İşe gitmek için hava henüz aydınlanmadan uyanmaya alıştığım için, cumartesi sabahı da oldukça erken bir saatte gözlerimi açıyorum.
Gelgelelim okudukça hiç de boş bir kitap olmadığını anladım. İletişime ilişkin tavsiyeleri, büyük ölçüde okuduğum daha akademik seviyede kitapların içeriği ile örtüşüyordu. Örneğin "Konuşma yaparken asla suçlayıcı bir dil kullanmamalı, daha çok kendi hislerini anlatmalısın." diyordu. İletişimin temelleri, basit ve eğlenceli bir dille anlatılmış ve kadın-erkek ilişkileri ile sınırlandırılmıştı.
Kendinizi ve ışığınızı besleyerek kalın!
Dip Not 1: Bir türlü bahsetmeye fırsat bulamadım; ama bundan epey önce iki kaşımın arasına çok az botoks yaptırdım. Azıcık güneş gelse veya heyecanlı biçimde bir şey anlatsam direk kaşlarımı çatıyordum. Bu mimik haline gelmişti ve sürekli kaşlarım çatık geziyordum. Botoksun etkisi çoktan geçti, ama bir süre kaşlarımı istesem de çatamayınca, o mimik tamamen ortadan kalktı. Gelecekte iki kaşımın arasında derin bir çizgi olmasını da şimdiden önlemiş oldum :) Dışarıdan kesinlikle fark edilmeyen ve hiçbir mimik kaybına neden olmayan bu önleyici işlemi -ve aynı zamanda dudağımdaki pek doğal dolguyu da- yapan sevgili doktorum Gül, bu haftasonundan itibaren 15 günde bir İstanbul'da olacak. İşine gerçekten aşık bir kadın ve doğal işler çıkartıyor ortaya. Instagram'da @estemania olarak yaptığı işleri takip edip, iletişime geçebilirsiniz. Benden selam söylemeyi de unutmayın!
Kendime kahve demliyorum ve kahvemi yudumlarken, kitabımın son sayfalarını okuyorum: Seda Diker'den Şeytan Tüyü Var Sende.
Bana şiddetle tavsiye edilmemiş olsa, kesinlikle gidip almayacağım bir kitap bu.
Çünkü bir kere kapak tasarımı gerçekten çok kötü. Kitabın yazarı, üzerinde oldukça rüküş bir kıyafetle, paça boyu bile yapılmamış, içe kıvrılmış jean ile poz vermiş. Arkasındaki masanın üstünde paketli toz şekerler filan var. Kapağın renk seçimleri de kötü. Ayrıca, ilişki yaşamayı öğreten bir kitap, konu olarak beni hiç cezbetmiyor. Ben böyle şeylerin deneyimleyerek öğrenileceğine inananlardanım.
Çünkü bir kere kapak tasarımı gerçekten çok kötü. Kitabın yazarı, üzerinde oldukça rüküş bir kıyafetle, paça boyu bile yapılmamış, içe kıvrılmış jean ile poz vermiş. Arkasındaki masanın üstünde paketli toz şekerler filan var. Kapağın renk seçimleri de kötü. Ayrıca, ilişki yaşamayı öğreten bir kitap, konu olarak beni hiç cezbetmiyor. Ben böyle şeylerin deneyimleyerek öğrenileceğine inananlardanım.
İnsan ilişkileri ve iletişim hakkında kitaplara sardığımı öğrenen bir arkadaşım, "Önyargılı davranmadan bunu da oku." demişti. Okumaya gerçekten önyargısız başladım desem büyük yalan olur. Aksine, geyik yapıp eğlenirim, diye düşünüyordum.
Gelgelelim okudukça hiç de boş bir kitap olmadığını anladım. İletişime ilişkin tavsiyeleri, büyük ölçüde okuduğum daha akademik seviyede kitapların içeriği ile örtüşüyordu. Örneğin "Konuşma yaparken asla suçlayıcı bir dil kullanmamalı, daha çok kendi hislerini anlatmalısın." diyordu. İletişimin temelleri, basit ve eğlenceli bir dille anlatılmış ve kadın-erkek ilişkileri ile sınırlandırılmıştı.
Ve kitapta ilişkilerdeki hatalar olarak belirtilen bazı şeyler, birebir beni anlatıyordu.
"Beğendiğin kişi seni yüceltip hayat enerjisi veriyor. Sen de bunu her yaşadığında coşuyorsun. Kendi hayat enerjini, ona geçirmeyi başarıyorsun. Ama o pasif tarafa geçtiğinde, neye uğradığını şaşırıyor, korkuya kapılıyorsun. Seni istemediğini, aldattığını, ilgisinin geçtiğini düşünüp, küskün, öfkeli, tepkili ve uzak davranmaya başlıyorsun."
Bu cümleyi sevgili yogitama hiç bir yorum yapmadan yolladığımda, saniyesinde "Aaa, bu direk sensin." yorumunu yaptı.
