11 Temmuz 2015

Prag 1: Lokal Dlouha, Pilsener Urquell, Cafe Neustadt, Mosaic House, Groove Bar, Goldfingers

Kafka'nın hakkında "insanı kolay bırakmaz." dediği Prag'a giderken oldukça heyecanlıydım.

Heyecanlı olmamın sebeplerinden biri, Avrupa'nın başkentlerinden pek çoğunu gezmiş ve hatta ikinci ziyaretlere başlamış olmama rağmen, Prag'a ilk defa gidiyor olmamdı. İkincisi sebebi ise seyahat eşlikçimin on senedir görmediğim birisi olmasıydı. Dolayısıyla çok eğlenmemiz veya seyahatten beklentilerimizin bambaşka olması nedeniyle keyfimin kaçması bakımından eşit olasılıklar söz konusuydu.

Prag Havalimanı'nda buluştuktan sonra, taksiye bindik ve doğrudan ev sahibimizden anahtarı teslim almak için Airbnb'den kiraladığımız eve gittik. Oldukça eski bir apartmandaki daire yenilenerek, küçük ama çok kullanışlı ve zevkli bir yaşam alanına dönüştürülmüştü, ayrıca çok güzel bir terası vardı.




Eşyalarımızı eve bırakıp, herkesin "Prag'ta çok fazla hırsızlık oluyor." tembihlerine uyarak pasaportlarımızı güvenli bir yere sakladıktan sonra, kendimizi sokağa vurduk.

Sabah çok erken saatlerde yola çıktığımız için ikimiz de oldukça açtık ve bu nedenle barlar sokağı olarak da anılan Dlouha'da 33 numarada bulunan ve şehrin en meşhur yeme içme zincir grubu olan Ambiente'nin Çek Pub'ı Lokal Dlouha'ya oturduk.



Kişi başına yılda 156 litre bira tüketimi ile dünyanın en çok bira tüketilen şehirdeydik -ki bu bilgiyi öğrendiğimde çok şaşırmıştım, bana sorsalar kesinlikle tahmin hakkımı Almanya'dan yana kullanırdım- ve Pilsener Urquell oldukça methedilen bir biraydı, dolayısıyla tercihimiz biradan yana oldu.

Ancak bira seçiminde biraz zorlandık, çünkü menüde aynı biranın üç tipi vardı. Biz farklı aromalarda biralar olduğunu var sayarak, iki ayrı bira seçtik; ama yanılmışız bira aynıymış, sunum şekli farklıymış.

Bu nedenle Prag'a giderseniz işe yarayacak bir bilgi olarak şunu bir kenara not edebilirsiniz: Yukarıdaki fotoğrafta soldaki bardak "creme", yani bizim alıştığımız biçimde az köpüklü olarak servis edilen bira. Soldaki ise "slice", yani yarısı köpük olacak şekilde servis ediliyor. Bir de "sweet" var, bunu tercih eden birileri olması bile şaşırtıcıydı benim için; çünkü sadece köpük getiriyorlarmış.





Biralarımızı yuvarladıktan sonra, Eski Kent Merkezi ile Yahudi Mahallesi'nin sokaklarını arşınladık. Dizi dizi tarihi binalarla çevrili daracık ve renkli sokaklar oldukça tatlıydı; ama benim aklımdaki Prag, gri havalı, romantizmle depresiflik çizgisinde gezinen bir şehirdi. 
O gün ise, tepede cayır cayır yakan bir güneş varken, aklımdakinden farklı, ışıl ışıl ve rengarenk bir şehir karşımda duruyordu.











Turistik bir gezi için mutlaka uğramanız gereken bölgeler zaten yan yana olan Stare Mesto (Eski Şehir) ile Josefov (Yahudi Mahallesi). 



15. yüzyılda kale surlarının bir parçası olarak inşaa edilen Barut Kulesi, bu kadar harika bir saat yaptığı için yapanın gözlerinin kör edildiği efsanesi bulunan Astronomik Saat Kulesi'nin de bulunduğu Stare Mesto Meydanı, benim çok manasız bulduğum ama kübist akımının öncülerinden olduğu için önemli olan Siyah Madonnalı Ev bu bölgelerde yer alıyor. 



Buraları gezdikten sonra kısa bir yürüyüş ile nehir kıyısına ve 1402 yılında yapılan Karluv Most (Karel Köprüsü)'ne ulaşabilirsiniz. Üzerindeki heykeller ve ayağındaki iki kule ile 515 metre boyundaki bu köprü adeta şehrin simgesi. 



Biz köprünün üstünde yürümeye başladığımız anda, güneş ve turist kalabalığından bayılacak hale geldik ve o sırada köprünün hemen altındaki bir mekan dikkatimizi çekti. 

