Herkesin günü 24 saat.
Kimisi için bu zaman dilimi birkaç kere
"Off çok sıkıldım" diyecek kadar uzun, kimisi için hiçbir şeye
yetmeyecek kadar kısa.
Beni azıcık tanıyanlar bile ikinci grup
içinde olduğumu çok iyi bilir. Hayatı ikiye bölünmüşlerin -yani bir yandan
ciddiyet ve disiplin gerektiren bir işte çalışıp, diğer yandan eğlenceden
vazgeçmeyenlerin- çok iyi anlayacağı üzere, son birkaç aydır bir güne o kadar
çok şey sığdırıyordum ki, hayata epeyce uyku borçlanmıştım. Bu haftasonu bütün borcumu
ödedim.
Evden kuaföre, markete gitmek ve
kardeşimin güneş gözlüğü siparişini almak dışında hiç çıkmadım. İnanılmaz çok
uyudum, müzik dinleyip hayal kurarak
saatler geçirdim, film izledim, alıp da okumaya fırsat bulamadığım geçmiş
aylara ait dergileri okudum, yapılacaklar listesi hazırladım, Mr. Prozac'im ile
ağzım kulaklarımda telefonda konuştum, onun “Bu ayrı geçirdiğimiz son bayram
olsun.” Dileği aklıma geldikçe gülümsemeye devam ettim, buz gibi Bomonti’ler
içtim, gardrobumdaki giymediğim kıyafetleri ayıkladım, tatil valizimi
hazırladım, film izledim, aynaya bakıp uyumaktan şişmiş gözlerimden korktum.
Hiç saate bakmadım. Aklımdaki fırtınaları yatıştırdım, bedenimi şarj ettim. Hatta
anneanne-style vucuduma zeytinyağı bile sürüp, hiçbir yere değmeden (yani
hiçbir şey yapmadan) yarım saat kadar beklemeye bile vaktim vardı.
48 saatlik bu sarj beni yıl sonuna kadar
götürür sanırım. Şimdi havaalanındayım. Önce İzmir, oradan da Yunan Adaları...
Adam&Eve, Milano, Beyrut, Çeşme,
Altınorfoz kaçamaklarımı hep haftasonundan bir önceki veya sonraki günü dahil
ederek long-weekend şeklinde yapıyordum. İki yıldır ilk defa bir haftalık
tatile çıkacağım. Heyecanlıyım... Daha önce üniversitedeyken Yunanistan’da üç
haftalık bir tatil yapmıştım. (bkz: Yunanistan) O yüzden heyecanımın sebebi Yunanistan
ziyade, uzun tatil yapacak olmam.. Bir de ilk cruise deneyimim olması da
cabası...
İstanbul’da kalanlar için birkaç tavsiye
geliyor hemen:
1)
Karabatak:
Bu aralar İstanbul’daki en favori
mekanlarımdan biri. Karaköy’ün curcunasının içine dalıyorsunuz ve sadece bir
kaç adım sonra, bambaşka bir yerdesiniz. İstanbul’da olduğunuzu unutacağınız
bir adres burası. Dekorasyonu retro severlerin aklını başından alıyor,
kahveleri son zamanlarda içtiklerinizin en iyisi oluyor, sokaktaki kediler
mekanı sahiplenmişlikleri ile sizi tavlıyor. Keyif çatmak istediğinizde veya uzaklaşmaya
ihtiyaç duyduğunuzda tek başınıza bilgisayarınızı, gazetenizi, kitabınızı alıp
gidin. Kesinlike bir kere daha bir kere daha gideceksiniz.
