Mutluluk...
Özgürlük...
Hiç düşünmeden sürekli kullandığımız iki kelime.
Hepimiz mutlu ve özgür olmak istiyoruz. Ama "mutluluk" ve "özgürlük" kavramlarının içini doldurmuyoruz.
Bunların kişiden kişiye değişen, hepimizin farklı durum ve koşullarda hissettiğimiz duygular olduğu gerçeğini pas geçiyoruz. Toplumun bize verdiği paketi kabul ediyoruz, daha çok para kazanıp, daha havalı bir hayat yaşarsak mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Çalışıyoruz, çalışıyoruz, para kazanıyoruz. O paraya hiç dokunmuyoruz bile. Hesabımıza giriyor, hesabımızdan kartlar aracılığıyla parça parça çıkıyor.
Daha da fenası kendi içimizde çelişiyoruz. Hem mutluluk, hem özgürlük isterken, mutlu olmak için hayatımızda çok arzuladığımız, sevdiğimiz bir sevgilimiz olması gerektiğini düşünüyoruz içten içe. Diğer yandan hayatımızda birisi olduğunda da özgürlüğümüzü kaybettiğimiz için panik ataklar geçiriyoruz.
Etrafınıza bir bakın, ne kadar çok mutsuz insan var. Çünkü aslında kendilerini hiç de mutlu etmeyen, ama mutlu olmak için yapmalarını gerektiğini düşündüğü şeyleri yapıp duruyorlar. Sonra da mutlu olmaktan umutlarını kesip, bu döngünün içinde yaşamayı sürdürüyorlar. Başka birilerini mutlu gördükleri zaman da, "Bunun sırrı ne?" diye soruyorlar. Bunun basit bir sırrı yok aslında. Hatta biri için geçerli olan bir şey, bir başkası için geçerli olmayabilir.
Örneğin ben son zamanlarda en çok eğlendiğim tatilimi geçen hafta sonu Kartalkaya'da yaptım. Sabah 5:00'ten, gece 2:00'ye kadar aralıksız kahkahalar attım. Yanımda bana olağanüstü tutkulu dakikalar yaşatan bir adam olmadığı gibi, son bir senede en az para harcadığım tatildi. Kar kıyafetlerinin içinde, makyajsız korkunç görünmem de cabası.
Yani mutlu olmak için var olması gerektiğini varsaydığımız, sevgilili, ışıltı ve lüks yoktu. Diğer yandan sevdiğim insanlarla birlikteydim ve mutluydum, çok mutluydum, her saniye dans ediyor ya da kahkaha atıyordum.
Bundan iki ay önce, beş yıldır çalıştığım avukatlığı bırakacağımı açıkladığımda da, çok kişi beni uyarma ihtiyacı hissetti. Avukatlık kulağa havalı gelen bir meslekti, güzel de para kazanıyordum. Kimsenin içine sinmedi bu değişiklik, çünkü toplumun genel doğrularına uymuyordu. Herkes "Yine bir Sezen icadı, hevesini alsın." dedi geçti.
Aradan iki ay geçti. Hayatımda fazla mesai kavramı yok, servisle evden alınıp eve bırakılıyorum, her gün yeni bir şeyler öğreniyorum, hafta sonları ve geceleri kimse bana "acil, çok acil" diye mailler atmıyor. Hesabıma giren para daha az; ama benim hayatımdan hiç bir şey eksilmedi. Tam tersine, yaşam standardım azımsanamayacak ölçüde iyileşti. Çünkü üzerimdeki psikolojik baskı azalırken, iş dışında bana kalan zaman arttı.
Ve ben durup düşünmeye başladım, belki de hiç istemediğimiz bir sürü şeyi, bizi mutlu ve özgür kılacağına inandığımız için yapıp duruyoruz. Aslında hepimizin "mutluluk" ve "özgürlük" kavramlarımızın içini kendimizin doldurması lazım.
