24 Ekim 2012

Hayat benim her anımı yaşadıkça sevesim var. Aldırmam hiç yağmurlara. Benim güzel hatalarım var.

Dudağımda bir tebessüm.

Gidiyorum.

Bu sene leyleği havada gördüm. İlk defa bir sene içinde bu kadar çok seyahate çıktım: Milano, Beyrut, Yunan Adaları'ndan sonra şimdi de istikametim Stockholm ve Kopenhag!



El öpelim, ailece buluşalım zamanları değil bayram benim için. Tatil bahanesi. 

Hani bunaldım kaçıyorum gibi bir durum da yok ortada. Aksine inanılmaz eğlendim son birkaç günde. 

Ev alma komşu al derler.

Benim bir komşum var, senelerce aynı ofiste çalışıp, aynı sokakta yaşadıktan sonra komşu olduğumuzu fark ettiğim... Matrak, güzel, becerikli, özgüvenli, rahat bir dişi. İnsan kendini onun yanında iyi hissediyor. 




Bir de bir minnoş köpeği var, hayatımda gördüğüm en tatlı yaratık. Kendi boyunda bir köpekli pofuduk bir terlik var, kocası sanıyor onu. Kocasını alıp kaç, saatlerce koş oyna bütün hayatını derdini tasanı unut. 




Geçenlerde bir gün ofis, Emniyet, okul üçgeni arasında koşturduktan ve okuldan çıktıktan sonra, iki şişe bira kaptım, eve geçmeden komşuma bir uğrayayım dedim. Şöyle bir saatliğine...Aşk acısı çeken küçük kuzenine akıl vereceğiz derken, plaklar, şaraplar, sohbet muhabbet, geçerken uğrayan insanlar... Hem şişelerin dibini hem de sabahı gördük. 




Cumartesi akşamı yine gecemiz birlikte başladı, komşucuğumun leziz mojitoları ile...




Oradan hooop Mojo'ya geçtik beraber Jukebox dinlemek için... Mojo yenilenmiş, güzelleşmiş. Üst katında sigara içilebilen bir bar alanı olmuş, alt katında canlı müzik performanslarına devam... 



Birlikte çılgınlar gibi dans ederken ve bir sürü tanıdık insan görüp ayak üstü laflamanın tadını çıkartırken ve kafam oldukça güzelken.... 

Şak diye çıktı karşıma.  Gülümseyerek bana bakıyor ve kısalarak rengi açılmış saçlarımın çok yakıştığını, abartmadığını kendimi bulduğumu söylüyordu.

Daha önce ben onunla birlikte çok zaman geçirirken, ayaklarımı yerden kesen saatlerce liseli kızlar gibi whatsuptan yazıştığım bir adamken, herkes soruyordu  "Ben bir şeyler duydum. Peki şimdi o senin neyin?" diye. Onlar benden çok başka bir cevap beklerken, dürüstçe "Sakallarına, sigara içişine, kokusuna, arkasından omuzlarına bakmaya hastayım. Aşırı erkeksi buluyorum onu. Hepsi bu." diyordum. Karşımdaki ağzı yamulmuş ne diyeceğini bilemez halde suratıma bakarken, keyifle gülüp, geçiyordum.  

Yazın son demlerinde birlikte gezdik, tozduk, eğlendik, birbirimize "domina", "paşa" ötesinde  sıfatlar vermedik, birbirimizin hiçbir şeyi olmadık. Ne birbirimizin hayatına girmeyi becerebildik, görünen o ki ne de tamamen çıkmayı...

O gece yine karşımda, elimden tutmuş muzur muzur gülümseyerek "Seni sahne önüne kaçıracağım." diyor. Birlikte shotları deviriyoruz, avaz avaz şarkılara eşlik ediyoruz, çılgınlar gibi de dans ediyoruz. Arkadaşlarımın şok içinde kafa hareketleri ile "Noluyor? Bu kim?"lerini savuşturuyorum. Çok eğleniyorum, umurumda değil. 

Bırak tutma beni. Kaybetsem de üzülmem asla. Ne boş kaygıların, korkma bana hiç bir şey olmaz. 'Yanlış' 'doğru' gibi eksik kalan bir satırsa... Ben böyleyim kendi yolumda. Hayat benim, her anımı yaşadıkça sevesim var. Aldırmam hiç yağmurlara. Benim güzel hatalarım var. Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan."


Bayram tatilinden bir gün önce ofiste bayramlaşıyoruz. Patronlarımız birer zarf içinde bayram harçlığı dağıtıyor bize. Yıllardır aynı ofisteyim, ilk defa böyle bir şey oluyor, süpriz! Bayram harçlıklarımızdan ilkini patronlarımızdan almış oluyoruz. 

Çantamda harçlığım, okula gitmek üzere ofisten çıkıyorum, bir arkadaşım arıyor. "Akşam ne yapıyorsun?" diye. Okuldayım dokuza kadar, diyorum. Bana süprizi olduğunu söylüyor.

"Yarım günde iki süpriz birden, bu tatil çok iyi geçecek" diye düşünüyorum. 

