Kendimi son günlerde canlı kanlı bir insandan ziyade, bir
romanın başkahramanı gibi hissediyorum.
Bir filmde izlesem “fazlası ile
gerçekten uzak” olarak nitelendirebileceğim şeyler yaşıyorum. İnanamıyorum: Olup bitenlere, olup bitiş şekline, içinde
bulunduğum duruma, kendi yaşadıklarıma ve hissettiklerime...
Hayat bazen gerçekten süprizlerle dolu.
Kelimelerimi toplamak için ne kadar uğraşsam, ne kadar tam
anlatmak için uğraşsam da eksik kalacakmış gibi geliyor.
Bir adamla tanıştım.
Artık biraz yalnız kalmam gerektiğine karar vermişken... Hayatıma
hiçbir sıfatla, hiçbir şekilde, hiç bir adamı sokmadan, kendi başıma ve kafa
dinleyerek bir yaz geçirmek konusunda kararlıyken...
Onun sayesindekeşfettiğim –ve bayıldığım- BackBar’da,
çimlerin üzerine yerleştirilmiş şezlongta uzanmış, Aperol Spritz’imi
yudumlarken ve anlattığı askerlik anılarını kahkahalarla dinlerken çok
eğleniyordum; ama birkaç gün sonra San Fransisco’ya geri döneceği için o
gecenin onu son görüşüm olacağını düşünüyordum.
Çalıştığım ofisin tam karşısındaki apartmanda yaşadığını,
aslında benim çalışırken onun yatak odasına karşı baktığımı elbette ki
bilmiyordum.
Onunla sonraki günleri birlikte geçireceğimi, ben sabah
makyajımı yaparken elbisemin fermuarını kapatacağını, göğsüne yatmış film
izlerken kendimi sanki o adamı çok ama çok uzun zamandır tanıyormuşum gibi
hissedeceğimi, gün içinde rüzgar estiğinde saçıma sinen çam kokulu parfümünün
kokusunu alınca içimin eriyeceğini, onda kaldığım her gün küpemin bir tekini
kaybedeceğimi, o “Geri gelmek için bir taktik mi bu?” diye bana takıldığında, “Geri
gelmek için bir taktiğe ihtiyacım olduğunu bilseydim dandik küpeler yerine daha
kıymetli şeyler takardım.” diyebilecek kadar rahat hissedeceğimi, elime inanılmaz iyi bir espresso tutuştutup, kırışık
beyaz t-shirtu ve cin gibi gözleriyle karşıma oturduğunda o sabahlardan
yüzlerce yaşamak isteyeceğimi, buralardan uzaktayken özlediği baklavaya kavuştuğunda
yolladığı fotoğrafa baktığımda aklımdan geçen cümlenin “Senin ağzını yüzünü
yerim ben.” olacağını da bilemezdim.
Hatta oldukça hayalperest bir kadın olmama rağmen, bu kadarını hayal bile
edemezdim.
“Düşünsene” demiştim.
“Karşılıklı pencelerde olup, hiç yollarımız kesişmeyebilirdi bile.”
Her tatilde koşa koşa şehirden uzaklaşan biri olarak, çantamla
havalimanına giderken, kendimi “Bayram tatili de birkaç hafta sonra olaymış
iyiymiş.” diye düşünürken yakalamamın şokunu üstünden atlatamamışken, o “Sanki seni aylardır tanıyormuşum gibi
hissediyorum.” dediği anda rahatlamıştım: Kendi kendime tek taraflı olarak
kafayı yememiştim, gerçekten ortada gerçek dışı olacak kadar garip ve çok güzel
bir şey vardı.
Hikayenin bir sonu yok. Her şey olabilir. Hiç bir şey
olmayabilir.
Önemli olan da bu değil zaten. Kendisini “fazla mantıklı ve
duygusuz bir kadın mıyım?” diye sorgulayan bir kadının birkaç gün önce
tanıştığı, daha önce varlığından bile haberdar olmadığı bir adamdan birkaç gün
ayrı kalacağı için kendisini buruk hissedebileceğini deneyimlemiş olması bile inanılmaz
güzel.
Hayat gerçekten bizim düşündüğümüzden daha sürprizlerle dolu,
böyle şeyler sadece romanlarda ve filmlerde olmuyor ve kendinizi başkası
anlatsa “saçma” olarak nitelendireceğiniz olayların baş kahramanı olarak
bulabiliyorsunuz.
Hepinize iyi bayramlar dilerim. Sürprizleriniz bol olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder