Bir ilişki ne zaman biter?
Ayrılık konuşması yapınca mı? Beklentilerin artmaya başlayınca mı? Hayal kırıklıklarını ardarda yaşamaya başlayınca mı? Aslında mutsuz olduğunu fark edince mi?
Peki ilişki bittikten sonra ne yapmak gerekir? Ne yapmamak gerekir?
Toplum dayatması olan bir kesin doğru var: Uzun bir ilişkiden çıkınca, bir süre başka bir adamla görüşmemen gerekir.
Peki ya görüşüyorsan? Liseli kızlar gibi saatlerce mesajlaşıyorsan? Birlikteyken tahmin edebileceğinden çok daha iyi vakit geçiriyorsan? Gördüğün anda boynuna atlayıp dudaklarına yapışmak istiyorsan? Sonrası gerçekten umurunda değilse, ama şu an ayakların yerden biraz kesilmişse? Üstelik de anlamını ve devamını sorgulamaksızın böyle hissetmeye bayılıyorsan?
Bittin!
Çünkü mutsuz olman gerekiyor. Çünkü pişman olman gerekiyor. Çünkü etrafındaki insanlar senden bunu bekliyor. Mutsuz ve pişman olmayarak oyunun kurallarını bozuyorsun. İnsanların tepkisini çekiyorsun. "Ne yaptığını sanıyor?" diye öfkelendiriyorsun onları.
Anlatamıyorsun kimseciklere. Anlatmaya kalksan da hiç kimse anlamıyor.
Çünkü ayrıldığın adam mutsuz, sen başka bir adam için heyecanlısın. Meali: kötüsün, kalpsizsin, kaltaksın!
Adam ne zaman kavga etseniz, asmış suratını her ortamda, mutsuz suratsız gezmiş. Sense adam seni her üzdüğünde saklanmışsın insanlardan, hep kendi içinde yaşamışsın... Öyle öğrenmişssin çünkü annenden babandan. Özel hayat sorunları, neşeli içki sofralarına ve işe taşınmaz. Evin kapısından çıktığın anda özel hayatınla ilgili problemin orada kalır, hayatına devam edersin. Nokta!
Diyemiyorsun ki, "Bakın, ben bu adamı gerçekten çok sevdim. Birlikte çok güzel zamanlar geçirdik. Benim hayatımda apayrı bir yeri oldu. Belki başka hiç kimse beni onun kadar çok sevmeyecek bunun da farkındayım. Ama birinin seni sevmesi, her zaman seni mutlu etmesi anlamına gelmiyor. Bir yandan beni boğdu, bir adamla yemeğe çıksam barda iki kadeh içki içsem beni aldattın diye ortalığı velveleye verdi, diğer yandan da yanımda olup bana destek olması gereken zamanlarda hep başkalarıyla gezip tozdu. Aslında bu ilişki aylar önce bitmişti ama biz biraz alışkanlık, biraz arkadaşlar, biraz birlikte geçirilen zamanların hatırı derken ayrılamayıp sürekli kavga edip barışan çiftlerden biri olmuştuk."
Bunları söylesen de altı boş kalıyor, çok şey anlatman lazım. Senin hastaneden çıktığın gece Ice Bar'a gitmesini, sen ateşler içinde yatarken Bebek'teyim tatlı söyledim şimdi gelemem demesini, geceleri eğlencesini erken kesmeye kıyamazken seni gecenin bir vaktinde uyandırmaya kıymasını, sen bir adamla İstinye Park'ta öğle yemeği yedin diye kıyameti koparma hakkını kendinde bulurken, bir kadınla Berlin'de gecenin bir vakti buluşup mantıcı arama macerasına atılmayı çok normal bulmasındaki mantık hatasını...
Adam seni gerçekten seviyor ya, geri kalan her şeyi kabul etmen gerekiyor!
Zaten yaşarken o kadar yorulmuşsun ki anlatmaya mecalin yok. Hatırlamak da istemiyorsun zaten. Çok geçmişte kalmış gibi hepsi...
