Bazen okuduğun bir kitabın hayatını değiştirme ihtimali olduğunu sezersin. Sayfaları arasında geçirdiğin saatler, senin ezberlerini bozar, gözünü açar, kendi içindeki çelişkilerini yüzüne vurur.
Fakat sana sunduğu bu yeni bakış açısını koruyabilecek misin, yoksa kitabı okuyup bitirdikten sonra tamamen unutacak mısın kestiremezsin. O yüzden ihtimal diyorum, hayatında bir değişiklik yapıp yapmayacağını şimdiden bilemezsin.
Bende böyle yepyeni kapılar açan bir kitap benim karşıma çıkabileceği en harika zamanda çıktı.
Bir pazar gecesi İstanbul'a dönmüşüm, saat gece yarısı, ertesi gün işe gideceğim ve Atatürk Havalimanı'ndayım. O beni adaya çağırıyor. Sabaha kadar ay izleyeceğiz, sonra da ilk vapur ile İstanbul'a döneceğiz.. "Gerçekten gelir misin?" diye soruyor heyecanla. "San Francisco'ya geldiğimi unutuyorsun, ada nedir?" diyorum. Bu plan harika olmakla birlikte hiçbir mantıklı tarafı yok; ama biz zaten absürdlüklerimizle güzeliz. Gelgelelim gitmek için tek seçeneğim deniz taksi ve o gece arıza nedeniyle hizmet veremiyorlar. Telefonda bir yandan alternatif bir yol bulmaya çalışıyoruz, bir yandan da bu plan yatarsa ertesi gün öğle molasında mı, akşam mı buluşuruz diye konuşuyoruz.
Ben öğlen buluşmak konusunda mutabık kaldığımızı düşündüğümden, öğlen ne alemde olduğunu soruyorum. "Beş dakikaya evden çıkıyorum." dediği anda öfkeleniyorum. Akşam da sırf cadalozluk yapmak için gidiyorum yanına. "Sakin ol lütfen, sadece dört saat sonra buluştuk." diyor. Ben sakin filan olamıyorum, çok kızgınım. Altı üstü bir yanlış anlaşılma olduğunu bana anlatmaya çalışıyor; ama ben konuştukça konuşuyorum, beni dinliyor dinliyor, sonunda sakince "Sezen, bak bu özlemek değil, bu ego." diyor. Sonradan düşünüyorum, gerçekten özlemek olsa, dört saat sonra buluştuğumuzda arıza çıkartmak yerine, hasret gideriyor olurdum. Sinirlendiğim şey, benim yerime başka bir şeyi tercih etmiş olmasıydı. Yani gerçekten olay çıkarmamın sebebi, benim sevgili küçük egomdu.
Birkaç hafta sonra bir arkadaşımla buluştuğumuzda, kıskançlık dediğimiz şeyin aslında ego olup olmadığını tartışıyoruz. Buna harika bir örnek veriyor: Kız arkadaşından ayrıldıktan birkaç gün sonra, kızın başka bir adamla cüretkar bir fotoğraf paylaşması üzerine, ne kadar öfkelendiğini, gidip adamı öldürme arzusuna kapıldığını anlatıyor. Sonra adam hakkında biraz araştırma yapıp, eğitim, kariyer, sosyal hayat, görünüş gibi her açıdan kendisinden vasat olduğuna karar verdiğinde bütün öfkesinin kaybolup gittiğini...
Aklıma aldatıldığını öğrenen bir arkadaşlarımla oturup, yeni kızı bütün sosyal mecradan süzmemiz geliyor. Kesinlikle bizim kızın her açıdan çok daha iyi olduğuna karar verdiğimizde nasıl rahatlamıştık! Halbuki mantıklı oturup düşünsek, her zaman "en iyi"yi seçmiyoruz, birini arzulamak, birini tercih etmek onun "en iyi" olmasıyla alakalı değil. Toplum kurallarına göre iyi (güzel/yakışıklı, düzgün aile, kariyer vs gibi kalıplar) kimi arzulayacağımızı, kiminle iyi anlaşacağımızı belirlemiyor ki! O kendiliğinden olan bir şey. Sadece senden sonra tercih edilenin, bu kalıplara göre senden daha aşağıda olması, egonu rahatlatıyor. Olay sevgi olsa, asıl mesela kızın nasıl olduğu değil, adamı kaybetmiş olmak olurdu.