"Genelde bağ kurma sıkıntısı çeken insanlar, yüzleşerek gerçek sorunu ve kendi duygularını paylaşmaktansa, her şeyi bir kalemde bitirmekten daha mutlu olurlar." da kesinlikle bendim.
Cumartesi sabahı, kahvemi içerken bu kitabı bitirdim.
Çoğu zaman kendimi karşımdaki adama hiç ifade edemediğimle, iletişim kurduğumu sanırken aslında maskemi indirmediğimle, konuşmak yerine varsayımlar yaparak kendimi adamlardan uzaklaştırdığımla yüzleşerek...
Sonuç olarak, önyargılarla okumaya başladığım bu kitap, kadın- erkek ilişkilerine bakışımı büyük ölçüde değiştirdi.
Sonuç olarak, önyargılarla okumaya başladığım bu kitap, kadın- erkek ilişkilerine bakışımı büyük ölçüde değiştirdi.
Kitaptan kendime onlarca not aldım; ama herkes kendine özgü bir şeyler bulacaktır. Bana çok önemli gelen noktalar, bir başkası için zaten bilinenler olabilir. Veya tam tersi.
O yüzden notlarımı paylaşmıyorum; ama yazarın duygu kutbu olarak adlandırdığı şeyden bahsetmeden geçemeyeceğim.
Seda Diker şunu iddia ediyor: Kadın veya erkek hepimizin, çok mutlu olduktan sonra, herhangi bir sebep olmaksızın mutsuzluk çekmeye başlamasının olağan ve doğal olduğunu...
"Mesela bir erkekle berabersiniz, ona çok büyük bir haz ve mutluluk verdiniz. O doğal olarak acı ve mutsuzluk çekmeye başlayacak. Duygu kutupları... Yahu ne oldu şimdi, diye merak edeceksiniz. Ama aslında bu doğal. O gelgitlerin seninle bir alakası yok aslında, onun kendi çöpü, kendi biliçaltındaki korkuları..." diyor.
Çünkü bağ kurduğumuz zaman, sevgisiz kalma duygusu ortaya çıkarmış. Bu durumda da erkekler önemsemiyormuş gibi yaparlarmış, kadınlar da saçma sapan şeyler için kavga çıkartırlarmış.
Okuduğum anda bana oldukça saçma gelmişti; ama düşündüm. Ben gerçekten de beni çok mutlu eden adamlar karşısında, bir süre sonra kavga çıkartan bir kadına dönüşüyorum. Korkuyorum onu ve bana yaşattığı harika hisleri kaybetmekten... Belki de kavga çıkartırken içten içe, "Saçmalama, burdayım, yanındayım." demesini bekliyorum.
O yüzden notlarımı paylaşmıyorum; ama yazarın duygu kutbu olarak adlandırdığı şeyden bahsetmeden geçemeyeceğim.
Seda Diker şunu iddia ediyor: Kadın veya erkek hepimizin, çok mutlu olduktan sonra, herhangi bir sebep olmaksızın mutsuzluk çekmeye başlamasının olağan ve doğal olduğunu...
"Mesela bir erkekle berabersiniz, ona çok büyük bir haz ve mutluluk verdiniz. O doğal olarak acı ve mutsuzluk çekmeye başlayacak. Duygu kutupları... Yahu ne oldu şimdi, diye merak edeceksiniz. Ama aslında bu doğal. O gelgitlerin seninle bir alakası yok aslında, onun kendi çöpü, kendi biliçaltındaki korkuları..." diyor.
Çünkü bağ kurduğumuz zaman, sevgisiz kalma duygusu ortaya çıkarmış. Bu durumda da erkekler önemsemiyormuş gibi yaparlarmış, kadınlar da saçma sapan şeyler için kavga çıkartırlarmış.
Okuduğum anda bana oldukça saçma gelmişti; ama düşündüm. Ben gerçekten de beni çok mutlu eden adamlar karşısında, bir süre sonra kavga çıkartan bir kadına dönüşüyorum. Korkuyorum onu ve bana yaşattığı harika hisleri kaybetmekten... Belki de kavga çıkartırken içten içe, "Saçmalama, burdayım, yanındayım." demesini bekliyorum.
Özetle "Neden ilişkilerim harika başlıyor, ama sonra bir noktada her şey ters gitmeye başlıyor?" diye düşünen bütün kadınlara bu kitabı şiddetle tavsiye ederim.
Kahvem de kitabım da bitince, kendimi sokağa atıyorum. Almam gereken şeyler var ve bunları flört etme pratiğimle ile birleştirip bir taşla iki kuş vurmayı planlıyorum. Evet, flört etme pratiği. Bunun erkeklerle veya cinsellikle bağlantısı yok. Annenizle, kasiyerle, bakkalınızla bile flört edebilirsiniz. Bu bir anı yaşama, dikkatli olma ve iletişim kurma yeteneği arttırma pratiği.
Çünkü her insanda, hoşunuza giden bir şey bulabilirsiniz. Tabii laf olsun diye, gerçekten iltifat edebilmeniz için, o an başka şeyler düşünmüyor, anı yaşıyor ve kendinizi karşınızdaki insana veriyor olmanız lazım. Karşınızdaki kişinin güzel bir şeyini aramak, dikkati ve gözlem yeteneğini arttıran bir pratik.
