18 Şubat 2012

En son arzu nesnesi: Bıyık!



Muzicons.com

Hayvanlarda tad almayı ve dokunmayı sağlayan bıyık, erkeklerde ise genellikle siyasi duruşun bir simgesi olarak varlığını sürdürdü. Hitler bıyığı, badem bıyık....  Bıyık erkeklerin en önemli aksusuarı olarak 70'li yıllarda çok moda olarak bir zirve yaşadıktan sonra, kullanımı gittikçe azaldı. Şimdi kahkül gibi bir şey, sevmeyeni de var tapanı da, kendini asla bıyıkla düşünemeyen de bıyıksız olunca kendisini çıplak hisseden de...

Son zamanlarda ise kadınlarda çok moda! Yoo, yoo tabii ki suratın ortasında değil, aksesuarlarda. Her şeyin bıyık desenli olanı daha çok beğeniliyor. Shot bardaklarında, duvarlarda, tırnaklarda, cüzdanlarda, muglarda, t-shirtlarda, kolyelerde, yüzüklerde, kıyafetlerde, kırtasiye malzemelerinde... Bıyık her yerde!











Siz de bıyıklanmak (?!)  isterseniz, Etsy'de arama kısmına "moustache" yazınca yüzlerce çok keyifli seçenek çıkıyor karşınıza. Benim en favorim defterler ve yüzükler!

Yazının başına yerleştirdiğim şarkı: Feist - So Sorry 

Instagram ile inanılmaz güzel şeyler keşfediyorum. Bu yazıdaki fotoların büyük bir kısmı da instagramdan alınmıştır: foto 2: isarav;  foto 3: love_food; foto 4: fashionistalady; foto 5: br4ndi; foto 7: just_a_dreamer; foto 8: dwkiv; foto 10: xohannahfordxo; foto 11: carolinenorager; foto 12: samuelmendez7; foto 13: cherrsherr.

12 Şubat 2012

Canı sıkılanlara sanatsal disneyland: Salt Galata!

Buz gibi havalar nedeniyle birkaç haftadır cumartesi ve pazar günlerimizi evde geçiriyorduk. Film izliyor, kitap okuyor, yemek pişiriyor, keyif çatıyor, bol bol uyuyor, barımızdaki içkileri tüketiyorduk. Bu haftasonu hazır havalar da birkaç derece ısınmışken, üzerimizdeki kış miskinliğini atalım, İstanbul aktivitelerini yakalayalım, dedik.

Cuma akşamı iş çıkışında "Closer"ın yerli versiyonu "Yaklaştıkça"yı izlemek için Profilo Alışveriş Merkezi'ne gittik. Ne yalan söyleyeyim, her semtte en az bir alışveriş merkezi varken, bana en az cazip gelen alışveriş merkezlerinden biri Profilo; ama oyunu merak ettiğim için kalkıp gittim. Bir şeyler atıştırdıktan sonra, tiyatro salonunun olduğu kata indik, "Kalabalık bir grup gelecekti, onlar biletlerini iptal edince, bu akşamki oyun da iptal oldu" açıklaması ile yüzleştik. Orada biletini almış oyunu bekleyen yirmiye yakın izleyici vardı! Dot oyunlarının neredeyse tamamını toplamda 20-30 kişilik minicik salonlarda oyunayıp harikalar yaratıyor, devlet tiyatrolarında neredeyse bomboş salonlarda performanslar sergileniyor, bu tiyatro içinse 20 kişi manasız, kalabalık ekip iptal edince geri kalanına saygısızlık yapmak olağandı! Direk eve geldik, açtık televizyonu Yalan Dünya izledik, kikirdeye kikirdeye, Orçun'a tapa tapa. Sonra da insanlar neden tiyatroya gitmiyor-muşmuş!

Yılmadık, ertesi gün kahvaltıdan sonra Tophane'ye gittik, üç boyutlu Van Gogh sergisi nasıl bir şeymiş keşfedelim diye. Antrepo'nun önünde öyle uzun bir sıra vardı ki beklemeyi göze alamadık, tıpış tıpış yolumuza devam ettik. Biraz ilerisindeki Dali sergisinin sırası da hiç az sayılmazdı. Aynen devam edip, soluğu Salt Galata'da aldık. Ne de iyi yapmışız!

Bankalar Caddesi'nin en heybetli, en ihtişamlı binası olan 1892 yılında hizmete açılan Osmanlı Bankası binasının, restorasyondan geçtikten sonra Salt Galata olarak hizmete girdiğini biliyordum; ama yolumu bir türlü oraya düşürememiştim.