Bir yıl önce kendini tutamayarak yazdığın bir yazıyı ("Bir erkek bir kadınla ancak onu sevmediği sürece mutlu olabilir") okurken ürpererek fark ediyorsun ki aslında her şey çatlayalı sandığından da uzun zaman olmuş. Aslında sen bir yıl önce hissetmeye başlamışsın bugün olacakları:
İki insanın birbirini sevmesi yetmez, esnemesi gerekir, farklı olduklarını kabul etmesi, karşısındakini farklılıkları ile sevmesi gerekir. Bay Doğru ile Bayan Cadı'nın ilişkilerine olduğu gibi köşeli durumlarda en iyi ihtimalle yaşanmışlıklar kalır insanın elinde. Keşke doğru düzgün ayrılmayı becerebilseydik, kalır bir de.
Böyle yazmışsın. Tam bir yıl önce. Yine de ilişkiye inanmışsın, çabalamışsın, farklı olsun istemişsin... Ama içten içe olacakları görüyormuş gibi yazmışsın.
Çünkü kendine en dürüst olduğun zamanlar, yazdığın zamanlar.
Rol yapamadığın, düşüncelerini sansürleyemediğin zamanlar. Mutluymuş gibi yapamadığın anlar...
İnsanlar "Daha çok erken yeni bir macera için." derken, sen gıcır bir maceranın belki de en güzel günlerini yaşamaya başladın bile. Yakın arkadaşların, "Beş görüşmek istiyorsa bir görüş" gibi akıllar verirken, arsızca "O beş istiyorsa ben on istemek istiyorum." diyebiliyorsun. Hazır karşında seni tanıyan bir adam varken, hiç rol yapmıyorsun, hiç dizginlemiyorsun kendini. Stratejiler, ayaklar, roller yok. Sürdürmek için çaba harcamak değil, keyfiyle zevkiyle yaşamak istiyorsun.
Toplumun dayattığı doğrular...Yazılı kurallardan bile daha sıkı sıkıya uyar bizim insanımız onlara. Kırmızı ışıkta gaza basar geçer, ama toplum içinde kalbini pıt pıt attıran adamla cilveleşme arzusunu dizginler mesela.
Sen hiçbir zaman beceremeyenlerdensin bu toplum dayatmalarına uymayı.
Beceremediğin için de çok insanı kırdın, üzdün ve kızdırdın. Hep keyfini ve kalbini dinledin.
Kimseyi üzmek istemiyorsun aslında. Ama ters orantılı, kendi mutluluğunu düşündükçe başkalarının üzülmesini kabullenmek zorunda kalıyorsun.
Şimdi de emin değilsin, bu kalp çarpıntıların doğrudan o adam için mi, yoksa tekrardan canının istediğini yapan ve o yaramaz enerjisine kavuşan "sen"in şerefine mi? Ne fark eder ki, diyorsun. Önemli olan dudaklarına muzip gülümsemenin geri gelmiş olması... Kulaklıklarını takıyorsun: "You can have me all you want....any way....any day...."
Dip Not:
Evet bu yazılar geri döndü. Hani "Ya senin eskiden bazı yazıların vardı. Böyle ilişkilere ve hayata dair. Neden yok onlardan artık?" diye sitem ettiğiniz "hayat ve aşk yazıları" başlığı altında toplanan yazılar...
Mr. Prozac hayatımdayken yazmaya başlamıştım o yazıları. Yaşadığım her anı, ilişkinin zirveden ve heyecandan; dibe ve sıradanlığa düşüşünü, ilişkiyi yaşarken yazarak sorguluyordum. Bu blogun pek çok müdavimi de o dönemlerde kapıldı buraya. O yazılar sayesinde çok fazla insanla tanıştım. Bazıları alakasız bir yerde boynuma atlayıp mutlu etti beni, bazıları masama yazıların şerefine içkiler yolladı, bir kişi hepsinden ayrı oldu.
Mr. Prozac ile oturup konuşup ayrılırken, bana kelime kelime ne demişti hatırlamıyorum; ama blog yazılarının benim bütün düşüncelerimi bu kadar net bilmenin ilişkiye zarar verici bir şey olduğu mesajını almıştım. O yüzden bir sonraki ilişkimde iki yıl boyunca - kendimi tutamadığım birkaç istisna dışında- hiç yazmadım.
Ama şimdi fark ettim ki, yazınca kendi kalbimin ve aklımın dibi ortaya çıkıyor. Ve ben o kıvrımlarda gezinen arsız, depresif, aykırı şeyleri seviyorum. Evet, hem de çok...
