Muzicons.com
Bu blog bazen tek taraflı iletişim aracından çıkıyor. Bir yerlerde karşılaşıyoruz bir şekilde, metroda, Starbucksta, barda, sokakta.... "Sezen" diye bana gülümseyen kişi karşısında ben 1-0 yenik başlıyorum, karşımda beni oldukça tanıyan biri oluyor, ben şaşkınlıkla "Kimdi kimdi kimdi?! Hatırlamam gereken biri mi, ayıp mı ediyorum?" diye ecel terleri döküyorum. "Blog" kelimesini duyunca rahatlıyorum, mutlu oluyorum. Fotoğraflarından daha güzelsin diyenler de oluyor, ne bu hal, bitik görünüyorsun diyenler de, neden bu kadar ciddisin ki sen, diye sorgulayanlar da....
Oradan bakınca hayatım çok güllük gülistanlık görünüyor galiba. Bol seyahat, bol aşk, bol alkol, bol yemek.
Gerçekten de hayatımda her şeyden bol bol var. Zaman hariç! Çünkü bol seyahat, bol aşk, bol gezmek kadar, bol iş bol hukuk bol ödev var hayatımda.
Şeytanın bacağını sonunda kırdım, bütün stajyerlik dönemimdeki stabilliğime inat son birkaç ayda sevgilimle Milano'ya, sevdiğim bir arkadaşımla Beyrut'a kaçtım. Evimde bir sürü yenilik yaptım. Her gün sabah 8:30- akşam 6:30, hatta şehir dışı duruşmalarım olduğunda daha uzun mesailerde çalıştım. Bu arada bir de başıma iş açtım; %40 bursla ekonomi hukuku yüksek lisansına başladım. Bir yandan her dersle önümde yepyeni ufuklar açılmasına bayıldım, diğer yandan her gün iş çıkışı okula koşturunca veya aldığım derslerin ödevlerini yapmak için pdf dökümanlarının başına kurulunca geriye hiçbir şeye zaman kalmaz oldu.
Bu tempo içinde zaman zaman manikürsüz tırnaklarım acayip sinirimi bozuyor işi gücü teslim tarihlerini unutup asetona ojeye sarılıyorum; zaman zaman arkadaşlarımdan okkalı tripler yiyorum, Aşk'ın nefis planlarına çoğu zaman hayır demek zorunda kalıyorum, okumayı planladığım romanların hiçbirine başlayamıyorum. O kadar ki geçenlerde bir gün akşam, okuyup bitirmem gereken onlarca hukuki doküman varken, oturup roman okuduğum için vicdan azabı çektim. Evet roman okuduğum için! Çünkü okumam gereken hukuki materyaller ve hazırlamam gereken tezimsi ödevler vardı...
Hani niye hiç yazmıyorsun?!lar var ya... Değil yazı yazmak, duş almak için uykumun birazından vazgeçmek zorunda kaldığım günler oluyor.
Eskisi kadar fink fink oradan oraya zıplamasam da gezmekten hiç tam anlamıyla vazgeçmiyorum ama. İş-ev bir hayat sürmeye karşıyım. Bakımımdan vazgeçiyorum, uykumdan vazgeçiyorum, keyfimden konserlerden güzel yemeklerden vazgeçmiyorum.
O kadar çok şey var ki aklımda. Sürekli o kadar uzun yapılacaklar listelerim var ki. Okumak istediğim kitaplar, araştırmak istediğim konular, bu blogta anlatmak istediğim şeyler, incelenmek üzere kaydettiğim yüzlerce web sitesi, aklımda projeler, gidip görmek istediğim yerler, pişirmek istediğim yemekler, gitmek istediğim kurslar... Hepsini yapmamın imkanı yok.
Geçen gün akşam bir müvekkilimle yemekteydik, Sarıyer Ordu Evinde. O da benim gibi huzursuz ruhlardan, asla yetinemeyenlerden. Lügatında "tamam", "oldu", "budur işte"gibi kelimlere yer yok. Sanırım bu yüzden ilk günden beri iş boyutunu aşan bir ilişki kurduk kendisiyle. Bir sürü koca eskitmiş, bir sürü işe girişmiş, bir sürü ülkede yaşamış, benden büyük bir kızı var, hala heyecanlı, hala tutkulu, hala arayış içinde. Duramıyor. Veya durmak istemiyor.
İstanbul'da yaşayıp da en fazla on farklı restoranda yemek yemiş, evi ile işi dışındaki semtlerden bi haber, bir işte çalışmaya başaldığında maaşını aldığı sürece ne kadar gelişip gelişmediğini umursamayan, aynı hayatı onlarca yıl hiç değiştirmeden yaşayan insanları düşündük. Üstelik de maddi imkansızlık yüzünden değil, aksi yönde bir dürtüleri bulunmadığından böyle yaşayanları.... Onlar mı daha mutlu biz mi sorusunun cevabını bulmaya çalıştık. Sürekli keşfetmek isteyip, keşfettiklerinin tadını çıkarır çıkarmaz, yine arayan biz huzursuzlar mı, yoksa keşfetme dürtüsüne bile sahip olmayan huzur içinde her günü bir önceki günün aynısı olarak geçiren insanlar mı? Bulamadık. Keyifle bir şişe şarabı mideye indirdik, birbirimizle keşfedilecekler hakkındaki tüyolarımızı paylaştık.
15 gün sonra, yüksek lisansın ilk dönemini kapatıyorum ve daha sık yepyeni yazılar, yepyeni konular, yepyeni keşiflerle burada olacağım. İlk fırsatta da vücudumu güneşle buluşturacağım, birkaç gün bütün meşguliyetim önümde arkam eşit yandı mı olacak.
O zamana kadar buraya yolunuz düştükçe, "Neden yeni yazı yok?!" diye bana kızmak yerine, sınavlar ve ödevler konusunda şans dileklerinizi yollayın, olmaz mı?! İlla ki benden bir şeyler okumak isteyenler varsa -onları çoook seviyorum- yukarıdaki başlıkları kurcalayın seveceğiniz bir şeyler mutlaka vardır :))
Seyahate çıkan şanslılardan veya 3 aylık yaz tatilini başlatan öğrencilerdenseniz tadını çıkartın. Seyahatler bence en güzel hayal kurma ve hayat planlama süreleri, yanınızda bir kağıt kalem bulundurup notlar almanızı tavsiye ederim.
Güneşli, bronz tenli, uçuş etekli, renkli ojeli, after-sun kokulu günler...
Oradan bakınca hayatım çok güllük gülistanlık görünüyor galiba. Bol seyahat, bol aşk, bol alkol, bol yemek.
Gerçekten de hayatımda her şeyden bol bol var. Zaman hariç! Çünkü bol seyahat, bol aşk, bol gezmek kadar, bol iş bol hukuk bol ödev var hayatımda.
Şeytanın bacağını sonunda kırdım, bütün stajyerlik dönemimdeki stabilliğime inat son birkaç ayda sevgilimle Milano'ya, sevdiğim bir arkadaşımla Beyrut'a kaçtım. Evimde bir sürü yenilik yaptım. Her gün sabah 8:30- akşam 6:30, hatta şehir dışı duruşmalarım olduğunda daha uzun mesailerde çalıştım. Bu arada bir de başıma iş açtım; %40 bursla ekonomi hukuku yüksek lisansına başladım. Bir yandan her dersle önümde yepyeni ufuklar açılmasına bayıldım, diğer yandan her gün iş çıkışı okula koşturunca veya aldığım derslerin ödevlerini yapmak için pdf dökümanlarının başına kurulunca geriye hiçbir şeye zaman kalmaz oldu.
Bu tempo içinde zaman zaman manikürsüz tırnaklarım acayip sinirimi bozuyor işi gücü teslim tarihlerini unutup asetona ojeye sarılıyorum; zaman zaman arkadaşlarımdan okkalı tripler yiyorum, Aşk'ın nefis planlarına çoğu zaman hayır demek zorunda kalıyorum, okumayı planladığım romanların hiçbirine başlayamıyorum. O kadar ki geçenlerde bir gün akşam, okuyup bitirmem gereken onlarca hukuki doküman varken, oturup roman okuduğum için vicdan azabı çektim. Evet roman okuduğum için! Çünkü okumam gereken hukuki materyaller ve hazırlamam gereken tezimsi ödevler vardı...
