22 Kasım 2015

İstanbul'dan keşifler: Forno Balat, Coffee Department, The Barley, Roka Pera, Veranda Pera

"Ne kadar çok seyahat ediyorsun!", "Seyahat ile bağlantılı bir iş yapmayı düşünmüyor musun?", "Abartmaya başladın bence, biraz da İstanbul'da dursan...", "Helal olsun, bayılıyorum sana, bana başka şehirleri keşfetmek konusunda ilham veriyorsun." benzeri cümleleri neredeyse her gün duyuyorum.

Bazen daha derin sorular da geliyor: "Bir şeyden kaçıyor veya bir şeyi arıyor olabilir misin?", "İstanbul'da yaşamaktan mı sıkıldın acaba sen?" gibi...

Böyle zamanlarda oturup düşünüyorum, gerçekten sıkıldım mı, bir arayış içinde miyim, diye. Sonra fark ediyorum ki, oturup planlayarak veya bir amaç için başlamadım ben seyahat etmeye. Bu benim her zaman hayatımın olağan bir parçasıydı.

Çünkü ben zaten düzenli olarak seyahatlere çıkan bir ailede doğdum. Annemin gençliği, babasının işleri nedeniyle, arabayla Almanya'ya gidip gelerek geçmiş; babam ise çocukluğundan beri, otogar işi yapan dedemin peşinden bütün Türkiye'yi arşınlayarak... Evlendikleri zaman, bir araba ve bir çadırla bütün Türkiye'nin sahillerini kamp yapa yapa gezmişler, rakı sofrasında otururken bir geyik üstüne kalkıp Nemrut'a tırmanmışlıkları bile var.

Daha kendimi bilmediğim kadar küçük olduğum yaşlarda, uyumayı reddedip huysuzluk yaptığım gecelerde, beni arabaya bindirip gezdirdikleri anda sakinleşir ve mışıl mışıl bir uykuya dalarmışım. Adana'da geçirdiğim çocukluk yıllarımda, her haftasonu Toros Dağları'nın eteğindeki yayla evimize; yazları yüzmek için Bodrum'a, sık sık İstanbul'da yaşayan anneannem ile aile dostlarını ziyarete gidip gelirdik. Bunlardan hiçbirini yapmıyorsak bile günü birlik Mersin'e balık yemeğe giderdik. Daha sonra ilkokul yıllarımda lisanslı yüzücü olarak şehir dışı yüzme yarışlarına gitmeye; ortaokulda da Almanca öğrenmem sebebiyle yaz tatillerinde Almanya'ya ve Avusturya'ya gitmeye başladım.

Annemle babamın da hakkını yememem lazım. Bugüne kadar hiçbir zaman tipik evhamlı ve cesaret kırıcı anne baba yaklaşımı sergilemediler. Her zaman seyahatlerimi teşvik ettiler. Tek başıma ilk şehir dışı yüzme yarışına gittiğimde yedi, tek başıma yurtdışına çıktığımda 12 yaşındaydım. Sonraki yıllarda annem ve babamla farklı şehirlerde yaşamamız da seyahat etmeyi, hayatımızın olağan bir parçası haline getirdi.

Zaman içinde, hem uçak biletleri çok ucuzladı hem de ben daha pratik hale geldim. Dünyanın bir ucuna bir kabin boy bagaj ile gidip de, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan bir haftayı devirdiğimde, valiz yapmayı gerçekten öğrendiğime karar verdim. Gittikçe daha çok gidesim geldi, keşfettikçe keşfedesim... Bütün bunlar sonucunda bu sene hayatımda en çok seyahat ettiğim sene oldu. Sanırım İstanbul'da toplamda on haftasonu ancak geçirmişimdir.Harika insanlar tanıdım, muhteşem keşifler yaptım, bir sürü anı biriktirdim.


Ama İstanbul'dan sıkılmam söz konusu bile değil. Çünkü İstanbul, sürekli harika etkinlikler ve sürekli yeni açılan mekanlar ile sonsuz bir keşif imkanı sunuyor. 

İstanbul'da biraz yenilerin peşine düşmek isterseniz, son zamanlardaki keşiflerim huzurlarınızda:



Balat, İstanbul'da yaşayanların pek de yolunu düşürmediği bir bölgeyken, ardı ardına açılan cafeler, restoranlar, vintage butikler ve otellerle hızla popülerleşen bir semte dönüşmeye başladı. Bu yüzden biz de bir pazar günü yogitam ile Balat'a gittik. Bir güne her yeri sığdıramasak da, oturduğumuz iki mekana da bayıldık.


Forno Balat: Sabahları pek sevilen bir açık büfe kahvaltı sunan Forno Balat'ta, kahvaltı dışındaki her saatte gittiğinizde de oldukça lezzetli çıtır lahmacunlar ve çeşitli malzemeler ile hazırlanan pideler servis ediyorlar. Bunların piştiği fırını izleyebildiğiniz, açık mutfak ve masalardan oluşan minik, ahşap ağırlıklı dekorasyonu ile sempatik bir mekan. Biz hem pideye, hem lahmacuna bayıldık. Bir de tuvaletteki esprili uyarıya:



Coffee Department: Balat sokaklarında gezerken, karşımıza "Güzel hava, güzel kahve" diye çok sempatik bir kara tahta çıkıyor. O sırada, aslında hava pek güzel değil, aksine buz gibi. O yüzden güzel kahve ile içimizi ısıtmak çok cazip geliyor. 



İçeride birkaç masası, dükkanın önünde oturulabilecek bankları var ve modern dekorasyonu ile karşısındaki ve hizasındaki mekanlardan hemen ayrılıyor. İçtiğimiz kahve lezzetli, hizmet inanılmaz güleryüzlü, üstelik kahve içerken harika insanlarla tanışmak da olası.


The Barley: Hepimizin önce İndigo'nun sokağı, daha sonra Tektekçi'nin Sokağı olarak tarif ettiğimiz sokağın en yenisi. İstanbul'da bildiğim kadarıyla aynı konseptte ikinci bir yer yok.

Loş bir bar düşünün, yiyecek servis etmiyorlar. Ama başka hiçbir yerde bulamayacağınız kadar çok bira ve viski seçeneği sunuyorlar. Üstelik de her içkinizin yanında, o içkiye yakışacak özel bir çerez tabağı masanıza konuyor.
Bira ve viski sevenler için tam bir vaha. 



Roka Pera: Burası aslında yeni bir mekan değil, uzun zamandır faaliyet gösteren kendi müşteri kitlesini oturtmuş bir Egeli. Diğer yandan, menüsünü yakın zamanda yenileyerek, leziz mezelerde bazı değişiklikler yapmışlar.


Kendinizi İstanbul'dan kımıldamaksızın Ege'de hissetmek, arka fonda Türkçe ve Rumca keyifli şarkılar çalarken, leziz mezeler eşliğinde rakı kadehlerinizi tokuşturmak isterseniz burası doğru adres. Mezelerin hepsinin sunumu oldukça şık; ama özellikle kırmızı biberin içinde servis edilen ahtapot salatası başı çekiyor:


Vişneli zeytinyağlı yaprak sarma, tahinli taze naneli patlıcan ezme, marine kıtır enginar salatası ve kuru et pastırma benim en sevdiklerim oldu.


Veranda Pera: "Dostalarla rakımızı içelim, muhabbetimizi edelim, nostalji yapalım sonra da avaz avaz şarkılar söyleyip dans edelim istiyoruz, ama böyle bir yer bulamıyoruz." bizim kuşaktaki herkesten oldukça sık duyduğum bir yakınış. 

Çünkü güzel mezesi olan, rakı içmeye gittiğimiz mekanlar, eğlence vaad etmiyor, yalnızca oturup içkimizi içip sohbet edip kalkıyor, sonra da "Nereye gitsek?" diye düşünmeye başlıyoruz. Diğer yandan, Türk Sanat Müziği'nden birkaç parça bilsek de, aşk acılarımıza, mutluluklarımıza, anılarımıza hep 90'ların Türkçe Pop şarkıları eşlik etmiş olması sebebiyle, fasıl geceleri bize tam olarak hitap etmiyor.


İşte Veranda Pera tam olarak bu boşluğu dolduruyor. 90ların türkçe pop şarkıları eşliğinde, rakınızı içip sohbet edebileceğiniz, gecenin ilerleyen saatlerinde de ayağa kalkıp dans ederek eğlencenin dibine vurabileceğiniz bir mekan. Gecenin sonlarına doğru, hepimiz avaz avaz şarkılara eşlik edip dans ederken, bir arkadaşımız "Şu DJ'e söyleyin de, bir tane çok güzel olmayan şarkı çalsın da tuvalete gideyim!" diye isyan etti ki, bence bir mekana yapılabilecek en iyi ltifatlardan biri olabilir.

Yalnız önceden organize olmanız lazım, değil öyle aklınıza esince gitmek, haftasonları için en az bir hafta önceden rezervasyon yaptırmanız şart. 

Keyifle, keşfederek kalın!





2 yorum:

mor ada dedi ki...

Yürü be Sezen bayıldım yazılara sen herşeyi nasıl doğru biliyorsan öyle yaparsın.sağlıcakla ve mutlulukla kal.
Şirin

mor ada dedi ki...

Yürü be Sezen bayıldım yazılara sen herşeyi nasıl doğru biliyorsan öyle yaparsın.sağlıcakla ve mutlulukla kal.
Şirin

Pinterest'im

Instagram'ım