Köprünün üstünde terleyerek yürümektense, köprüyü izleyerek bir soğuk bira yuvarlamanın daha keyifli olacağından hiçbir şüphemiz yoktu; ama oraya nasıl inildiğini bulmak için epey bir uğraşmamız gerekti. 

(İşiniz kolaylaşsın, aynen köprüye geldiğiniz yoldan, trafik olan caddeye kadar geri gidip, kaldırımın yanındaki pasajdan içeri girip dümdüz devam etmeniz gerekiyor.) 






Buz gibi biraları devirerek kendimize geldikten sonra, ben Dans Eden Ev'i görmek için tutturdum ve nehir kıyısı boyunca, aşağı doğru, nehirde deniz bisikletine binenleri izleyerek yürüdük.



Dans Eden Ev yukarıda gördüğünüz binaymış. 
Şehrin bu kadar alt kısımlarına inmişken, bu civarlarda takılalım dedik. Ve Karlova Namesti 23 numarada bulunan Cafe Neustadt'a gittik. 




Cafe Neustadt, Almanca adının etkisi de olabilir, bende tam bir Berlin esintisi yarattı. Modern ve aykırı sanat öğeleri içeren avluda, yalın ayak servis yapan fıstık gibi garsonlar, minik bebekli annelerden, her yeri piercingli kızlara geniş yelpazede, kimsenin kimseyi yadırgamadığı bir ortam...




Soğuk kahveden sonra, alkole geri dönme saatimizin geldiğine karar verip Cafe Neustadt'tan ayrılarak, oldukça enteresan bir mimariye sahip olan Odboru 4 numaradaki Mosaic House'un barına gittik.




İçkilerimiz gayet lezzetli olmasına rağmen kasvetli ve karanlık ortamı çok açmadığından, kokteyllerimiz bitince ayaklandık ve Vorsiliska 6 numaradaki Groove Bar'a geçtik. Ve içeri geçip oturduğumuz anda buraya aşık olduk.

Harika bir müzik çalıyordu, mika bardaklarda servis edilen cin, elderflower, yeşil çay ve lime ile hazırlanan Greenteani olağan üstü lezzetliydi ve garson inanılmaz tatlı bir çocuktu. Bize cuma ve cumartesi gecesi programlarını sıraladı, akşam ortamın nasıl olduğunu anlattı... 

Prag'ta en çok ve en keyifli vakit geçirdiğimiz ve en sevdiğimiz yer de Groove Bar oldu. 



Aslında ara sokakta oldukça minik bir mekan; ama kokteyl menüsü çok başarılı. Kesinlikle turistik değil ve DJ oldukça güzel bir müzik çalarken, oturup o leziz kokteylleri içerek etrafı izlemek ve laflamak o kadar keyifli ki...

Greenteani'leri devirdikten sonra, Prag'ta gece hayatını deneyimlemek için eve gidip üstümüzü değiştirdik ve kendimizi tekrar yollara vurduk. Gitmeden önce yaptığım araştırmada en sıkı gece club'ü olarak Roxy / NoD'dan bahsediliyordu ve burası evimize oldukça yakın olan Dlouha'da yer alıyordu. 

Gelgelelim büyük bir hayal kırıklığı yaşadık, dub step çalıyordu ve içerideki kitle hiç cazip değildi. Koltuklarda yayılıp birer cin içtikten sonra, geceyi orada geçiremeyeceğimizi kabullenip ayaklandık. 



İstkametimiz şehrin en meşhur strip club'ı olan Goldfingers oldu.  (Ek bilgi olarak, içeri giriş ücretsiz; ama bir bira, Groove Bar'da üç leziz Greenteani fiyatına)

Daha önce Amerika ve Meksika'da gitmiş olduğum strip club'lardan oldukça farklı bir konsepte sahipti; neredeyse kimse direk dansı yapmadı. Daha seks ağırlıklı showlar vardı ve içerideki tek kadın müşteri olarak, orada bulunmak benim için oldukça enteresan bir deneyimdi.

Keşifle ve deneyimlere açık kalın!

Dip Not: "Seyahatte Ne Giydim?" şeklinde yazılar isteyenler oluyor, oturup öyle bir yazı hazırlamaya hep üşeniyorum. Ama meraklısı için dip not düşeyim, bu yazıdaki fotoğraflarda üstümdeki mavi elbise bir İsrailli lokal tasarımcının elbisesi, mavi bağcıklı espadriller Beymen Club'dan, çiçekli sırt çantası Mavi'den.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Yıllardır Avrupa'daki gitmek isteyip bir türlü seyahat ayarlayamadığım şehirlerin başında Prag.
Senden dinlemek de her zaman keyifli :)

SGO dedi ki...

Lut gölüne de gittin mi Sezen? Merakla bekliyorum...

Pinterest'im

Instagram'ım