşk, benim bu somut kitap inadımı kırmak konusunda da büyük adımlar attı. Türkiye'de bulunamayan, bulunsa da çok pahalı olan, inanılmaz ilgimi çeken bir çok kitabı i-pad'e yükleyip aklımı başımdan aldı. En kısa zamanda, mesela bu haftasonu, tam manasıyla bir e-book okuma deneyimi yaşamayı planlıyorum.

Son derece özelliksiz ve gösterişsiz bir netbook kullanıyorum mesela, çantama atıp oradan oraya savurduğumda hiç içim acımıyor. Bozulana kadar da yenisini almayı hiç düşünmüyorum. Sonuçta kullandığım üç program var: Mozilla, Picasa ve Media Player. Diğer yandan i-phone'daki uygulamaların hastasıyım. Bütün uygulamaları, yenilikleri keşfetmeyi ve kurcalamayı seven yanım bir teknoloji canavarıyken, bütün elektonik cihazlarımı bozmayı başardığım için bir yanım tam bir yaşlı nine!

Bütün bunları anlattım ki, sizinle az sonra paylaşacağım şeyleri okurken, bunun ortalama bir kullanıcının gözlemleri olduğunu bilin :) 

Cep telefonunuzda illa ki vazgeçemediğiniz uygulamalar vardır. Bunlardan bazıları hayatınızı kolaylaştırdığı için, bir kısmı da sadece keyif verdiği için vazgeçilmez hale gelmiştir.



Benim keyif veren vazgeçilmez uygulamalarımın arasında en eskisi Foursquare!

Foursquare'i hiç bilmeyenler için: Gittiğiniz yerlerde check-in yaptığınız, check-in'lere karşılık puanlar ve rozetler kazandığınız, en çok giden olursanız "mayor"lığını kazandığınız, onun dışında her yere ilişkin "tip" bırakıp, bırakılmış "tip"leri okuyabildiğiniz bir uygulama Foursquare. Son bir yılda Türkiye'de çok kullanılmaya başlandı; ama ben dijital reklam ajansında çalıştığım yıl, duyup merak edip kullanmaya başladığım zaman, Türkiye'de kullananlar o kadar azdı ki herhangi bir yerde sizden başka birisi daha check-in yapmışsa bu şaşılası bir durumdu. Ayrıca benim için bu kadar özel olmasının bir sebebi de, benim Aşk ile Foursqure'i kullananlar parmakla sayılacak kadar azken, Çubuklu Hayal Kahvesi'ndeki bir konserde check-in yapan sadece iki kişi olduğumuz için tanışmış olmam! :)) Puan ve rozet kazanmak işin oyun ve eğlenceli kısmıyken, herhangi bir restorana gittiğimde bırakılmış tip'lere de mutlaka göz atıyorum böylelikle ne mutlaka tadılmalı, neden uzak durulmalı hakkında da bir fikir sahibi olmuş oluyorum.



Yeni gözdelerimden biri Instagram! Çektiğiniz fotoğraflara kolayca çeşitli filtrelerinden birini uygulayıp, gündelik hayatınıza dair detayları twitter, facebook gibi kanallardan herkesle veya sadece Instagram'dan buradaki arkadaşlarınızla paylaşabiliyorsunuz. Yukarıdaki iki fotoğraf Instagram kullanarak çekildi, biri bir pazar sabahı yatak keyfinden, diğeri mis gibi yumuşatıcı kokan yeni yıkanmış havlular. Ayrıca daha önce yazdığım yılbaşı yazısının içeriğinde yer alan ve google raporlarına göre bolca copy-paste yapılan fotoğraflar da yine instagram ile çekilmişti. Gündelik hayatın basit ayrıntıları Instagram ile daha güzel hale geliyor ve başkalarının yüklediği  ilham verici nefis fotoğrafları takip etmek de oldukça keyifli oluyor.

Gelelim beni baştan çıkartan en son oyuncağıma: Leme Cam!
Dün bir duruşma için sabahın köründe Yalova Adliyesi'ne gittim. Gittim ve öğrendim ki hakim iki mahkemenin duruşmalarına birden bakıyormuş, bu da demek oluyor ki en az 1 saat beklemem gerekiyor. Bu bekleme sırasında  app store'u kurcalarken, Leme Cam'i buldum!

Lomo fotoğraf makinelerini bilenler bilir; böyle filtreler uygulamak kolajlar yapmak bilgisayarda iki parmak hareketi ile mümkün değilken, bu makineler çok renkli ve eğlenceli fotoğraflar ortaya çıkarırdı. Bir zamanlar Rus ajanları için tasarlanmış olan bu makineler daha sonra "lomography" diye bir akıma vesile olmuştu. Bu, netlik, orantı gibi bütün fotoğraf kurallarına baş kaldırıp, kural olarak "Bütün kuralları boşverin gitsin"i benimsemiş rahat ve neşeli bir akımdı.

Ben Lomograpy'lerin tasarımlarına bayılan, ama yok film al tab ettir kısmına deli gibi üşenen biri olarak arada sırada web sitesinde makinelere bakıp gözünü gönlünü açanlardandım. Derken Leme Cam uygulamasını telefonuma yükledim ve hepsine birden sahip olmuş oldum. 

İşte benim Yalova lomograpy'lerim:











Ben öyle uygulamalarla yetinemem, gerçeğini isterim derseniz Billstore'a tık!
Peki ya sizin en sevgili uygulamanız nedir?!

12 Ocak 2012

Çizgi dışı filmler

Soğuk havayı, yağmurda yürümeyi, kat kat giyinmeyi sevenler de var biliyorum. Ben kesinlikle onlardan biri değilim. Kışın haftalarca evde otursam, sokağı özlemem; yazın da yarım gün evde otursam güzelim havayı kaçırıyorum diye kendi kendimi yer bitiririm. Tabii iş olunca, öyle camı açıp havaya göz atıp, "Ben en iyisi bugün evden çıkmayayım." demek gibi bir lüksü olmuyor insanın; ama kesinlikle sabahın ilk saatlerinde o yatak dünyanın en cazip yeri gibi geliyor, vedalaşmak uzun sürüyor, zor geliyor.

Kışın keyifli vakit geçirmek deyince benim aklıma gelenler: şömine, sıcak şarap, film, kitap, battaniye, sıcak su torbası, yağmur sesi, patik, ekoseli pijamalar, kitaplar, tarçın, sahlep, dergiler, pofuduk yorganlar, ocaktan inmeyen çaydanlık... Görüldüğü üzere keyif listem tamamen evcil!

Bu kış günlerinde, sizi monoton çizgiden biraz çıkartacak birkaç filmle karşınızdayım!



1) "Sekreter" deyince herkesin aklına Hülya Avşar filmi gelse de, hayır bu Amerika yapımı bir film. Lee, sıradan görünüşlü, sıradan bir ilişki yaşayan genç bir kadındır; ancak bütün bu sıradanlığının arkasında çok sıradışı bir şey vardır: Lee, mazoşisttir. Metalleri ıstıp vücuduna bastırmaktan, iğne batırmaktan kendini alıkoyamamaktadır. Derken bir avukatın sekreteri olarak işe başlar. Avukat da oldukça çizgi dışı bir adamdır. Lee'nin mazoşist yanını kolayca keşfeder, ancak onu yargılamaz, tam tersine oldukça iyi anlar. Vücudunda oluşturduğu yaraların iyileşmesinin, onun hayata dair umutlarını arttırdığını çözer. Çünkü avukatın da sadist bir eğilimi vardır. İkisinin arasında bir nevi oyun başlar. Lee yazdığı yazılarda bile bile imla hataları yapar ki, patronu onu canını yakarak cezalandırsın. Lee gittikçe daha çekici bir kadına dönüşürken, patronu ile aralarındaki oyun da gittikçe boyut değiştirir.

Cinsellik içeren, ama bunu insanın gözüne gözüne sokmayan, bazı insanlar için olağan hayatlar ve alışılagelmiş ilişkiler sürdürmenin imkansızlığını, başarılı görsellerle ve eğlenceli bir şekilde anlatan, sıradışı bir romantik komedi. Sıkmadan izlettiriyor kendini.


2) Made in Dagenham: Tam kadınlara göre, yeni yıla başlamışken yeni kararlar aldırıp azim ve şevk verebilecek gerçek bir öykü. 60'lı yıllarda Dagenham'da geçiyor, Ford fabrikasının İngiltere'nin en büyük yatırımlarından olduğu, ancak kadınların erkeklerle henüz eşit olmadığı yıllarda... Ford arabalarının deri koltuklarının dikildiği fabrikada sadece kadınlar çalışıyor. Parçaları nasıl birleştirecekleri konusunda ellerinde bir şablon olmadan parçaları birleştirdikleri halde "vasıfsız işçi" sayılıyorlar ve kadın oldukları için erkeklerden çok daha az maaş alıyorlar.

Haklarını aramaya başlıyorlar ve iş greve kadar gidiyor. Bir süre sonra, dikilmiş koltuk olmadığı için, fabrikanın diğer bölümlerinde çalışan erkekler de çalışamaz ve para kazanamaz oluyorlar. O zamana kadar eşlerini destekleyen adamlar da onlardan böylece desteklerini geri çekmeye başlıyorlar. Ama kadınlar yılmadan mücadelelerini sürdürüyorlar. Ve bu konu o kadar renkli karakterlerle o kadar keyifli işlenmiş ki izlerken gerçekten keyif veriyor. Birbirinin tamamen zıt kanadında olan kadınları, kıyafetler ve çocukları birbirine bağlıyor. Kadın olan çalışma bakanının desteği ile de erkeklerin maaşının %92'sini almaya hak kazanıyorlar. Son zamanlarda izlediğim en keyifli ve en akıcı filmdi.



