Gelişmenin ve daha mutlu bir hayat yaşamanın en temel adımlarından birinin, insanın kendi kendine ürettiği bahaneler ile yüzleşmesi olduğuna inanıyorum.
Sohbet ederken hem kendi konuşmalarınıza hem arkadaşlarınızınkine dikkat edin, hepimiz sürekli bir şeyler yapmak istediğimizi söylüyoruz. Ama bunları dilimizden hayatımıza taşımak için hiçbir çaba harcamıyoruz.
En yaygın bahaneler ise, "Param ve/veya zamanım yok." Evet, "bahane" diyorum; çünkü ben artık bunların, gerçek birer gerekçe değil, düpedüz bahane olduğuna inanıyorum.
Bir insan bir şeyi içten bir biçimde yapmak isterse, mutlaka bir yolunu bulur ve yapar. Mesele tamamen "önceliklendirme"den kaynaklanıyor.
Tam mesaili çalışan bir kişiyi hayal edin. İşten çıktıktan sonra eve geldiğini, yemek yiyip televizyonun karşısına kurulduğunu, ardından da bilgisayarını açıp oradan oraya savrulduğunu ve sonra yatıp uyuduğunu varsayalım ve bunu rutin biçimde haftada iki-üç kez tekrar ettiğini... Kendisiyle konuşsanız, yapmak istediği yüzlerce şey olduğunu söyler. Neden yapmadığını sorsanız "Zamanım yok." der. Halbuki pekala zamanı var. Sadece o, zamanını, yapmak istediğini söylediği şeylere ayırmıyor. Ya zaman planlaması konusunda yeteneksiz; ya da "istiyorum" dediklerini aslında istemiyor.
Örneğin ben, işimin yanı sıra pek çok etkinliğe katılırken, arkadaşlarımla haftada bir kaç akşam yemek yerken, her akşam bir saat kitap okurken, bu blogu yazmaya zaman bulurken, "Spora başlamak istiyorum.", "Evimi sürekli dekorasyon dergisinden fırlamış gibi tertipli tutmak ve evde yemek pişirmek istiyorum.", "Ama bunlar için zamanım yok." diyordum. Sonra fark ettim ki, evet onları yapmak istiyordum; ama diğerleri benim açımdan daha öncelikliydi. Aslında zamanım vardı; ama zamanımı spor ve temizlik yerine başka şeylere harcamayı tercih ediyordum.
Bu tercih, bilinçliyse sorun yok. Ne de olsa, herkes her şeyi yapmak zorunda değil. Ama bilinçsizce, yalnız alışkanlıktan devam edilen bir döngü ise, oturup dürüstçe yeni bir önceliklendirme yapmakta fayda var.
Aynı şey, para harcama bakımından da geçerli. Ben paramın büyük bir kısmını uçak biletlerine, dışarıda yemek yemeğe ve yurtdışından sipariş verdiğim kitaplara gömüyorum. Tercihini sürekli kıyafet alışverişi yapmaktan ve kuaföre gitmekten yana kullananların da benim yaptıklarıma parası kalmayabilir.
Bu konuyu düşünmeye, arada sırada blog vesilesi ile aldığım sitemler ile başladım. Verdiğim tavsiyelere bazen içten ve doğal bir isyan olarak, bazen sanki ben harcadığım parayı kendim kazanmıyormuşum da havadan akan bir para ile keyif çatıyormuşum gibi ayıplayan bir dille yazılıyorlardı; ama özü aynıydı: "Ben de bunları yapmak istiyorum da para yok."
"Para aslında önemsiz bir şey" gibi saçma cümleler kurmayacağım, merak etmeyin. :) Kabul ediyorum ki bazı güzel şeyleri deneyimleyebilmek için para şart. Ancak bu bütün güzel şeylerin de pahalı olduğu anlamına gelmiyor. İstanbul'da bedava ve güzel şeyler de var:
1. Perşembe günleri İstanbul Modern
Benim İstanbul'a taşındığım sene açılan İstanbul Modern'in hem konumunu, hem süreli sergilerindeki çeşitliliği, hem daimi koleksiyonunu, hem de dekorasyonunu severim.
Perşembe günleri, İstanbul Modern'de giriş ücretsiz. Üstelik de diğer günlerde saat 18:00'de kapılarını kapatıyorken, perşembe günleri 20:00'ye kadar açık ve şu andaki süreli sergilerin üçü de birbirinden güzel.
Çok Sesli (Plurivocality), Türkiye'de görsel ve işitsel sanatlar arasındaki etkileşime dikkat çekerek, bu alandan bir seçki sunuyor.
