11 Mayıs 2012

Beyrut gün 2: Downtown, Beirut Souk, Ermeni Mahallesi, Onno, Demo, Teras, BO18...

İkinci günün sabahı alarmlarımız çalmaya başlıyor. Vücudumuzun her yanı sızlıyor, özellikle de yürümekten harap düşmüş ayaklarımız yataktan çıkmamak konusunda direniyor. Ama Beyrut'tayız! Yalnızca bir kaç saat uyumuş olsak da, görmek istediğimiz o kadar çok şey var ki! Ayaklarımıza rağmen kalkıyoruz o yataktan sabahın köründe, pijamalarımızla otelde kahvaltıya iniyoruz. Fena halde alkol ve sigara içmişiz akşam, başımız ve boğazımız ağrıyor. Kokteyller çok kral Beyrut'ta, gerçekten lezzetliler, İstanbul'daki gibi bir gıdım alkol koyup meyve suyu ve buz basmıyorlar üzerine. Sigara yasağı yok, her yerde sigara içiliyor. Otelin asansöründe bile kül tablası var! Yasak olmadığı gibi, çılgın vergi de yok. 2.000 lübnan poundu bir paket sigara, yaklaşık 2 TL, üzerinde iğrenç fotoğraflar, sinir bozucu yazılar da yok.  Tek kötü yanı ertesi sabahı işte. Bu gün alkol yok sigara yok, diyerek bir iki lokma bir şey atıyoruz ağzımıza, duş almak için odaya çıkıyoruz.

Telefonumuz çalıyor. "Nerdesiniz siz, neden beni aramıyorsunuz?!" Seyahat arkadaşım Martha'nın ailesinin İstanbul'daki bir şarap kulübünden tanıdığı Beyrutlu bir aile var, onlar... Ne yapmak nereyi görmek istersiniz, sizin için ne yapabiliriz diye soruyorlar. Planımızda "downtown"ı gezmek var. "Hımmmm şimdi oğlumu yolluyorum size rehberlik yapması için, otelden alacak sizi" diyor; "Ama Downtown'ı hiç sevmez, aklınızda olsun." diye de uyarıyor.

Kim sevmez Downtown'ı, gıcır gıcır bir bölge, inanılamayacak kadar temiz, bütün binalar çok havalı, meydanında bir Rolex Saat Kulesi, mavi kubbeli çok şık bir camiisi var, diye durumu kavramaya çalışarak duşumuzu alıp giyiniyoruz. Otelin kapısına inip beklemeye başlıyoruz. 20 yaşında, kıvırcık, çok güleryüzlü rehberimiz geliyor: Ramzi. Beyrut'ta doğmuş büyümüş, Amerika'da yaşıyor, yaşı küçük ama inanılmaz politikaya merkalı, film üzerine eğitim görüyormuş, kendi ülkesiyle ilgili bir film çekmek istiyormuş. Herkesi tanıyor, her yerde üç beş kişiyle selamlaşıyor. Rehberimizi bulduk, diye seviniyoruz.


Biz Downtown diye tutturunca bizi Downtown'a götürüyor. Bu bölgeyi neden sevmediğini anlatmaya başlıyor. Bütün kargaşalardan ve savaş dönemlerinden sonra, bu bölgenin yenilenmesi için girişimde bulunmaya başlanıyor. İyi niyetli bir girişim. Ama umulmadık bir şekilde sonuçlanıyor. Bir adam geliyor, insanların evlerini yok pahasına satın alıp, onları şehir dışına sürüyor ve bütün evlerin yerine çok havalı çok gıcır apartmanlar dikiyor. Çoğu bomboş, çünkü aşırı pahalılar. Yine de fiyatları düşürmüyorlar, buralarda yaşayanlar Beyrut'un yerli halkı değil, Dubai'den filan gelen şeyhler, zenginler. Şehrin merkezinin tamamı tek bir şirkete ait ve halk dışlanmış. Şok oluyoruz, Taksim'in tek bir şirkete ait olduğunu hayal etmeye çalışıyoruz, ürperiyoruz. Sonraki günlerde sohbet ettiğimiz bütün yerli halkın aynı şekilde tepkili bu şirkete karşı tepkili olduğunu görüyoruz. "Hatta çoğu zaman burada duramazsınız, özel mülk burası diye kovalandığımız oluyor" kısmı bize biraz abartılı geliyor, ama sonraki günlerde bizzat deneyimliyoruz bunu.