Her dönem belli bir konuya takarım ben, işte geçtiğimiz haftalarda da sürekli aklımda bu ego konusunu, ilişkideki kıskançlıkları, bunların sebeplerini evirip çevirirken, havalimanında saatlerce beklemem gereken bir anda çıkıverdi karşıma: Osho - Tantra Dönüşümü Aşk ve Meditasyon. Ve arka kapağında karşı konulması imkansız bir cümle vardı; "Aşk seni neredeyse tamamen değiştirir; o yeni bir doğumdur. Bir kadını veya erkeği sevmeden önceki kişi asla değilsin."
Tantra görüşüne göre, her ne anlama gelirse gelsin, karşındaki kişinin özgürlüğüne hiçbir müdahalede bulunmaman gerekiyor. Eğer bir insanı gerçekten seviyorsan, onun özgürlüğünü de seveceksin ve o da senin özgürlüğünü... Bu kitap ve dolayısıyla tantra, sahip olmaya başladığın ve diğerinin bireyselliğini yok etmeye başladığın an, müthiş değerli ve bir daha asla tekrar yerine konulamayacak bir şeyi yok ettiğini; özgürlük verilmediği sürece, onun aşk değil, bir tür ego oyunu olduğunu savunuyor.
Bu bakımdan da harika bir benzetme yapıyor: "İki sevgili, bir tapınağın iki sütunu gibidir. Eğer tapınağın iki sütunu birbirine çok yaklaşırsa, tapınak çökecek desteksiz kalacaktır. Sevgililer de öyle olmalıdır: Ayrı, bireysel ve ortak bir şeyi destekler halde."
Günlerce sayfalarının arasında kendimi kaybettim. Bazı kısımları benim için fazla spirütüeldi, kesinlikle anlayamadım veya ilgilenmedim. Ama anladıklarım bile bana yetti. Bu kitabı okurken, yüzleştim: Toplumun bütün kalıp kurallarına yıllardır ayak direrken, bir ilişkinin nasıl olması gerektiği konusunda toplumun genel doğrularına nasıl sıkışıp kaldığımla... Hayatıma giren adamların görüştüğü her kadın bakımından içten içe bir şüpheye kapıldığımla... Aslında bir çiftin birbirinden ayrı zaman geçirmesinin ve eğlenmesinin her zaman sağlıklı bir iletişimin devamı için şart olduğunu şiddetle savunmamla çelişkili olarak, aslında gittikleri her yere laf olsun diye bile olsa beni davet etmelerini beklediğimle... Pek çok noktada "özlemek" veya "sevmek" gerekçeleri ile çıkardığım olayların arkasında aslında sevgili egomun yattığıyla...
Bu aralar pek yazamadım. Çok seyahat ediyorum, çok fazla etkinlik var, gibilerinden bir bahane de bulmayacağım. Çünkü şu andakinden çok daha yoğun dönemlerimde bile her zaman yazmaya fırsat buldum. Bu aralar sanırım sonbaharın bünyemdeki etkisi, zihnimin içi çok dolu. Çok okuyorum, çok sorguluyorum. Yeni yazıların yokluğunda, biraz bu konularda kafa patlatmak isteyenler için kitaptan en sevdiğim kısımlar karşınızda:
Olgunlaşmamış kişiler aşık olduğunda, bibirinin özgürlüğünü yok eder, bir esaret yaratır, bir hapishane yaratır. Olgunlaşmış aşklar birbirine özgür olmak için yardım eder ve aşk özgürlük içinde aktığında güzellik vardır.
Eğer kocanı değiştirebiliyor olsa ve gerçekten onu tamamen değiştirebilecek kadar güçlü olsan, o adamı sevecek misin? O sadece senin tarafından bir araya getirilmiş bir şey olacak. Hiçbir gizemi olmayacak, hiç ruhu olmayacak, kendinden gelen bir bütünlüğü olmayacak ve senin tarafından keşfedilecek hiçbir şeyi olmayacak. İlgini kaybedeceksin; tam bir "ev yapımı" olacak.
Seks sevginin tamamı değildir, bu doğru, sevgi seksten daha fazlasıdır; fakat seks onun mutlak temelidir.
Sen kendi dünyanı yaratırsın. Senin dünyan senden dışarı yansıyandır.
İzle: Bir şey yaptığında onu dikkatle, farkındalıkla mı, yoksa robot gibi mi yapıyorsun? Ve yüz tanenin doksandokuzunda makine gibi davrandığını göreceksin. Fakat biraz tetikte olmaya başlarsan, o farkındalık, bir insan olmana yardım edecek.
Hizmetkarlar hizmet etmezler, görevlerini yaparlar. Görev, beş harfli çirkin bir kelimedir. Yapmak zorundadır, içinde bir güzellik yoktur, neşe yoktur. Öyleyse hizmet et; fakat asla bir hizmetkar olma.
Duygularını canlandırmak için hiçbir fırsatı kaçırma. Bütün fırsatları kullan. Duşun altında otururken, üzerine dökülen suyun dokunuşunu hisset. İnsanlara daha çok dokun. Kumların sesini dinle, denizin sesini dinle. Duyularını alışkanlıklarından özgürleştir. Alışkanlıklar donukluğun esas sebebidir; bir şeyleri yapmanın yeni yollarını bul. Sevmenin yeni yollarını icat et. İnsanlar çok korkuyor.
Yaşam sadece tehlikeli yaşayanlar tarafından yaşanır. Yaşam sadece maceraperest olanlar cesur olanlar tarafından yaşanır; yaşam sadece onlarındır. Yaşam kayıtsız insanların değildir.
(Osho, Tantra Dönüşümü, Aşk ve Meditasyon, Ganj Yayınları, 258 sayfa)
Duygularınızı düşüncelerinizi keşfederek kalın!
Fakat sana sunduğu bu yeni bakış açısını koruyabilecek misin, yoksa kitabı okuyup bitirdikten sonra tamamen unutacak mısın kestiremezsin. O yüzden ihtimal diyorum, hayatında bir değişiklik yapıp yapmayacağını şimdiden bilemezsin.
Bende böyle yepyeni kapılar açan bir kitap benim karşıma çıkabileceği en harika zamanda çıktı.
Bir pazar gecesi İstanbul'a dönmüşüm, saat gece yarısı, ertesi gün işe gideceğim ve Atatürk Havalimanı'ndayım. O beni adaya çağırıyor. Sabaha kadar ay izleyeceğiz, sonra da ilk vapur ile İstanbul'a döneceğiz.. "Gerçekten gelir misin?" diye soruyor heyecanla. "San Francisco'ya geldiğimi unutuyorsun, ada nedir?" diyorum. Bu plan harika olmakla birlikte hiçbir mantıklı tarafı yok; ama biz zaten absürdlüklerimizle güzeliz. Gelgelelim gitmek için tek seçeneğim deniz taksi ve o gece arıza nedeniyle hizmet veremiyorlar. Telefonda bir yandan alternatif bir yol bulmaya çalışıyoruz, bir yandan da bu plan yatarsa ertesi gün öğle molasında mı, akşam mı buluşuruz diye konuşuyoruz.
Ben öğlen buluşmak konusunda mutabık kaldığımızı düşündüğümden, öğlen ne alemde olduğunu soruyorum. "Beş dakikaya evden çıkıyorum." dediği anda öfkeleniyorum. Akşam da sırf cadalozluk yapmak için gidiyorum yanına. "Sakin ol lütfen, sadece dört saat sonra buluştuk." diyor. Ben sakin filan olamıyorum, çok kızgınım. Altı üstü bir yanlış anlaşılma olduğunu bana anlatmaya çalışıyor; ama ben konuştukça konuşuyorum, beni dinliyor dinliyor, sonunda sakince "Sezen, bak bu özlemek değil, bu ego." diyor. Sonradan düşünüyorum, gerçekten özlemek olsa, dört saat sonra buluştuğumuzda arıza çıkartmak yerine, hasret gideriyor olurdum. Sinirlendiğim şey, benim yerime başka bir şeyi tercih etmiş olmasıydı. Yani gerçekten olay çıkarmamın sebebi, benim sevgili küçük egomdu.
