12 Ocak 2012

Çizgi dışı filmler

Soğuk havayı, yağmurda yürümeyi, kat kat giyinmeyi sevenler de var biliyorum. Ben kesinlikle onlardan biri değilim. Kışın haftalarca evde otursam, sokağı özlemem; yazın da yarım gün evde otursam güzelim havayı kaçırıyorum diye kendi kendimi yer bitiririm. Tabii iş olunca, öyle camı açıp havaya göz atıp, "Ben en iyisi bugün evden çıkmayayım." demek gibi bir lüksü olmuyor insanın; ama kesinlikle sabahın ilk saatlerinde o yatak dünyanın en cazip yeri gibi geliyor, vedalaşmak uzun sürüyor, zor geliyor.

Kışın keyifli vakit geçirmek deyince benim aklıma gelenler: şömine, sıcak şarap, film, kitap, battaniye, sıcak su torbası, yağmur sesi, patik, ekoseli pijamalar, kitaplar, tarçın, sahlep, dergiler, pofuduk yorganlar, ocaktan inmeyen çaydanlık... Görüldüğü üzere keyif listem tamamen evcil!

Bu kış günlerinde, sizi monoton çizgiden biraz çıkartacak birkaç filmle karşınızdayım!



1) "Sekreter" deyince herkesin aklına Hülya Avşar filmi gelse de, hayır bu Amerika yapımı bir film. Lee, sıradan görünüşlü, sıradan bir ilişki yaşayan genç bir kadındır; ancak bütün bu sıradanlığının arkasında çok sıradışı bir şey vardır: Lee, mazoşisttir. Metalleri ıstıp vücuduna bastırmaktan, iğne batırmaktan kendini alıkoyamamaktadır. Derken bir avukatın sekreteri olarak işe başlar. Avukat da oldukça çizgi dışı bir adamdır. Lee'nin mazoşist yanını kolayca keşfeder, ancak onu yargılamaz, tam tersine oldukça iyi anlar. Vücudunda oluşturduğu yaraların iyileşmesinin, onun hayata dair umutlarını arttırdığını çözer. Çünkü avukatın da sadist bir eğilimi vardır. İkisinin arasında bir nevi oyun başlar. Lee yazdığı yazılarda bile bile imla hataları yapar ki, patronu onu canını yakarak cezalandırsın. Lee gittikçe daha çekici bir kadına dönüşürken, patronu ile aralarındaki oyun da gittikçe boyut değiştirir.

Cinsellik içeren, ama bunu insanın gözüne gözüne sokmayan, bazı insanlar için olağan hayatlar ve alışılagelmiş ilişkiler sürdürmenin imkansızlığını, başarılı görsellerle ve eğlenceli bir şekilde anlatan, sıradışı bir romantik komedi. Sıkmadan izlettiriyor kendini.


2) Made in Dagenham: Tam kadınlara göre, yeni yıla başlamışken yeni kararlar aldırıp azim ve şevk verebilecek gerçek bir öykü. 60'lı yıllarda Dagenham'da geçiyor, Ford fabrikasının İngiltere'nin en büyük yatırımlarından olduğu, ancak kadınların erkeklerle henüz eşit olmadığı yıllarda... Ford arabalarının deri koltuklarının dikildiği fabrikada sadece kadınlar çalışıyor. Parçaları nasıl birleştirecekleri konusunda ellerinde bir şablon olmadan parçaları birleştirdikleri halde "vasıfsız işçi" sayılıyorlar ve kadın oldukları için erkeklerden çok daha az maaş alıyorlar.

Haklarını aramaya başlıyorlar ve iş greve kadar gidiyor. Bir süre sonra, dikilmiş koltuk olmadığı için, fabrikanın diğer bölümlerinde çalışan erkekler de çalışamaz ve para kazanamaz oluyorlar. O zamana kadar eşlerini destekleyen adamlar da onlardan böylece desteklerini geri çekmeye başlıyorlar. Ama kadınlar yılmadan mücadelelerini sürdürüyorlar. Ve bu konu o kadar renkli karakterlerle o kadar keyifli işlenmiş ki izlerken gerçekten keyif veriyor. Birbirinin tamamen zıt kanadında olan kadınları, kıyafetler ve çocukları birbirine bağlıyor. Kadın olan çalışma bakanının desteği ile de erkeklerin maaşının %92'sini almaya hak kazanıyorlar. Son zamanlarda izlediğim en keyifli ve en akıcı filmdi.



3) Sleeping Beauty: Uyuyan Güzel, sizin için hala masum bir çocuk masalından ibaretse, film festivalinde ilk bileti tükenen filmlerden biri olan bu "uyuyan güzel"in o kadar da  masum olmadığı konusunda önden minik bir uyarı yapmakta fayda var.

Lucy, bir üniversite öğrencisi, para kazanmak için bir ofiste fotokopi çekmekten, tıbbi denek olmaya kadar pek çok işte çalışıyor. Zaman zaman para için erkeklerle de birlikte oluyor. Derken orta yaşın üzerinde zengin müşterileri olan ve her şeyi oldukça gizli yürüten bir kadın ile yolları kesişiyor Lucy'nin ve bir anda hayatı değişiyor. 

Filmi sürekli temposunun yükselmesini, olay olmasını ve olup bitenlerin birbirine bağlanması bekleyerek izlerseniz bittiği zaman büyük bir hayal kırıklığı yaşarsınız. Yine de elli yaş üzerindeki çok aklı başında görünüşlü adam ve kadınların, çıplak kadınların servis yaptığı masada dünyanın en doğal şeyiymiş gibi yemek yedikleri sahneler ve masalsı biçimde Lucy'nin çay ile uyutulduğu sahneler izlenmeye değer. Bu filmdeki cinsellik tamamen insanın canını acıtan türden...



4) Biutiful: Her zaman karizmatik rollerde çok güzel kadınlarla görmeye alıştığımız Javier Bardem, bu kez deli ve çirkin bir karısı olan çaresiz aile babası bir adamı canlandırıyor. Öyle çok acıtıyor ki film, o kadar hayat hakkında düşündürüyor ki, film bitiyor, izleyenin aklında kareler dönmeye devam ediyor. Çaresiz, imkansız hayatların içinde zaman zaman mutluluklar, insanın içine işleyen duygusal anlar da var.


"hani ne varsa hayatta berbat, boktan olan işte o var bu filmde. acı var en çok ama en çok umut yok bu filmde. yeter diye bağırmak istiyorsun, sesin çıkmıyor. film yerden yere vuruyor seni ama dur diyemiyorsun sanki. şükretmeye çalışıyorsun ona yetecek kadar bile inanç kalmamış filmin sonunda içinde. javier bardem gelsin kucağıma uzansın, başını seveyim, ağlasın istiyorsun. o küçük erkek çocuğun yüzündeki masumiyet, umut bile yetmiyor inanmana... böyle sabaha kadar düşünüyorsun ne yaşıyorum ben diye, ne yaşıyor insanlar... çözüm bulamayınca gözyaşı oluyor inançsızlığın, dökülüyor yanaklarından. bir de gece 1'di; film bitti. kimse kalkmadı yerinden 2 dakika. kalkamadı..." (eksisozluk'ten "kalorican"ın yorumu) 



Filmin etkisini atlattıktan sonra Javier Bardem'in ne kadar harika bir oyuncu olduğu konusunda hiçbir şüpheniz kalmayacak, yine de bir adamın nasıl aynı anda bu kadar çirkin ama bu kadar seksi olabileceğine kafa patlatmaya başlayacaksınız.

Keyifle kalın, evcil kalın! :)

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım