Geçen cuma akşamı evde tembel tembel yatarken Aşk'tan gelen "Gece Çeşme için yola çıkmaya hazır mısın?" mesajı ile kendimi önce valiz toplarken, ardından da Çeşme yolunda "Aman efendim bana bir merhaba gönder" diye şarkı söyler buldum. "Kalbim Ege'de Kaldı"nın insana hüzünlü gelmediği tek an Ege yolunda olduğu an, bir kere daha test ettim.
Bir de Hindistan'a giderken "Hindistan yavaştan kendini sevdiriyor. Bombilibilibilibom" söylemeyi hep istemişimdir, ama henüz ufukta bir Hindistan yolculuğu yok malesef.
Aslında şu anda AdamEve relax pool'dan ve haftasonu Çeşme maceramızdan bahsetmek istiyorum ama çalışan ve tatil yapmayanlar için bu yazılar çok çekilmez oluyor. Biliyorum. O yüzden güneşli denizli yazılara minik bir ara veriyor ve yaz kış her zaman çok keyifli bir aktivite olan filmlere geliyorum.
1) L'arnacoeur / Heartbreaker:
Film başlıyor, nefis bir beyaz takım içinde çok karizmatik bir adam kendinden çok emin biçimde havaalanında yürüyor. "İlişkilerde 3 farklı kadın vardır: Mutlu kadınlar, mutsuz ve bunu kabullenmiş kadınlar ve mutsuz olup bunu kendisine itiraf edemeyen kadınlar. Bizim hedefimiz üçüncü kategoridekiler. Hedeflerimizin kalplerini kırmıyoruz, canlarını acıtmıyoruz. Gözlerini açıyoruz.Kullandığımız metod: Baştan çıkarma!"
Bu sahne ve bu cümlelerle oturduğunuz yerde şöyle bir doğruluyor ve heyecanlanmaya başlıyorsunuz. Baştan uyarayım, o kadar heyecanlanmaya gerek yok, çünkü klişe sayılabilecek bir konusu var. Mutsuz olup mutsuz olduğunun farkında olmayan kadınları tavlayarak onların ayrılmasını sağlamak bu adamın işi. Her türlü detayı araştırarak, taktikler geliştiren de bir ekibi var. Bu sefer bir baba, kızının evlenmesine 10 gün kala bizim profesyonel gönül avcısına başvurup, kızımı tavla, evliliği iptal ettir diyor. Vee aynen tahmin ettiğiniz gibi bizim gönül avcısı bu kadına (film boyunca kadını bir çok çirkin bulacak, bir çok beğeneceksiniz) aşık oluyor.
Kadına aşık olduğu için eli ayağına dolanmaya başlıyor ve daha da kötüsü potansiyel damat tam bir yeni zaman "beyaz atlı prensi". O kadar kusursuz.
"Senden evvel hic kahvaltıda rokfor yemedim; dirty dancing 'i daha evvel izlememiştim; george micheal benim icin basit bir sanatçı, özel bir ilgim hiç olmadı; bir ofisim bile yok, sadece bürom var. Ama ilk defa bu kadar yoğun hisler yaşıyorum. Bunlar senin için yeterliyse...Sensiz olursam her şeyin anlamsızlasacağını söylemem gerek."
Filmin geçtiği yerler çok güzel, kıyafetler, oteller onlardan da şahane. Keyifli vakit geçirmekse bütün beklentiniz, size istediğinizi bu film kesinlikle verir.
2) Last Night:
Durağan temposuna rağmen çok dolu bir film. Film oldukça yavaş bir şekilde akarken, filmi izleyenin aklında çılgınca soru işaretleri dönmeye başlıyor. "Sadakatsizlik" ve "şüphe" zehri kanınıza karışıyor.
Keira Knightley ile Sam Worthington erken evlenmiş bir çift, birbirlerini seviyorlar ve zaman geçtikçe azalan heycana rağmen oldukça da mutlular. Keira Knightley evlilik rehaveti üzerine çökmüş tipik bir kadın, giyimine özenmiyor, iç çamaşırları çok sıradan... Bu sırada tam bir kaltak kadını canlandıran Eva Mendes giriyor devreye. Tam bir kadın, kıvrımlı hatlar, yüksek topuklar, flörtöz tavırlar. Sam Worthington her ne kadar karısını seviyor olsa da bu çekime kapılmadan duramıyor. O Eva Mendes'in çekimine her geçen gün kapılırken Keira Knightley'in de daha önce Fransa'da tanışıp flört ettiği adam onun yaşadığı şehre geliyor: İnanılmaz çekici gülümsemesi ile Guillaume Canet!