Birkaç hafta sonra bir arkadaşımla buluştuğumuzda, kıskançlık dediğimiz şeyin aslında ego olup olmadığını tartışıyoruz. Buna harika bir örnek veriyor: Kız arkadaşından ayrıldıktan birkaç gün sonra, kızın başka bir adamla cüretkar bir fotoğraf paylaşması üzerine, ne kadar öfkelendiğini, gidip adamı öldürme arzusuna kapıldığını anlatıyor. Sonra adam hakkında biraz araştırma yapıp, eğitim, kariyer, sosyal hayat, görünüş gibi her açıdan kendisinden vasat olduğuna karar verdiğinde bütün öfkesinin kaybolup gittiğini...
Aklıma aldatıldığını öğrenen bir arkadaşlarımla oturup, yeni kızı bütün sosyal mecradan süzmemiz geliyor. Kesinlikle bizim kızın her açıdan çok daha iyi olduğuna karar verdiğimizde nasıl rahatlamıştık! Halbuki mantıklı oturup düşünsek, her zaman "en iyi"yi seçmiyoruz, birini arzulamak, birini tercih etmek onun "en iyi" olmasıyla alakalı değil. Toplum kurallarına göre iyi (güzel/yakışıklı, düzgün aile, kariyer vs gibi kalıplar) kimi arzulayacağımızı, kiminle iyi anlaşacağımızı belirlemiyor ki! O kendiliğinden olan bir şey. Sadece senden sonra tercih edilenin, bu kalıplara göre senden daha aşağıda olması, egonu rahatlatıyor. Olay sevgi olsa, asıl mesela kızın nasıl olduğu değil, adamı kaybetmiş olmak olurdu.
Her dönem belli bir konuya takarım ben, işte geçtiğimiz haftalarda da sürekli aklımda bu ego konusunu, ilişkideki kıskançlıkları, bunların sebeplerini evirip çevirirken, havalimanında saatlerce beklemem gereken bir anda çıkıverdi karşıma: Osho - Tantra Dönüşümü Aşk ve Meditasyon. Ve arka kapağında karşı konulması imkansız bir cümle vardı; "Aşk seni neredeyse tamamen değiştirir; o yeni bir doğumdur. Bir kadını veya erkeği sevmeden önceki kişi asla değilsin."
Tantra görüşüne göre, her ne anlama gelirse gelsin, karşındaki kişinin özgürlüğüne hiçbir müdahalede bulunmaman gerekiyor. Eğer bir insanı gerçekten seviyorsan, onun özgürlüğünü de seveceksin ve o da senin özgürlüğünü... Bu kitap ve dolayısıyla tantra, sahip olmaya başladığın ve diğerinin bireyselliğini yok etmeye başladığın an, müthiş değerli ve bir daha asla tekrar yerine konulamayacak bir şeyi yok ettiğini; özgürlük verilmediği sürece, onun aşk değil, bir tür ego oyunu olduğunu savunuyor.
Bu bakımdan da harika bir benzetme yapıyor: "İki sevgili, bir tapınağın iki sütunu gibidir. Eğer tapınağın iki sütunu birbirine çok yaklaşırsa, tapınak çökecek desteksiz kalacaktır. Sevgililer de öyle olmalıdır: Ayrı, bireysel ve ortak bir şeyi destekler halde."
Günlerce sayfalarının arasında kendimi kaybettim. Bazı kısımları benim için fazla spirütüeldi, kesinlikle anlayamadım veya ilgilenmedim. Ama anladıklarım bile bana yetti. Bu kitabı okurken, yüzleştim: Toplumun bütün kalıp kurallarına yıllardır ayak direrken, bir ilişkinin nasıl olması gerektiği konusunda toplumun genel doğrularına nasıl sıkışıp kaldığımla... Hayatıma giren adamların görüştüğü her kadın bakımından içten içe bir şüpheye kapıldığımla... Aslında bir çiftin birbirinden ayrı zaman geçirmesinin ve eğlenmesinin her zaman sağlıklı bir iletişimin devamı için şart olduğunu şiddetle savunmamla çelişkili olarak, aslında gittikleri her yere laf olsun diye bile olsa beni davet etmelerini beklediğimle... Pek çok noktada "özlemek" veya "sevmek" gerekçeleri ile çıkardığım olayların arkasında aslında sevgili egomun yattığıyla...