Çok uzun zamandır yapmak istediğim bir şeyi yapıyorum. Çok abuk, çok eğlenceli. Burada satır arasında değil, apayrı bir yazı olarak anlatacağım tabii ki. :)

Ertesi sabah uyanıp, sabah kahvemi içerken onunla telefonda geceyi anıyoruz, kahkahalar atarak. "İyi ki  seninle ben yirmili yaşlarımdayken tanışmamışım." diyor. Telefonu kapatırken, "Başka bir şey var mı isteyip de yapamadığın, gerçekleştirmek istiyorum" diyor. 

Aklıma geçen gün komşumda yaptığımız sohbet geliyor. Bizim yaş grubumuzdaki adamların gereğinden fazla kendi hayatlarına odaklı olduğu, yaşça daha büyük adamların bizi daha mutlu edebileceği ve benim inatla karşı çıktığım sav... Belki de doğru, diye düşünmeye başlıyorum ilk defa. 




Seyahatim için, en kalın kıyafetlerimden minik bir valiz hazırlarken, karşıma bir makale çıkıyor. 

"Duygusal hayatımız eksikliklerimizi ortaya koyar: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir varlığın hiç bir zaman korku, üzüntü, umut ve kızgınlık sebebi olmaz."

[Our emotional life maps our incompleteness: A creature without any needs would never have reasons for fear, or grief, or hope, or anger.]

James L. Harmon, Rilke'nin "Genç Şair'e Mektuplar"ından esinlenip, kültürel ikonlardan yola çıkarak,  yüzyıl sonra daha güncel ve modern bir gençlere tavsiyeler kitabı kaleme almış. Makale,  kitapta yer alan Martha Nussbaum'un mektubundan sıkı bir alıntı içeriyor. 

"İç dünyanızı bastırmayın." diye başlıyor. Hepimizin bir yandan oldukça dış görünüş meraklısı olup, en son çıkan obje ve dedikodularla meşgulken, diğer yandan da rahatımız ve kurtuluşumuz için çaresizce bir başkasına muhtaç olduğumuzu açıklıyor. Hakimiyetimizin ve özgürlüğümüzün arttığını sanırken aslında korku verecek derecede zayıf, tamamlanmamış ve başkalarına bağımlı hale geldiğimizi iddia ediyor.

Bağımsız, güçlü ve kendi kendine yeter olmaya çalışırken, duygularımızdan utanmaya başladığımızı ve onları sürekli bastırdığımızı, bunun sonucu olarak da ne hissettiğimize ve neye ihtiyacımız olduğuna yabancılaştığımızı açıklıyor. Bunun sonucunda da daha agresif  olduğumuzu ve zengin bir iç hayatın eksikliği yüzünden depresyona kapılmaya daha yatkın olduğumuzu... Dış dünyada sahip olduklarımızla kendimizi ölçerken, iç dünyamızda meydana gelenler için çok hazırlıksız kaldığımızı....

"Kendini seven bir insan, ihtiyaçlarından ve eksikliklerinden ürkmez, onları kabul eder ve bunları ifade edebilmeyi öğrenir. Anlatabilmek, gelişmekte önemli bir rol oynar. Başkaları hakkında hikayeler anlatmak, başkalarının çeşitli durumlarda ne hissedeceklerini anlamamızı sağlarken, aynı zamanda kendimiz hakkında da bir şeyler öğrenmemize yarar. Büyüdükçe, filmlerde, görsel sanatlarda, müziklerde çok daha karmaşık hikayelerle karşılaşır, böylece insanların hisleri ve iç dünyamız hakkında daha zengin ve iyi bir kavrayış geliştiririz. Bu yüzden iç dünyanızı bastırmayın, bunun yanı sıra bol bol okuyun, bol bol müzik dinleyin. Böylece içi boş kendinizle baş başa kalmaz, daha zengin bir hayata sahip olur ve başkaları ile daha güzel iletişim kurarsınız." diyor. 

Orijinalini okumak isterseniz buradan buyurun. 

Ben çok beğendim. Bu tatil için havalı bir kaçış organize edemeyenlerdenseniz, Martha Nussbaum'un tavsiyelerine kulak verin, bol bol film izleyin, müzik dinleyin, bu sayede bastırdığınız duygularınızı ve ihtiyaçlarınızı keşfedin. Bu tatili kendinize adayın.

Benimse zaten şu aralar hali hazırda duygularım bastırılmamış, şiddetli. O yüzden gönül rahatlığı ve keşfetme aşkı ile şimdilik başka diyarları görmeye gidiyorum, sizi bir kaç günlüğüne terk ediyorum. Dolu dolu fotoğrafla ve keşifle çok kısa süre sonra tekrar burada olacağım. 

Stokcholm ve Kopenhag ile ilgili bana tavsiye uçurmak isterseniz: e.sezenturker@gmail.com.

Hepinize harika bir bayram tatili diliyorum. Tadını çıkartın, önümüzde uzun bir süre başka tatil yok malum....

1 yorum:

pazariseverim dedi ki...

tabi kızım.30undan küçük erkeğe erkek demem ben. adam milleti 30dan sonra yaş alıyor. aşkolsun şimdiye kadar tadına bakmamış olmanı kınıyorum şekerim..vala 27 yaşımdayım 30 undan küçük adamları değil evime, içki masama bile almam ;) sevgilerrr iyi tatilleeerrr

Pinterest'im

Instagram'ım