07 Ocak 2012

Hasan almaz, basan alır!*

Siz yeni yıla nasıl girdiniz bilmiyorum. Evde televizyon karşısında dansöz izleyerek mi, yoksa canlı kanlı bir dansözle karşılıklı göbek atarak mı? Esneyerek mi, yoksa nasıl girdiğini bile hatırlamayacak kadar alkol tüketerek mi? Kırmızı kilodunuzu giymek için tuvalet sırasına koşarak mı, yoksa "Bu kadar yıl giydim de ne oldu? Töbe giymem" diye derdinizi anlatarak mı? Kalabalık bir gürüh içinde mi, ufak bir arkadaş grubunda mı, yoksa tek başına "Bu tek başıma girdiğim son yıldır" kararı alarak mı?



Ben yeni yılın ilk saatlerinde elimde bir bez yer siliyordum. Yeni yılın ilk sabahında ise arsızca havyar ve şampanyaları mideye indiriyordum. Külkedisi- Sindirella misali. Piyango mu vurdu, derseniz, bu satırları hala İstanbul sınırları içinden yazdığıma göre cevabım hayır. Ama bu yılı piyango vurmuşçasına yaşamaya karar verdim.

Yılbaşından bir gün önceki akşam annemle kendimizi Nişantaşı'na attık. Son zamanlarda gördüğüm en güzel haliydi Nişantaşı'nın. Işıl, ışıl, fıkır, fıkır... Sokaklar sarhoşlarla değil, keyifle içkisini yudumlayanlarla doluydu.

Yılbaşını evde yakın arkadaşlarla sakin bir partiyle kutlamaya niyetliydik. O yüzden cumartesi öğlene kadar güzel bir uyku çektikten sonra hazırlıklara başladık.

Kurabiye kalıplarını, kanepeler hazırlamak için ekmek ve salam kesmek için kullandık. Ortaya çok neşeli kanepeler çıktı. Ev partilerinin vazgeçilmezi olan kanepelerinizin dikkat çekmesini istiyorsanız bu fikri aklınızın bir kenarında, kurabiye kalıplarınızı da elinizin altında bulundurun, sonuç tam bir görsel şölen oluyor:

Hediyelerimizi paketleyip, giyindikten sonra, ışıklı gözlüklerimizi takıp misafirlerimizi karşılamaya başladık. Oldukça renkli bir ekiptik evde. Sıcak şarap, cin tonik, viski, nutella shot midemize inerken, tombala, hasan almaz basan alır ve tabu oynadık.

Şimdiye kadar her sene yılbaşı gecesine yatırım yapıyordum. Yılbaşında nereye gitsek, ne giysem... Bu sene bir değişiklik yaptım ve yılbaşı gecesine değil, yılın ilk gününe yatırım yaptım. Anneme yeni yılda Çırağan'da brunch hediye ettim ve yeni yılın ilk gününe harika bir brunch ile başladık.

Açık büfe seven bir insan değilim aslında. Upuzun açık büfelerde üç beş tur atar, tabağıma koyacak bir şeyler arar, sonunda da açıkta olan hiçbir şeyi beğenmez, paketli krem peynir gibi bir kaç parçayı veya salatayı tabağıma doldurur, yarı aç terk ederim orayı. Bunun şimdiye kadar tek istisnası  üç öğün tıka basa yiyecek bir şeyler bulduğum ve yediğim neredeyse herşeye bayıldığım Adam&Eve'in açık büfesiydi. Bir istisna daha eklendi: Çırağan'ın açık büfesi.


Biraz daha başa sarayım, ilk defa gideceklere ön hazırlık olsun: Çırağan'da brunch rezervasyonu yaptırmak için aradım, hangi restoranımızı tercih edersiniz sorusu ile karşılaştım. Çırağan iki kısımdan oluşuyor, yangın geçirmiş eski Çırağan Sarayı'nın restore edilmiş olan kısmı ve sonradan inşaa edilen kısmı. Laledan, sonradan inşaa edilen otel kısmında; Tuğra, Saray kısmında. Güzel havalarda gidecekseniz, Laledan'ın açık kısmı oldukça keyifli; kötü bir havada gidecekseniz saray atmosferinden yana tercih yapıp, devasa pencerelerden harika manzarayı sıcak sıcak oturarak izleyebilirsiniz.

Pinterest'im

Instagram'ım