Bu aralar pek yazamadım. Çok seyahat ediyorum, çok fazla etkinlik var, gibilerinden bir bahane de bulmayacağım. Çünkü şu andakinden çok daha yoğun dönemlerimde bile her zaman yazmaya fırsat buldum. Bu aralar sanırım sonbaharın bünyemdeki etkisi, zihnimin içi çok dolu. Çok okuyorum, çok sorguluyorum. Yeni yazıların yokluğunda, biraz bu konularda kafa patlatmak isteyenler için kitaptan en sevdiğim kısımlar karşınızda:
Olgunlaşmamış kişiler aşık olduğunda, bibirinin özgürlüğünü yok eder, bir esaret yaratır, bir hapishane yaratır. Olgunlaşmış aşklar birbirine özgür olmak için yardım eder ve aşk özgürlük içinde aktığında güzellik vardır.
Eğer kocanı değiştirebiliyor olsa ve gerçekten onu tamamen değiştirebilecek kadar güçlü olsan, o adamı sevecek misin? O sadece senin tarafından bir araya getirilmiş bir şey olacak. Hiçbir gizemi olmayacak, hiç ruhu olmayacak, kendinden gelen bir bütünlüğü olmayacak ve senin tarafından keşfedilecek hiçbir şeyi olmayacak. İlgini kaybedeceksin; tam bir "ev yapımı" olacak.
Seks sevginin tamamı değildir, bu doğru, sevgi seksten daha fazlasıdır; fakat seks onun mutlak temelidir.
Sen kendi dünyanı yaratırsın. Senin dünyan senden dışarı yansıyandır.
İzle: Bir şey yaptığında onu dikkatle, farkındalıkla mı, yoksa robot gibi mi yapıyorsun? Ve yüz tanenin doksandokuzunda makine gibi davrandığını göreceksin. Fakat biraz tetikte olmaya başlarsan, o farkındalık, bir insan olmana yardım edecek.
Hizmetkarlar hizmet etmezler, görevlerini yaparlar. Görev, beş harfli çirkin bir kelimedir. Yapmak zorundadır, içinde bir güzellik yoktur, neşe yoktur. Öyleyse hizmet et; fakat asla bir hizmetkar olma.
Duygularını canlandırmak için hiçbir fırsatı kaçırma. Bütün fırsatları kullan. Duşun altında otururken, üzerine dökülen suyun dokunuşunu hisset. İnsanlara daha çok dokun. Kumların sesini dinle, denizin sesini dinle. Duyularını alışkanlıklarından özgürleştir. Alışkanlıklar donukluğun esas sebebidir; bir şeyleri yapmanın yeni yollarını bul. Sevmenin yeni yollarını icat et. İnsanlar çok korkuyor.
Yaşam sadece tehlikeli yaşayanlar tarafından yaşanır. Yaşam sadece maceraperest olanlar cesur olanlar tarafından yaşanır; yaşam sadece onlarındır. Yaşam kayıtsız insanların değildir.
(Osho, Tantra Dönüşümü, Aşk ve Meditasyon, Ganj Yayınları, 258 sayfa)
Duygularınızı düşüncelerinizi keşfederek kalın!
3 yorum:
sütunlarla ilgili olan alıntı aklıma Halil Cibran'ın Evlilik üzerine olan şiirini getirdi. Belki Osho da ordan alıntılamıştır. Konuyla ilgili olarak ona da bi bakabilirsiniz.
Eğer büyük bir finansal kriz vardır ve acil yardıma ihtiyacım var? Charity Kurumu Afrika her ve herkes mutlu bir hayat olsun ve yatırım ve daha fazla para kazanmak için bir şans verdi !!! Biz yetenekli müşteri ve kadar% 3 faiz oranı düşük bir faiz oranı hızlı ve kolay onay sunuyoruz. İlgilenen kişiler Bay Johnson Lukejohnson@charitycorporationafrica.com~~dobj irtibata geçebilirsiniz
SCOLA CLARK Do not believe a never cheat money from people who want to constantly please
BU KADIN TAM BİR DOLANDIRICI ASLA İNANMAYIN
Yorum Gönder