Ramzi bizi Downtown'da ufo şeklinde eski bir sinemaya gizlice soktuktan sonra, "Siz gezin tozun takılın burada biraz, ben sizi birkaç saat sonra alırım, "Gerçek, yaşayan, yapay olmayan kısımları gösteririm size" diyor.



Tertemiz sokaklarda fotoğraflar çekerek geziyoruz. Alışveriş merkezi Beirut Souk'a da dalıyoruz, fiyat karşılaştırması için, Türkiye'den daha ucuz mu fiyatlar diye kontrol ediyoruz. Çok fark yok, alışveriş yapmıyoruz.




Öğrendiklerimizden sonra, DownTown'a olan ilgimiz biraz azalıyor. Dolandıktan ve doyduktan sonra Ramzi önde biz arkada, Doğu Beyrut'un yolunu tutuyoruz. Eski ama rengarenk boyanmış binaları ve sokakta oturan insanları ile daha gerçek daha sahici. Kapılar, camlar açık, evlerin içini sokaktan yürürken incelemek pekala mümkün.



Zaman zaman dökülmüş, yarısı yıkılmış binalarla karşılaşıyoruz. Bunlar bombalanmış mı? diye soruyoruz. Çoğu sadece terk edilmiş cevabını alıyoruz. İnanılmaz ilgimizi çeken bir diğer şeyde elektrik telleri oluyor. Her yerde başınızın biraz üzerinden geçiyorlar.


Doğu Beyrut'tan sonra Ermeni bölgesine geçiyoruz. Rahat rahat Türkiye'den Amerika'dan, Beyrut'tan, Avrupa Birliği'nden bahsederken ki, bir duvarla karşılaşıyorum ki baştan sonra Atatürk'e ve Türkiye'ye küfürlerle dolu. Şok olmak, korkmak, sinirlenmek arası bir sürü şey hissediyorum. Duygularımı bastırınca İstanbul'dan ve Türkiye'den bahsetmeyi kesiyorum.


Öğle yemeğimizi bir gazetecinin bize tavsiye etmiş olduğu, ev yapımı Ermeni yemekleri yapan Onno'da yemeye karar veriyoruz. Mantı, su böreği, mercimekli köfte, muhammara, yumurtalı pastırma.... O kadar tanıdık o kadar lezzetli yemekler...


En az 4-5 saat yürümüşüz, biz biraz otele gidip uyuyup dinlenelim gece için diyoruz. Bir taksiye biniyoruz. Beyrut'ta insanlar o kadar tatlı, o kadar yardımsever, o kadar ilgili ki! Başımızın tek belası taksiler. Taksimetre yok, pazarlık yapmak gerekiyor. Arapça bilmediğimiz için bu iş gittikçe zorlaşıyor. 15 pounda anlaşıyoruz, adam 15 dolara anlaştık diye tutturuyor, verilen paranın üstü bahşiş kabul edilip iade edilmiyor filan. Hamra'ya otele dönerken, bize taksici önce camdan gideceğmiz bölgeyi söyleyip sonra "Hams talif!" demeyi öğretiyor. Nereden nereye fiyat nedir, pazarlıkla ne olur genel bilgimiz oluyor. Bize defalarca pratik yaptırıyor, kahkahalar ata ata geliyor otele.