Aynı şekilde kasiyerlere ve satış görevlilerine, otomatiğe başlamış şekilde, "teşekkür ederim." diyip geçmek yerine, gözünün içine bakarak, "Seçim yapmama yardım ettiğiniz için teşekkür ederim." veya "Sorduğum sorulara detaylı cevap verdiğiniz için teşekkür ederim." demek arasında büyük bir fark var. Teşekkür etmeden önce bir saniye düşünün, niçin teşekkür ediyorsunuz? Ve bunu ifade edin. Çok basit gibi görünüyor; ama çoğumuz bunu yapmıyoruz.
Ben dışarıda bütün işlerimi tamamlarken, altı kişiyle de flört pratiği yapıyorum. Sonuçlar inanılmaz oluyor. O ana kadar başını kasadan kaldırıp bana bile bakmamış kişilerin yüzüne bir anda kocaman bir gülümseme yayılıyor. Daha çok yardım etmek istiyorlar, "Nasıl güzel bir enerjiniz var.", "Afiyet olsun, haftaya yine gelin olur mu?", "Sizin kadar güzel bir haftasonu geçirin." gibi iltifatlarla karşılık veriyorlar. Şiddetle tavsiye ederim.
Üstelik bu Seda Diker'in kitabına göre, hayat enerjini çevrene ve işine akıtmanın yöntemi. Bu şekilde cinsel enerjin kalbe yükselerek hayat enerjisine dönüşüyor ve bu sana görünmez bir ışık ve çekicilik sağlıyor.
Üstelik bu Seda Diker'in kitabına göre, hayat enerjini çevrene ve işine akıtmanın yöntemi. Bu şekilde cinsel enerjin kalbe yükselerek hayat enerjisine dönüşüyor ve bu sana görünmez bir ışık ve çekicilik sağlıyor.
Eve döndüğümde, enerjim içimden taşıyor. Gerçekten karşılıklı enerji akışı diye bir şey var, emin oluyorum.
Çarşafları değiştiriyorum, çamaşır yıkıyorum, terziye daraltılacak elbiselerimi götürüyorum, evi süpürüp, siliyorum, parkelerimi cilalıyorum, dans ediyorum. Ve sonra yeni keşfettiğim Bröd'den aldığım leziz zeytinli ve biberiyeli ekmeğim başrolde kendime kahvaltı hazırlıyorum.
Akşam kalabalık bir ekiple planlarımız var. Herkes birer birer yalan olurken, "Bütün hafta içi evdeydim. Dışarısı felç olacağım kadar soğuk da olsa bu gece evde oturamam." diyorum. Kimse gelmese de ben gideceğim!! Neyse ki her koşulda kurtlu arkadaşlarım var.
Finn'de Greenpeace içerek başlayan gece, W Lounge'ta Ogun K.'nın partisi ile devam ediyor, sabaha karşı kendi aramızda "pavyon" diye adlandırdığımız ve kafamız çok iyiyken gidince çok da eğlendiğimiz Scotch'ta "Hayatı tesbih yapmışım sallıyormuşum. Adını duydukça ağlıyormuşum. Deli diyorlarmış benim halime. Gelmişine geçmişine sayıyormuşum." ile sona eriyor.
Gün ağarırken yatağa giriyorum. Dolu dolu bir gün geçirmiş olmanın iç huzuruyla ve yorgunlukla kendimi uykuya teslim ediyorum.
Gün ağarırken yatağa giriyorum. Dolu dolu bir gün geçirmiş olmanın iç huzuruyla ve yorgunlukla kendimi uykuya teslim ediyorum.
Kendinizi ve ışığınızı besleyerek kalın!
Dip Not 1: Bir türlü bahsetmeye fırsat bulamadım; ama bundan epey önce iki kaşımın arasına çok az botoks yaptırdım. Azıcık güneş gelse veya heyecanlı biçimde bir şey anlatsam direk kaşlarımı çatıyordum. Bu mimik haline gelmişti ve sürekli kaşlarım çatık geziyordum. Botoksun etkisi çoktan geçti, ama bir süre kaşlarımı istesem de çatamayınca, o mimik tamamen ortadan kalktı. Gelecekte iki kaşımın arasında derin bir çizgi olmasını da şimdiden önlemiş oldum :) Dışarıdan kesinlikle fark edilmeyen ve hiçbir mimik kaybına neden olmayan bu önleyici işlemi -ve aynı zamanda dudağımdaki pek doğal dolguyu da- yapan sevgili doktorum Gül, bu haftasonundan itibaren 15 günde bir İstanbul'da olacak. İşine gerçekten aşık bir kadın ve doğal işler çıkartıyor ortaya. Instagram'da @estemania olarak yaptığı işleri takip edip, iletişime geçebilirsiniz. Benden selam söylemeyi de unutmayın!
Dip Not 2: Başlıktaki söz Mevlana'dan.