Gece oldukça geç yatmış olmamıza rağmen sabah erkenden kalkıyoruz. Çünkü o gün Salvador Dali'nin doğmuş olduğu Girona şehrine bağlı minik İspanyol kabası Figueres'e gitmeye niyetliyiz.
Resepsiyonda çalışanlara sorduğumuz onlarca soru ve internetten yaptığımız araştırmalar sonucunda buraya gitmenin en iyi yolunun Passeig de Gracia metro durağı ile aynı yerden kalkan RENFE isimli trenlere binmek olduğunu öğreniyoruz.
Passeig de Gracia'ya kadar kahve içmeden gitmemiz ihtimal dahilinde dahi bulunmadığından yolumuzun üzerindeki çok tatlı Panaria isimli fırında çok lezzetli bir sandviç ve bir kahve ile kahvaltımızı yaptıktan sonra yola devam ediyoruz.
Kişi başı tek yön 12 Euro karşılığında biletlerimizi aldıktan sonra, Barselona ile vedalaşıp Figueres'e doğru yola çıkıyoruz. Aralarındaki mesafe yaklaşık 140 kilometre ve iki saatten biraz az süre sonra Figueres'e ayak basıyoruz.
Tren istasyonunun hemen çıkışında, bir turist noktası var. Orada hangi ülkeden geldiğinize ve geliş amacınıza ilişkin bir liste doldurduktan sonra, elinize kasabanın bir haritasını tutuştuyorlar.
Aslında o kadar minik bir kasaba ki, harita olmadan da pekala Dali Müzesi'ni bulabilirsiniz. İstasyondan sonra dümdüz devam edince, çok güzel parklı bir meydana çıkıyorsunuz, oradan sağa döndüğünüzde zaten sokak Dali ruhu kokmaya başlıyor.
Çok geçmeden de tepesinde kocaman yumurtalar kondurulmuş kocaman bir bina karşınıza çıkıyor. Çok tatlı matrak ve abuk detaylar da binayı süslüyor.
Müze gezmeyi hiç sevmem diyenlerin bile inanılmaz keyif alabileceği bir müze burası. Çünkü her bir köşede ayrı bir sürpriz karşılıyor gezenleri. İçerideki her şey abartılı, abuk, şaşırtıcı ve güzel. Bugüne kadar Dali eserlerinin sergilendiği pek çok sergi gezdim, hiç biri Dali'yi bu kadar iyi yansıtmıyordu. O yüzden bir fırsatını bulursanız buraya gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Müzeyi gezerken Dali'nin her dönem takıntı haline getirdiği bir obje olduğunu fark edeceksiniz. Bir dönem taşlara takmış, taşları birbirine insan formunda tutuşturarak resimlerini yapmış; bir dönem sandalyelere takmış, sandalyeleri kullanarak çeşitli heykeller yapmış; bir dönem Gala'ya takmış sürekli onu resmetmiş...
Müzenin salonlarının arasında yürüdüğünüz koridorlarda da Dali'nin pek çok heykeli var. Bütün bu eser zenginliği arasında, müzenin şüphesiz dört kısmı en çok ilgi çeken ve fotoğraflanan dört kısmı var.
Bunlardan ilki müze binasının avlusu. Avludan görünen cam kubbenin altında, Dali ve sevgilisi Gala uyuyor. Her bir pencerenin önündeki altın rengine boyanmış vücut figurlerinin süslediği avlunun ortasında, siyah bir Cadillac araba, üzerinde bir kadın figürü ve en tepesinde de bir zamanlar Gala'ya ait olan bir kayık var. Kayığın altından sarkanlar ise prezervatifmiş! Bu eserin adı da "Yağmur ve Cadillac"
İkincisi merdivenlerden çıkıp mercekten baktığınızda, 30'lu yılların ünlü Hollywood yıldızı Mae West'in yüzünü gördüğünüz, iki tablo, bir burun ve dudak şeklinde bir koltuktan oluşan eser.
Üçüncüsü "Büyük Salon" olarak anılan kısım. Burada Labyinth adlı eseri bütün bir duvarı kaplıyor ve bu benim hayatımda gördüğüm en büyük tablo.
Resepsiyonda çalışanlara sorduğumuz onlarca soru ve internetten yaptığımız araştırmalar sonucunda buraya gitmenin en iyi yolunun Passeig de Gracia metro durağı ile aynı yerden kalkan RENFE isimli trenlere binmek olduğunu öğreniyoruz.