Binanın -1. katını süreli sergi olan "Osmanlı İmparatorluğu'nda Arkeolojinin Öyküsü" ile Osmanlı Bankası'nın müzesi paylaşıyor. Osmanlı İmparatorluğu'nda Arkeolojinin Öyküsü, hikayesi ve kurgusu çok güzel olan, ama sergilenen eser olarak eksik bir sergi. Diğer yandan Osmanlı Bankası'nın koleksiyonu, orijinal sunumu ve içeriği ile aklımı başımdan aldı.

Işıklı panolardan ilki Osmanlı Bankası'nın kuruluşunun hikayesi ve fermanı ile başlıyor. Daha sonra her bir ışıklı pano başka bir evreyi anlatıyor. Fransızların bankaya katılışını, Osmanlı Devleti'nin bankadan çektiği kredileri, diğer şehirlerde şubeler açılmasını, başlangıçta sadece varlıklı kesime yönelik bankacılık faaliyetlerinin nasıl daha sonra herkesi kapsar hale getirildiğini....

Şirket kuruluş belgeleri, kredi mukaveleleri, ilk hisse senetleri arasında kendinizi tamamen para ve türevlerine kaptırmışken, ne kadar estetik ve gösterişliymiş her şey diye düşünürken, bir anda personel albümleri ile burun buruna geliyorsunuz:


Son olarak da Osmanlı Bankası'nın kasalarını geziyorsunuz. Para ve eski defterlerden gelen küf kokusu size bir simulasyonda olmadığınızı hatırlatıyor, biraz ürperiyorsunuz.
Hem etkileyici, hem bilgilendirici, hem de keyifli bir sergiye dönüştürülmüş olan bankanın koleksiyonundan sonra kendinizi yorgun hissederseniz bir üst katta C'a'doro sizi bekliyor.


Ahşap ağırlıklı, sade, ferah ve açık mutfaklı bir mekan burası. Ben tercihimi viskili ayva tatlısı ve filtre kahveden yana yaptım. Beni lezzetleri ile olduğu kadar sunumlarıyla da tavladılar.
Bitti mi?! Kesinlikle hayır, en güzel kısmı çıkış kapısına en yakın kısmı: Kütüphane. İnanılmaz şık ve inanılmaz kapsamlı bir kütüphane burası. Beğendiğiniz kitabı okumanız için her yerde koltuklar mevcut. Ayrıca belgeselleri izlemeniz için tasarım harikası mini sinema alanları gizlenmiş kütüphanenin çeşitli yerlerine.

Merak edenler için ben sordum, üyelik gibi bir sistemleri yok. Beğendiğiniz kitabı belli bir süre için evinize götürüp geri getiremiyorsunuz. Atmosferi o kadar güzel ve o kadar konforlu ki, koca bir gün orada keyifle geçirilebilir. Bu kış günlerinde canınız içiniz sıkılırsa, atın kendinizi Salt Galata'ya biraz sergi gezin, güzel bir tatlı mideye indirin, kütüphaneye geçin, rastgele bir kaç kitap alın, gömülün pofuduk koltuklara, ohhh!

04 Şubat 2012

Shot, lübnan, gözleme, cevizli mantı, tahinli tavuk salata

Bir haftadır İstanbul karlar altındaydı. Topuklu ve mini etek kombinasyonundan vazgeçemeyen ben bile hantal düz taban çizmelerleydim, utanmasam kar pantolonu giyip gidecektim işe. Her sabah ve her akşam "eve bir yerimi kırmadan gidebileyim"  en büyük temennimdi ve yaklaşık bir haftadır en çok arzuladığım yer ev, özellikle yatağımdı. Agresiftim, asabiydim, yorgundum.

Yazın güneş enerjisi ile şarj oluyorum, bronz bronz bacaklarımı gördükçe, uçuş uçuş elbiselerimi giydikçe kendimi seviyorum. Son zamalarda ise kat kat kıyafet altında kendimden uzaktım.


Kar, evde oturuyorsan, sıcacık çayını fokurdata fokurdata, gazeteni dergini karıştırırken camdan izleyeceğin bir şey olduğu sürece harika. İş yerleri erken paydos yapanlar için de hiç fena olmayabilir. Ama benim için resmen bir işkence sebebiydi.

O yüzden bu haftasonu kendimi daha sıcak bir şehre, annemin ve anneannemin kollarına attım. Hem artık iyice yaşlanan anneannemle vakit geçirebilmek için hem de kendimi şımartmak için...Güzel yemekler, özlenen insanlar, insanın içini ısıtan bir hava, bakım fasılları derken yeniden doğdum.