Biraz uyku sonrası ayaklanıp giyiniyoruz. Bir önceki geceden çok daha özgüvenliyiz. Yolları biliyoruz, hams talif demeyi biliyoruz, nereye gideceğimizi biliyoruz. Kolayca taksiyle pazarlık yapıp, Gemmazyeh'e geliyoruz. Elimizle koymuş gibi buluyoruz Demo'yu. Yerlilerin çok sevdiği barlardan biriymiş burası. İnanılmaz güzel müzikler çalıyorlar, içeride biz hariç herkes birbirini tanıyor. Keyiften dört köşe kuruluyoruz bir yere. Yerli bira Almaza söylüyoruz. Karnımızın aç olduğunu fark ediyoruz, birer de sandiviç istiyoruz, ki pesto soslu, hellimli acayip lezzetli bir şey geliyor.


Saat 12'ye gelirken, biz Demo'yu çok sevmiş hiç bir yere kımıldamazken, barda içtiğimiz garip shotlarla kendimize geliyoruz, Ramzi rehberliğinde gezmeye başlıyoruz.


Laf atanlara "eyiri fik" demeyi de öğrenerek oryantasyonumuzu tamamladıktan sonra, Gemmazyeh dolaylarında yabancı diller enstitüsü gibi bir yerin oradaki, canlı müzikli bir mekana giriyoruz. Tam bir eller havaya yeri! Yalellaaaah!


Orada biraz göbek attıktan sonra, hemen üst katındaki terasa çıkıyoruz. Bir anda Arapça şarkılardan, chil-outa geçiş! Meksika Birası dedikleri spesyalden içiyoruz. Bir nevi margaritanın birayla yapılanı. Bardağın dibine lime suyu konuluyor, ağız kısmına tuz ekleniyor, bira içine dolduruluyor. Ben çok beğendim, İstanbul'da da bir "meksika birası" partisi yapacağım Mushaboom'da en kısa zamanda :)


Saat 2:00'yi geçerken artık BO18'in yolunu tutalım diyoruz. BO18'in özelliği bir zamanlar bomba sığnağı olarak kullanılan yerin club'a dönüşmüş olması. İçeride localar ve localar dışında dans edenler var. Perşembe geceleri 80's partileri yapılıyormuş, onun dışında techno ağırlıklı çalıyorlar. İnanılmaz kalabalık, bardan bir içki alabilmek gerçekten eziyete dönüşebiliyor. Gecenin bir saatinden sonra, sığnağın üzerinin açılması çok havalı.

Dürüst olmak gerekirse, malesef benim club evrem bitmiş artık. İstanbul'da da çeşitli club'lara gidip sabahlara kadar dans etmeyeli aylar oldu, gece çıkmak benim için konsere gitmek veya bir yerlerde güzel bir sohbet eşliğinde içmekten ibaret. O yüzden BO18'in benim için bomba sığınağı olmasının ötesinde bir esprisi olmuyor.

İlk içkilerimiz bittikten sonra, tekrar o bar sırasına girmek gözümüzde büyüyor, saat 4:00'ü geçtiği için pazarlığımızı yaparak taksiye biniyoruz, hoop otele.


İçeride fotoğraf çekmek de yasak olduğu için,  tek fotoğrafımız da tuvaletten aynadan yansıma usulü :))

3 yorum:

Adsız dedi ki...

eyiri fik ne demek biliyor musun?

Yollarda Hayat Var dedi ki...

Biz de sevgilimle 1 gece 2 günlük bir Beyrut turu yapmıştık yılbaşında, yorucu ama bir o kadar da keyifliydi.
En son pantolonumuzu giyerken yere kapaklandık yorgunluktan o derece.
Ben Türkiye ye benzettim çoğu yerini.
Göz atmak isterseniz;
http://yenibirsoyadimoldu.blogspot.com/2012/12/beyrut-2012-ylbasna-italya-da-girmeyi.html

Adsız dedi ki...

Haklisiniz beyrutta downtownda olanlar cok rahatsiz edici, taksimden bahsettiniz ya(istiklal caddesi, prens adalari) bir gecede kovulan Rumlar icin de ayni hatta daha beter degil mi..?

Pinterest'im

Instagram'ım