Özellikle girişteki "Repertuar"ı atlamayın, ilk bakışta birbirinden çok alakasızmış gibi görünen isimler arasındaki geçişlerin anlamını çözmek ve okları takip etmek çok keyifli.
Şahin Kaygun, fotoğraf ortamının en idealist ve öncü karakterlerinden biriymiş, 1980 yıllarından itibaren fotoğraflar üzerinde deneysel çalışmalar yapmış. Eserlerine bakarken, bana birini çağrıştırmıştı, sonradan kim olduğunu hatırladım:
New York MoMa'da keşfettiğim Robert Heinecken.
Şahin Kaygun'un gerçekten o yılları düşününce oldukça sıra dışı ve şaşırtıcı bir tarzı var.
Yüzyıllık Aşk (One Hundred Years of Love) İstanbul Modern'in kuruluşunun 10. yılında Türk Sinemasının 100. yıldönümüne ithafen hazırlanan bir sergi. Burada sergilenenlerden, gerçekten bir günlük yaşam tarihi müzesi kurulabilir. Gezerken Taksim'in eksi görüntüleri karşısında büyüleneceğinizi ve çok eğleneceğinizi garanti ederim.
2. XOXO the Mag
İstanbul'daki pek çok cafede bulabileceğiniz ve bir nüshasını çekinmeden çantanıza atabileceğiniz ücretsiz bir dergi. İçeriği genellikle moda, müzik ve sanata dokunuyor. Keyifli bir içerikle, örtülü reklamın ne kadar güzel yapılabileceğinin harika bir kanıtını sunuyor. Benim her bir sayfasını okuduğum az sayıdaki dergiden biri; çünkü derginin büyük bir kısmı söyleşilerden oluşuyor ve sıkı bir içerik ile bambaşka bakış açıları sunuyor.
Kasım sayısındaki birkaç söyleşiden hoşuma giden bazı cümleler:
"İnternet günün herhangi bir saatinde keşif yapmanıza olanak sağlıyor. Dünyanın her yerinde o an olup biten şeylerden haberdar olabilmek, insanı dışarıda bir şeyler görmeye, keşfetmeye yönlendiriyor." - Richard Phillips
"URL ve IRL (in real life), sanal ve gerçek dünya arasındaki uzay boşluğundayız. Bir önceki jenerasyonlara göre dezavantajımız, artık bizim uğraşmamız gereken iki dünya olması. Ve bu iki dünyanın yazılı olmayan o kadar çok kuralı var ki, tüm bu kuralları bilip ona göre davranmak bazen çok karmaşık olabiliyor." - Elizabeth June Bishop
"Gelecek hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Bunun bilinciyle bugün bir şeyler yapmak lazım. Evrilmek, yenilenmek, büyümek hepsi güzel. Daha yavaş tüketmek belki esas olan." - Didem Şenol Tiryaki
3. Makyaj Etkinlikleri
Pek çok marka düzenli olarak, kendilerinin yeni ürünlerini tanıtmak için makyaj etkinlikleri düzenliyor. Bu etkinliklerde, makyaj uzmanları, sizin bütün sorularınızı cevaplayarak, size uygun ürünleri yüzünüzde uyguluyorlar. Hem pek çok ürünü deneme fırsatı buluyorsunuz, hem de allığı nasıl sürmeniz gerektiği gibi pek çok bilgiyi öğrenme şansı yakalıyorsunuz. Çıktığınız zaman abartılı olmayan bir makyaj ile çok daha taze görünmeniz de bonusu.
Bu etkinliklere katılım da genellikle ücretsiz oluyor; ancak yüzünüze uygulanan bazı ürünleri o kadar çok seviyorsunuz ki, genellikle en az bir kozmetik ürünü almadan çıkmaya gönlünüz elvermiyor.
Biz, Beymen Zorlu'da Dior'un Golden Shock Makeup Collection'ını uygulamalı olarak ilk deneyenler olduk. Altın dokunuşlarla çok hafif renklenerek, ışıldadık. Ben özellikle minik parfüm şişesi görünümlü ojelerinin ambalajlarına bayıldım. Satın aldığım ürünleri, denedikten sonra izlenimlerimi paylaşacağım. Şimdilik, bu etkinlikte bana eşlik eden Selen ve Göksu'ya buradan sevgiler gönderip fotoğraflarımızı paylaşmakla yetineyim.
Bu etkinlikleri nereden bulacağım derseniz, alışveriş yaptığınız mağazaların müşteri kartlarını edinmenizi ve buralara telefon numaralarınızı doğru bırakmanızı tavsiye edebilirim. Ayrıca mastercard kullanıcısıysanız,
şuradan da bu tip ücretsiz etkinliklere katılma fırsatı yakalayabilirsiniz.
Bahaneler bulmadan keşfederek ve deneyerek kalın!