Duydum ki İstanbul'da da hiç fena değilmiş hava. Eğer evde oturmaktan sıkıldıysanız, keşfedilmesi gereken yeni mekanlar ve arayı soğutmadan yeniden yolu düşürmek gereken klasikler huzurlarınızda:


Shot kültürü mü desem, shot modası mı karar veremedim son zamanlarda atağa kalktı. Bundan üç beş yıl öncesine kadar shot denildiğinde akla bir tekila gelirdi, bir de genellikle adı hatırlanamayan "böyle yanan bir içki" diye tarif edilen B52. Hepsi buydu! Sonra Roxy barmenleri iki giriş biletine bir şişe Sex on the Beach ve birkaç karton shot bardağını elimize tutuşturarak bizi kokteylleri shot içmeye alıştırdı, birkaç yıl sonra da Otto "fındık shot" tiryakisi yaptı. Sonrasına yetişemedik, her mekanın ayrı spesyali, ayrı sunumu, ayrı shot'ı oldu.

Şimdi son trend "shot bar"lar. Ben Indigo'nun tam karşısındaki Tektekçi'yi hayırladım sadece. Minicik, sıcacık bir ortam. Menüde kafa karıştıracak kadar çok çeşit var. Oturduğunuz yerde bulunan rengarenk minicik kağıtlara ne istiyorsanız yazıyorsunuz, uzatıyorsunuz, geliyor. Karar veremiyor hepsini tatmak istiyorsanız, "Beştek" yetmezse "Ontek", o da yetmezse "Dümtek" menüleri mevcut. Bütün gece geçirilecek veya sırf oraya gitmek için dışarı çıkılacak bir mekan değil bence, ama yolda geçerken cepteki metal paralardan kurtulmanın keyifli yolu. Toplayın cebinizdeki bozuklukları, dalın içeri, seçin bir shot, indirin mideye, aynen yolunuza devam edin, daha bir keyifli.


Biliyorsunuz bir başka trend de Lübnan! Yemekleriyle, kadınlarıyla, geceleriyle, paket turlarıyla...  Kanada'da oturup sürekli kendini özleten bir arkadaşım bir süpriz yaptı ve doğum gününü İstanbul'da kutlamaya karar verdi, böylece bekarlığa veda furyalarından sonra yine bir Çapa mekanının yolunu tuttuk: Arabesque. Niyetiniz Lübnan mutfağı tatmaksa, humus başta olmak üzere bütün mezelerin çok daha güzelleri için Hatay'a gidebilirsiniz. Mezeler muhteşem olmamakla birlikte güzeldi; ama ana yemek gerçekten çok kötüydü.  Derdiniz yemek değil, dans edip eğlenmekse şiddetle tavsiye ederim. İçeri girdiğimiz anda zenneler tarafından karşılandık, dansözlerle gözümüz gönlümüz açıldı, eski Türkçe pop parçalarla coştuk. Haftaiçi ve haftasonu fiks menü ile çalışıyorlar, içkiler ekstra ödeniyor, doğum günü partileri için aklınızda bulunması gereken mekanlardan.


Sokaktaki keyifli sandalyeleri kaldırılmış olsa da, Galatasaray Lisesi'nin arasındaki Ara Cafe lezzetli yemekleri, özgün dekorasyonu ve müdavim kitlesiyle hala bir klasik. Tuvaleti ise benim en sevdiğim kısmı.

Midpoint'in parmesanlı tavuk salatası da yemeye doyamadığım salatalardan. Tahinli bir sosu var ki, onu diğer bütün tavuklu salatalardan farklı yapıyor. Tavuklu Sezar Salata yemekten sıkılanlara özellikle duyurulur.

Akşam üstü hafiften karnınız acıktığında çay saati kıvamında bir şeyler atıştırmak isterseniz Hisar'daki Sade Kahve'nin gözlemesi son zamanda yediklerimin en en güzeliydi. Masa altındaki mangal ayaklarınızı sıcacık yaparken, ince belli fincanda çay içip, gözlemeyi mideye indirirken, boğazın karşı kıyısını izlemek pek keyifli oluyor.

Değişik bir lezzetle tanışmak isterseniz de Beşiktaş Çarşı'daki Sinop Mantı'nın yolunu tutun ve cevizli mantıyı bir deneyin derim.

Keyifle lezzetle kalın :)

Pinterest'im

Instagram'ım