Ayrılık konuşması yapınca mı? Beklentilerin artmaya başlayınca mı? Hayal kırıklıklarını ardarda yaşamaya başlayınca mı? Aslında mutsuz olduğunu fark edince mi?
Peki ilişki bittikten sonra ne yapmak gerekir? Ne yapmamak gerekir?
Toplum dayatması olan bir kesin doğru var: Uzun bir ilişkiden çıkınca, bir süre başka bir adamla görüşmemen gerekir.
Peki ya görüşüyorsan? Liseli kızlar gibi saatlerce mesajlaşıyorsan? Birlikteyken tahmin edebileceğinden çok daha iyi vakit geçiriyorsan? Gördüğün anda boynuna atlayıp dudaklarına yapışmak istiyorsan? Sonrası gerçekten umurunda değilse, ama şu an ayakların yerden biraz kesilmişse? Üstelik de anlamını ve devamını sorgulamaksızın böyle hissetmeye bayılıyorsan?
Bittin!
Çünkü mutsuz olman gerekiyor. Çünkü pişman olman gerekiyor. Çünkü etrafındaki insanlar senden bunu bekliyor. Mutsuz ve pişman olmayarak oyunun kurallarını bozuyorsun. İnsanların tepkisini çekiyorsun. "Ne yaptığını sanıyor?" diye öfkelendiriyorsun onları.
Anlatamıyorsun kimseciklere. Anlatmaya kalksan da hiç kimse anlamıyor.
Çünkü ayrıldığın adam mutsuz, sen başka bir adam için heyecanlısın. Meali: kötüsün, kalpsizsin, kaltaksın!
Adam ne zaman kavga etseniz, asmış suratını her ortamda, mutsuz suratsız gezmiş. Sense adam seni her üzdüğünde saklanmışsın insanlardan, hep kendi içinde yaşamışsın... Öyle öğrenmişssin çünkü annenden babandan. Özel hayat sorunları, neşeli içki sofralarına ve işe taşınmaz. Evin kapısından çıktığın anda özel hayatınla ilgili problemin orada kalır, hayatına devam edersin. Nokta!
Diyemiyorsun ki, "Bakın, ben bu adamı gerçekten çok sevdim. Birlikte çok güzel zamanlar geçirdik. Benim hayatımda apayrı bir yeri oldu. Belki başka hiç kimse beni onun kadar çok sevmeyecek bunun da farkındayım. Ama birinin seni sevmesi, her zaman seni mutlu etmesi anlamına gelmiyor. Bir yandan beni boğdu, bir adamla yemeğe çıksam barda iki kadeh içki içsem beni aldattın diye ortalığı velveleye verdi, diğer yandan da yanımda olup bana destek olması gereken zamanlarda hep başkalarıyla gezip tozdu. Aslında bu ilişki aylar önce bitmişti ama biz biraz alışkanlık, biraz arkadaşlar, biraz birlikte geçirilen zamanların hatırı derken ayrılamayıp sürekli kavga edip barışan çiftlerden biri olmuştuk."
Bunları söylesen de altı boş kalıyor, çok şey anlatman lazım. Senin hastaneden çıktığın gece Ice Bar'a gitmesini, sen ateşler içinde yatarken Bebek'teyim tatlı söyledim şimdi gelemem demesini, geceleri eğlencesini erken kesmeye kıyamazken seni gecenin bir vaktinde uyandırmaya kıymasını, sen bir adamla İstinye Park'ta öğle yemeği yedin diye kıyameti koparma hakkını kendinde bulurken, bir kadınla Berlin'de gecenin bir vakti buluşup mantıcı arama macerasına atılmayı çok normal bulmasındaki mantık hatasını...
Adam seni gerçekten seviyor ya, geri kalan her şeyi kabul etmen gerekiyor!
Zaten yaşarken o kadar yorulmuşsun ki anlatmaya mecalin yok. Hatırlamak da istemiyorsun zaten. Çok geçmişte kalmış gibi hepsi...