Mesela benim için özgürlük, "o gün yapmak istediğim şeylere zaman bulabilmek" demek. Bu yogaya gitmek de olabilir, evde pijamalarımı giyip kitap okumak da olabilir, buz gibi bira içip müzik dinleyerek tavanı izlemek de, süslenip püslenip dışarıda harika yemekler yemek de... O gün canım iş dışında ne yapmak istiyorsa, onu yapabilecek zamana sahip olmak benim için özgürlük.
Diğer yandan kendi paramı kazanmak, yapmak istediğim şeyler için para harcarken, kimseye açıklama yapmak veya hesap vermek zorunda olmamak da özgürlük.
Birkaç günlüğüne bir yerlere gidip, bütün sıfatlarımdan arınmak, beni hiç tanımayan insanların arasında olup, bambaşka bir yerde o yerin alışkanlıklarına göre yaşamak da özgürlük.
Ve bunlar aynı zamanda beni mutlu eden şeyler. Topuklu ayakkabılarımı giyip, elimde filtre kahve dolu termosumla, üstümdeki elbiseleri severek işe gitmek beni mutlu ediyor mesela. Çalışmak - makul mesai saatleri ile olduğu sürece- beni hem özgür kılan, hem de mutlu eden bir şey sonuç olarak. Sürekli home-office bir işte topuklu ayakkabılarımı özlerim mesela açık ara :))
Hayatımda keşiflere açık, bana harika hisler yaşatan ve hayatıma renk katan arzuladığım bir adam varsa da mutluluğum artıyor. Ama hayatımdaki insan, bana ve hayatıma renk ve sevgi katmadığında da diğer mutluluklarımdan zevk alamaz oluyorum.
Hayatımda keşiflere açık, bana harika hisler yaşatan ve hayatıma renk katan arzuladığım bir adam varsa da mutluluğum artıyor. Ama hayatımdaki insan, bana ve hayatıma renk ve sevgi katmadığında da diğer mutluluklarımdan zevk alamaz oluyorum.
Ve bütün bunlar bir başkası için mutluluk da özgürlük sebebi de olmayabilir. Çünkü hepimiz başka şeyler arzuluyoruz, başka şeylerin peşinde koşuyoruz aslında.
Şimdiki işimde home-office çalışma hakkım var. Önceden bildirimde bulunarak, o gün için toplantım yoksa, home-office çalışabiliyorum. Arada sırada olduğunda o kadar kıymetli ve keyifli bir şey ki!
İlk home-office hakkımı bir cuma günü kullanıyorum. Sabah erken kalkma alışkanlığımla erkenden uyanıyorum, eşofmanlarım ve spor ayakkabılarım ile Nişantaşı'na çıkıyorum. Bugüne kadar başı belli, sonu meçhul mesai saatleriyle çalışırken ve sabah metroya yürürken hep kıskandığım, House Cafe'de oturmuş kahve içen insanlara gülücükler saçarak, orada çiçekçiden kendime en sevdiğim çiçeklerden alıyorum. Sonra tazecik kahve çektiriyorum, çantamdan mis gibi kahve kokuları saçarak, Bröd'e gidiyorum. Favorim zeytinli ve biberiyeli ekmek fırından yeni çıkmış.
Bir elimde nergisler, bir elimde sıcacık ekmek eve geliyorum. Her gün evden çalışsam, böyle bir seramoniye dönüştüremeyeceğim kadar sıradanlaşır; ama şimdi çok ciddiye alıyorum, çok keyif alıyorum. Kahvemi demleyip, kahvaltımı hazırlayıp, ofis bilgisayarımı açıyorum.
Bu arada pratik ve leziz bir kahvaltı tarifi olarak: İyice yumuşamış bir avokadoyu çatal yardımıyla ezip, lezzetli bir ekmeğin üstüne sürün. Mihaliç peyniri ile servis edin. Mihaliç peynirinin o tuzlu sert yapısı, avokado ile muhteşem lezzetli bir ikili oluyor.