2)
George’s Hotel:
Galata’da kaldığım dönemde, içerideki
kalabalığa bakıp, “Yeni açılıyor herhalde burası, henüz tabela filan
koymamışlar.” diye düşünmüştüm. Aradan aylar geçti, Ayşemin doğum günü yemeği
vesilesi ile tekrar yolum düştü. Hala tabelası yok, muhtemelen hiç olmayacak,
sadece bilenler için. Galata ruhunu koruyarak butik bir otel yapmışlar, az
sayıda odası var. Terasında ise birkaç masalık, inanılmaz manzaralı bir Fransız
restoranı var. İstanbul’daki en geniş manzaralardan birine sahip, yemekler
inanılmaz iyi. Biz oldukça kalabalık bir ekiptik, herkes yediğinden çok mutlu
kalktı masadan. Benim tercihim mevsim sebzeli risotto ise, Milano’da
yediklerimle boy ölçüşecek kadar iyiydi, şiddetle tavsiye ederim. İster özel
bir gün için aklınızın bir kenarına yazın burayı, isterseniz keyif özel gün
beklemez diyip tutun yolunu. Ama rezervasyonsuz gidip de tıpış tıpış geri
dönmeyin. Beyaz çikolatalı çilek ve şampanya eşliğinde manzarayı izlerken kulaklarımı
çınlatmayı da unutmayın tabii.
3)
Chilai:
Sushi için tuttuk yolunu, haftaiçi bir
gün. Herkesin kendi masasına odaklandığı, sağı solu kesmediği güzel bir
kalabalık vardı. Gizli bir keşif değil, populer ve bilinen bir adres. Bebek’te
denizin dibinde, güzel müzikler eşliğinde sushi’leri mideye indirmek için yolu
tutulası...
4)
Corvus:
Bozcaada’ya gittiğimde tanıştığım bu
şarap markası, bir süredir Akaretler’de komşum. Kızkıza rahat rahat laflamak
için, çok aç olmadığımız bir iş çıkışı tercihimizi Corvus’tan yana yaptık. Çok
aç olduğunuz zaman değil, güzel ve ucuz şarap içip, lezzetli bir şeyler
atıştırmak istiyorsanuz, istikamet Corvus olmalı. Peynir sepetine aldanmayın,
iki dilim peynir geliyor. Yufkaya sarılmış bonfileler leziz!
5)
Ev Yapımı Salata
Evden hiç çıkasım yok diyorsanız,
lezzetli ve pratik nar ekşili buğday salatamla tanıştırayım sizi.
İhtiyacınız olanlar: Diş buğdayı,
domates, dereotu, ceviz, peynir (ben en son favorim Sütaş Süzme Peynir
kullandım, ister tulum peyniri, ister beyaz peynir koyun siz), zeytinyağı, tuz
ve nar ekşisi.
Üstüne de Mr. Prozac kokteyli yaptınız mı
kendinize, değmeyin keyfinize. Buz, nane, viski, jager ve esmer şeker mikserde
karıştırılır, karışım buzlukta biraz bekletildikten sonra servis edilir. ‘Ohhh
ne hafif bu’ demeden bilinçli tüketilmesi tavsiye edilir.
Keyifle kalın, beni özleyin =)
DipNot: Geoerge's Hotel kısmında bullandığım foto, Ufuk Sarısen'e aittir. Bizim doğum günü sahibi, seyahat etmekten fotoğrafları yükleyemediğinden bulduğum fotoğrafı kullandım. :)
4 yorum:
Evet eski Sezen ve keyifli yazıları geri geldi, üstelik sık sık güncelleniyor da...Her ne yapıyorsan doğru yapıyorsun demek ki şu sıralar :)
Sezen tekrar keyifli yazılara, kendine döndün.Hoşgeldin...
ben de yazıların bile şenlendi kimbilir ruhun ne kadar şen diye yazmaya gelmiştim. sık sık yaz da bize de bulaşsın. =))
Hahah üç "adsız"dan, aynı lezzette üç güzel yorum.
Keyfim yerinde, o tarifi zor, herşey çok güzel olacak ruh haline büründüm, harca harca bitiremediğim bir enerjiye kavuştum. Biraz olsun bulaştırabiliyorsam ne mutlu!
Öpüyorum :)
Yorum Gönder