Bir yıl önce kendini tutamayarak yazdığın bir yazıyı ("Bir erkek bir kadınla ancak onu sevmediği sürece mutlu olabilir") okurken ürpererek fark ediyorsun ki aslında her şey çatlayalı sandığından da uzun zaman olmuş. Aslında sen bir yıl önce hissetmeye başlamışsın bugün olacakları:
İki insanın birbirini sevmesi yetmez, esnemesi gerekir, farklı olduklarını kabul etmesi, karşısındakini farklılıkları ile sevmesi gerekir. Bay Doğru ile Bayan Cadı'nın ilişkilerine olduğu gibi köşeli durumlarda en iyi ihtimalle yaşanmışlıklar kalır insanın elinde. Keşke doğru düzgün ayrılmayı becerebilseydik, kalır bir de.
Böyle yazmışsın. Tam bir yıl önce. Yine de ilişkiye inanmışsın, çabalamışsın, farklı olsun istemişsin... Ama içten içe olacakları görüyormuş gibi yazmışsın.
Çünkü kendine en dürüst olduğun zamanlar, yazdığın zamanlar.
Rol yapamadığın, düşüncelerini sansürleyemediğin zamanlar. Mutluymuş gibi yapamadığın anlar...
İnsanlar "Daha çok erken yeni bir macera için." derken, sen gıcır bir maceranın belki de en güzel günlerini yaşamaya başladın bile. Yakın arkadaşların, "Beş görüşmek istiyorsa bir görüş" gibi akıllar verirken, arsızca "O beş istiyorsa ben on istemek istiyorum." diyebiliyorsun. Hazır karşında seni tanıyan bir adam varken, hiç rol yapmıyorsun, hiç dizginlemiyorsun kendini. Stratejiler, ayaklar, roller yok. Sürdürmek için çaba harcamak değil, keyfiyle zevkiyle yaşamak istiyorsun.
Toplumun dayattığı doğrular...Yazılı kurallardan bile daha sıkı sıkıya uyar bizim insanımız onlara. Kırmızı ışıkta gaza basar geçer, ama toplum içinde kalbini pıt pıt attıran adamla cilveleşme arzusunu dizginler mesela.
Sen hiçbir zaman beceremeyenlerdensin bu toplum dayatmalarına uymayı.
Beceremediğin için de çok insanı kırdın, üzdün ve kızdırdın. Hep keyfini ve kalbini dinledin.
Kimseyi üzmek istemiyorsun aslında. Ama ters orantılı, kendi mutluluğunu düşündükçe başkalarının üzülmesini kabullenmek zorunda kalıyorsun.
Şimdi de emin değilsin, bu kalp çarpıntıların doğrudan o adam için mi, yoksa tekrardan canının istediğini yapan ve o yaramaz enerjisine kavuşan "sen"in şerefine mi? Ne fark eder ki, diyorsun. Önemli olan dudaklarına muzip gülümsemenin geri gelmiş olması... Kulaklıklarını takıyorsun: "You can have me all you want....any way....any day...."
Dip Not:
Evet bu yazılar geri döndü. Hani "Ya senin eskiden bazı yazıların vardı. Böyle ilişkilere ve hayata dair. Neden yok onlardan artık?" diye sitem ettiğiniz "hayat ve aşk yazıları" başlığı altında toplanan yazılar...
Mr. Prozac hayatımdayken yazmaya başlamıştım o yazıları. Yaşadığım her anı, ilişkinin zirveden ve heyecandan; dibe ve sıradanlığa düşüşünü, ilişkiyi yaşarken yazarak sorguluyordum. Bu blogun pek çok müdavimi de o dönemlerde kapıldı buraya. O yazılar sayesinde çok fazla insanla tanıştım. Bazıları alakasız bir yerde boynuma atlayıp mutlu etti beni, bazıları masama yazıların şerefine içkiler yolladı, bir kişi hepsinden ayrı oldu.
Mr. Prozac ile oturup konuşup ayrılırken, bana kelime kelime ne demişti hatırlamıyorum; ama blog yazılarının benim bütün düşüncelerimi bu kadar net bilmenin ilişkiye zarar verici bir şey olduğu mesajını almıştım. O yüzden bir sonraki ilişkimde iki yıl boyunca - kendimi tutamadığım birkaç istisna dışında- hiç yazmadım.
Ama şimdi fark ettim ki, yazınca kendi kalbimin ve aklımın dibi ortaya çıkıyor. Ve ben o kıvrımlarda gezinen arsız, depresif, aykırı şeyleri seviyorum. Evet, hem de çok...
Dibin dibi not: Başlık, bu aralar dinlemeye doyamadığım Lana Del Rey'in Gramma şarkısının sözlerinden.