Filmin konusunu bilmeniz, alacağınız zevki kesinlikle azaltmayacaktır. Sadakatsiz nedir? Sevişince mi aldatmış olur insan, sevişmeyi düşününce mi, yoksa flört edince mi, bunlardan hangileri daha ağırdır, hangileri affedilebilir?
Film biterken size şu soruyu hediye ediyor: Adam başkasıyla seviştiği için aldatmış mı oldu? Peki ya kadın başkasıyla sevişmemiş olsa bile aklında hep diğer adam olduğu için aldatmamış mı sayılacak? Adam başkasıyla sevişti evet, ama çok pişman karısının kollarına koştu. Kadın başkasıyla sevişmedi ama aklında hala diğer adam.Peki ya sizce sadakatsizliğin sınırları nedir?
3) İncir Reçeli:
İncir reçeli, resim karesi gibi sahneleri, olaylardan çok detayları ön plana çıkarması ve konusunun kesinlikle klişe olmamasıyla Avrupa sinemasına ait bir film gibi. Çok vurucu... Çok acıtıcı. Filme bütün hüznü katan bir detay var, onu söylersem izlediğiniz zaman büyüsü bozulur, bu yüzden de konusundan hiç bahsetmeye niyetim yok. (Gerçi o kadar çok yazılıp çizildi ki, bilmeyen kalmamış olabilir.)
Filmde "Burası daha güzel olabilirdi." denilebilecek kısımlar elbette var, ama Recep İvedik çıkmış ve tutmuş bir ülke için gerçekten çokçokçokçok başarılı bir film. Mutlaka izleyin, hem güzel bir Türk filmi izlemek için, hem de şimdiye kadar çok nadiren ilgilendiğiniz bir konuda bilinçlenmek için.
4) Patrondan Kurtulma Sanatı:
Kevin Spacey, Jenifer Anniston, Colin Farrel (ki ben onun Colin Farrel olduğunu kesinlikle anlamamıştım) korkunç patronları oynuyorlar. Kevin Spacey egosu gereğinden çok daha fazla şişik, izleyeni bile sinir eden bir karakter, Jenifer Anniston tam bir tacizci ve Colin Farrel şimanları işten kovalım, kimyasallarımızı yok etmek için para harcamayalım diyen bir uyuşturucu bağımlısı. Ve bu patronların altında çalışan üç yakın arkadaşın bir gün canına tak ediyor, patronlarını yok etmeye karar veriyorlar. Yer yer abartının sınırları zorlansa da, gerçekten çok komik bir film.
Geçen hafta Kuruçeşme Arena'da Turkcell Platinum kıyağı ile bu filmin öngösterimindeydik. Açık hava sinemasında ne ses ne görüntü normal sinema kadar güzel oluyor, ama püfür püfür film izlemek, filmden çıkışta sahilde salına salına yürümek çok keyifli oluyormuş. Kuruçeşme Arena'daki film programına bakınarak olun derim ben.
5)Şirinler: Şirinler'in gösterime girdiği haftasonu herkese sormaya başladım "Şirinler sever misin?" diye. Aldığım çoğu yanıt, "pufff" gibi sesler olsa da şevkim kırılmadı. En sonunda "Şirinleri kim sevmez ki?!" diyen Özge ve beni kıramayıp "Hadi alışverişini bitir de gel Şirinler'e gidelim." diyen Aşk ile birlikte kendimizi sinemaya attık.
Şirinler her zamanki gibi çok şirindi! "Gargaramal"ın kedisi, how i met your mother'dan favorimiz Barney ve filmdeki Şirinler köyüne gökdelen yapmak, Şirine'nin özgürlük anıtı, M&M's bebeğine aşık olmak, i love NY donu gibi espriler harikaydı. Gelgelelim bu film niye alt yazılı oynamadı onu anlamadım ben. O ince esprileri anlayacak 3-5 yaşında bir çocuğun varlığı ihtimali bile korkuttu beni! :)
Bir de belirtmeden geçemeyeceğim: Sinemadaki suların 2TL olmasından çok şikayetçiyim ben. 0,30 TL'ye alıyorsun o suyu be adam, salonunda satılamayan koltukların acısını niye susayanların poposundan çıkartıyorsun?! Hayır bilet 2TL daha pahalı olsa bana bu kadar batmaz da, plastik şişede suyu bana 2TL'den satarsanız almam, gider marketten buz gibi biramı alır, salonunuza gizlice sokar, keyifle izlerim filmimi. Şiddetle size de tavsiye ederim ;)
Kedili müthiş tatlı foto: yvette unufio
1 yorum:
Hiiim, hepsi cezbedici gorunuyor merak ettimm, hemen alinip izlenmeli :))
Yorum Gönder