Passeig de Gracia'ya kadar kahve içmeden gitmemiz ihtimal dahilinde dahi bulunmadığından yolumuzun üzerindeki çok tatlı Panaria isimli fırında çok lezzetli bir sandviç ve bir kahve ile kahvaltımızı yaptıktan sonra yola devam ediyoruz.
Kişi başı tek yön 12 Euro karşılığında biletlerimizi aldıktan sonra, Barselona ile vedalaşıp Figueres'e doğru yola çıkıyoruz. Aralarındaki mesafe yaklaşık 140 kilometre ve iki saatten biraz az süre sonra Figueres'e ayak basıyoruz.
Aslında o kadar minik bir kasaba ki, harita olmadan da pekala Dali Müzesi'ni bulabilirsiniz. İstasyondan sonra dümdüz devam edince, çok güzel parklı bir meydana çıkıyorsunuz, oradan sağa döndüğünüzde zaten sokak Dali ruhu kokmaya başlıyor.
Çok geçmeden de tepesinde kocaman yumurtalar kondurulmuş kocaman bir bina karşınıza çıkıyor. Çok tatlı matrak ve abuk detaylar da binayı süslüyor.
Müze gezmeyi hiç sevmem diyenlerin bile inanılmaz keyif alabileceği bir müze burası. Çünkü her bir köşede ayrı bir sürpriz karşılıyor gezenleri. İçerideki her şey abartılı, abuk, şaşırtıcı ve güzel. Bugüne kadar Dali eserlerinin sergilendiği pek çok sergi gezdim, hiç biri Dali'yi bu kadar iyi yansıtmıyordu. O yüzden bir fırsatını bulursanız buraya gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Müzeyi gezerken Dali'nin her dönem takıntı haline getirdiği bir obje olduğunu fark edeceksiniz. Bir dönem taşlara takmış, taşları birbirine insan formunda tutuşturarak resimlerini yapmış; bir dönem sandalyelere takmış, sandalyeleri kullanarak çeşitli heykeller yapmış; bir dönem Gala'ya takmış sürekli onu resmetmiş...
Müzenin salonlarının arasında yürüdüğünüz koridorlarda da Dali'nin pek çok heykeli var. Bütün bu eser zenginliği arasında, müzenin şüphesiz dört kısmı en çok ilgi çeken ve fotoğraflanan dört kısmı var.
Bunlardan ilki müze binasının avlusu. Avludan görünen cam kubbenin altında, Dali ve sevgilisi Gala uyuyor. Her bir pencerenin önündeki altın rengine boyanmış vücut figurlerinin süslediği avlunun ortasında, siyah bir Cadillac araba, üzerinde bir kadın figürü ve en tepesinde de bir zamanlar Gala'ya ait olan bir kayık var. Kayığın altından sarkanlar ise prezervatifmiş! Bu eserin adı da "Yağmur ve Cadillac"
Burnumuza gelen leziz kokuları takip ettiğimizde hemen müzenin çıkışının karşısındaki sokakta bulunan Cataluna Amor Meu'nun önünde buluyoruz kendimizi. Soğuk bir bira içip, biraz tapas yemek için oturuyoruz. Gerçekten leziz kokuların hakkını veriyor, tapaslar oldukça lezzeti. Ama düşünebildiğimiz tek şey tabii ki yalnızca Dali ve Gala!
Molamızdan sonra da tasarımlarını Dali'nin yaptığı mücevher müzesini geziyoruz. Burayı atlamanız oldukça olası, çünkü müzeden çıkışta, böyle bir kısım olduğuna ilişkin hiç bir hatırlatma yok. Bu nedenle, aklınızın bir kenarında bulunsun. Fazla doz Dali güzeldir.
Keşifle ve absürd kalın!
2 yorum:
Uzun süredir yazıları soluksuz okuyorum Sezen. Yorum yapmak da istedim, nedense sonraya bıraktım hep. Ama iyi olduğunu da satırlardan hissettim. Hani buhrandan çok, yeniliğe doğru koşan bir Sezen vardı yazılarında. Sen gezdikçe keşfettikçe sen oluyorsun. Senin gözünden okumayı ülkeleri, şehirleri çok seviyorum. Hep keyifle ve seyahatle kal arkadaşım. (ekimde barselona ile başlayan manyak bir rota planımız var. Umarım gerçekleşir, bu kasabayı da ekledim listeye harikasın!)
Sadece şu yazıyı okurken bile içim kımıl kımıl oldu, bir de orada olsam ne olurdum acaba! :))
Gezen ayaklarına, fotoğraflayan ve yazan ellerine sağlık Sezen, pek güzeldi. :)
Yorum Gönder