Yönetim kuruluna haftalık olarak yollamam gereken raporları hazırlıyorum, yeni gelişen krizler hakkında telefon görüşmeleri yapıyor, sözleşmeleri inceliyorum.
İşlerim bitince istikametim havalimanı. Evden çalışılıyorsa, havalimanından da pekala çalışılır.
Akşam Adana'da, daha önce defalarca bahsettim Kebapçı Mesut'tayım. Önümde rakı, şalgam, leziz kebap; karşımda annem ve çok sevdiğim abim. Lezzetle karnımızı doyurup, biriken havadisleri birbirimize aktarıyoruz. Saatlerce...
Ertesi sabah, uzun zamandır merak ettiğim İncirlik Hurdalığı'na gitmek için erkenden uyanıyoruz. Amerikan üssü İncirlik'te çöplerin dahi dışarı çıkarılması yasak ve düzenli ihaleler ile buradan eşya çıkarılmasına izin veriliyor. Çıkan eşyaların yığıldığı bir alandayım. Aklınıza gelebilecek her şey var burada. Her türlü mobilya, beyaz eşya, oyuncak, kitap, üniforma...
Saatlerce elimizdeki eldivenlerle, define karıştırırcasına kocaman bu alandaki eşyaları kurcalıyoruz. Eve gelip ganimetlerime baktığımda bit pazarlarını çok sevdiğime bir kere daha karar veriyorum.
Sonra ilkokuldan beri hayatımda olan, şimdi New York ile Jakarta arasında tesadüfen Adana'da olan sevgili Ayşe ve onun yeğeni ile buluşuyorum.
İkimiz İstanbul'da sık sık buluşsak da, Adana'da en son buz gibi biralarımızı yudumlayarak saatlerce sohbet etmemizin üstünden yaklaşık on sene geçmiştir. Bu sürede bir yandan çok yol katettik, çeşit çeşit eğitimler aldık, binlerce insanla tanıştık, sayısız deneyim kazandık. Diğer yandan hala ertesi günümüzü bilmediğimizi fark ediyoruz. Kiminle olacağız, nerede çalışacağız, nerede yaşayacağız, hala sayısız olasılık denizindeyiz. "Biz galiba hiç büyümeyeceğiz." diye kikirdeşerek kadehlerimizi tokuşturuyoruz.
Pazar sabahı, annemin yaptığı leziz pişilerle kahvaltımızı ettikten sonra, ailecek çıkacağımız Montana - New York seyahati için Airbnb 'den evlerimizi seçip, uçak biletlerimizi alıyoruz.
2016'nın bir önceki seneye kıyasla daha sakin, daha stabil bir sene olacağını sanıyordum; ama görünen o ki, 2015'i bile sallayacak! :)
Yeni haftaya başlamak için İstanbul'a dönerken, uçakta dergimi karıştırıp, yeni seyahat istikametlerini gözüme kestirirken, hem özgür, hem de mutlu hissediyorum.
Kendi "mutluluk" ve "özgürlük" kavramlarınızın içini doldurarak kalın.
1 yorum:
bundan üç sene kadar önce bir deniz tatili yazının altına "deniz elbette güzeldir, ama dağ başkadır. bir de dağ tatilini dene" yazmıştım. deneyip sevmene sevindim.
şu anki işimde iki senedir çalışıyorum. burası evime çok yakın. önceki işim çok uzaktaydı, iyi kazanıyordum ama haftaiçi ne bir tiyatroya ne de konsere gidecek zamanım olmuyordu. servise bindiğimde dışarda kahvaltı yapan, spor yapan insanlara hep imreniyordum. şimdi önceki işimden daha az kazanıyorum, ama daha çok yaşıyorum. oğlumla ve eşimle daha çok vakit geçirebiliyorum. gene aynı saatte kalkıyorum, ama bu sefer spora gitmek için kalkıyorum. kazancımdan feragat ettiğim kısımla zamanımı satın aldım bence.
selamlar, Tekin.
Yorum Gönder