"Halbuki o hiç fevkalade bir adam değildi. Hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendimize sorarız: "Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolanıp nefes almasını emrediyor?"
Sürekli sürekli kitap okuyorum ben. Kendi hayatım bazen yetmiyor, başka hayatları da yaşamak istiyorum belki de kimbilir? Bu kadar çok okumama rağmen hala planlı programlı okuyanlardan biri değilim. Hani kimileri okuma listeleri yaparlar, belli bir konu veya tarzda kitapları listelerler ve bu listeyi takip ederek okurlar. Asla yapamıyorum. En büyük zevklerimden biri, sorumluluğa dönüşüyor o zaman. Benim okuyacağım kitabı seçme biçimim tamamen içgüdüsel. Kitapçıya giriyorum, kitaplara dokunuyorum, rastgele bir kaç sayfasını okuyorum, sonra tek bir tane alıp çıkıyorum. Ve gariptir ki bu kadar içgüdüsel seçtiğim kitaplar hayatımın o anına cuk oturuyor.
"Kürk Mantolu Madonna" da yine böyle cuk oturan romanlardan biri oldu. Alırken romanın geçtiği yerin Berlin olduğunu bilmiyordum bile. Ve 1943'te yazılmış olan Berlin sokaklarında geçen bir aşk hikayesini ben de Berlin sokaklarında okumuş oldum. Tasvirlerden veya anlatımdan bir ipucu yakalarsam koşa kola oraya gidiyordum. KaDeWe'den mi bahsediyor, romanım çantamda KaDeWe'ye gidiyor, orada oturup biraz daha okuyordum. Aldığım keyfi anlatamam.
Henüz okumadıysanız YKY'den çıkan baskısını şiddetle tavsiye ederim, içindeki eski Türkçe kelimeleri korumuşlar; ama altına bu kelimelerin açıklamalarını koymuşlar.
Çok sıradan olan, hiç bir özelliği olmayan bir adamın geçmişteki sıradışı tutkulu bir aşk ilişkisine yolculuk yapıyorsunuz romanda. Bu aşkın bir tarafında "Benim fikrimce insanlar arasında çeşit çeşit kendini gösteren bütün sevgiler, sempatiler bir nevi aşk. Yalnız yerine göre işim ve şekil değiştiriyorlar." diye düşünen bir kadın var; diğer tarafında "Aşk bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!" diyen bir adam. Adamın bir gün avare avare sokaklarda dolaşırken, bir sergiye girip sonradan otoportre olduğunu öğrendiği bir resme bağlanması ve her gün her gün resmi izlemek için o sergiye gitmesiyle başlıyor her şey.
O kadar güzel içsel çözümlemeler ve duyguların kelimelere dökülüşleri var ki, okurken geçmişte ve bugünlerde yaşayıp, ifade edemediğim bir çok şeyin önümde somut somut durduğu hissine kapıldım.
Kitaptan bazı alıntılar:
"Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh ancak benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza ve hesaplarımıza danışmaya bile lüzum görmeden meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddürler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için herşeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu."
"Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey."
" Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak, herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak...."
"Onun boşluğunu değil, fakat yokluğunu hissedecektim."
"Maria Puder'le tanışmadan evvelki boş, gayesiz, mantıksız günler eskisinden daha ıstırap verici bir halde yeniden başlamıştı. Arada bir fark vardı: Hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliğimin yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu."
"İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve parçalarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtır. Bu olmadıktan sonra aile sahibi olmanın ismi 'bir takım yabancılar beslemek'ti."
"Demek ki insanlar birbirlerine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor."
"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum. Bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum. Seni istiyorum, içimde müthiş bir arzu var."
2 yorum:
en sevdiğim kitapalardan biridir:)
sonunda okuduğuna çok sevindim :)
Yorum Gönder