Hani niye hiç yazmıyorsun?!lar var ya... Değil yazı yazmak, duş almak için uykumun birazından vazgeçmek zorunda kaldığım günler oluyor.
Eskisi kadar fink fink oradan oraya zıplamasam da gezmekten hiç tam anlamıyla vazgeçmiyorum ama. İş-ev bir hayat sürmeye karşıyım. Bakımımdan vazgeçiyorum, uykumdan vazgeçiyorum, keyfimden konserlerden güzel yemeklerden vazgeçmiyorum.
O kadar çok şey var ki aklımda. Sürekli o kadar uzun yapılacaklar listelerim var ki. Okumak istediğim kitaplar, araştırmak istediğim konular, bu blogta anlatmak istediğim şeyler, incelenmek üzere kaydettiğim yüzlerce web sitesi, aklımda projeler, gidip görmek istediğim yerler, pişirmek istediğim yemekler, gitmek istediğim kurslar... Hepsini yapmamın imkanı yok.
Geçen gün akşam bir müvekkilimle yemekteydik, Sarıyer Ordu Evinde. O da benim gibi huzursuz ruhlardan, asla yetinemeyenlerden. Lügatında "tamam", "oldu", "budur işte"gibi kelimlere yer yok. Sanırım bu yüzden ilk günden beri iş boyutunu aşan bir ilişki kurduk kendisiyle. Bir sürü koca eskitmiş, bir sürü işe girişmiş, bir sürü ülkede yaşamış, benden büyük bir kızı var, hala heyecanlı, hala tutkulu, hala arayış içinde. Duramıyor. Veya durmak istemiyor.
İstanbul'da yaşayıp da en fazla on farklı restoranda yemek yemiş, evi ile işi dışındaki semtlerden bi haber, bir işte çalışmaya başaldığında maaşını aldığı sürece ne kadar gelişip gelişmediğini umursamayan, aynı hayatı onlarca yıl hiç değiştirmeden yaşayan insanları düşündük. Üstelik de maddi imkansızlık yüzünden değil, aksi yönde bir dürtüleri bulunmadığından böyle yaşayanları.... Onlar mı daha mutlu biz mi sorusunun cevabını bulmaya çalıştık. Sürekli keşfetmek isteyip, keşfettiklerinin tadını çıkarır çıkarmaz, yine arayan biz huzursuzlar mı, yoksa keşfetme dürtüsüne bile sahip olmayan huzur içinde her günü bir önceki günün aynısı olarak geçiren insanlar mı? Bulamadık. Keyifle bir şişe şarabı mideye indirdik, birbirimizle keşfedilecekler hakkındaki tüyolarımızı paylaştık.
15 gün sonra, yüksek lisansın ilk dönemini kapatıyorum ve daha sık yepyeni yazılar, yepyeni konular, yepyeni keşiflerle burada olacağım. İlk fırsatta da vücudumu güneşle buluşturacağım, birkaç gün bütün meşguliyetim önümde arkam eşit yandı mı olacak.
O zamana kadar buraya yolunuz düştükçe, "Neden yeni yazı yok?!" diye bana kızmak yerine, sınavlar ve ödevler konusunda şans dileklerinizi yollayın, olmaz mı?! İlla ki benden bir şeyler okumak isteyenler varsa -onları çoook seviyorum- yukarıdaki başlıkları kurcalayın seveceğiniz bir şeyler mutlaka vardır :))
Seyahate çıkan şanslılardan veya 3 aylık yaz tatilini başlatan öğrencilerdenseniz tadını çıkartın. Seyahatler bence en güzel hayal kurma ve hayat planlama süreleri, yanınızda bir kağıt kalem bulundurup notlar almanızı tavsiye ederim.
Güneşli, bronz tenli, uçuş etekli, renkli ojeli, after-sun kokulu günler...
Dip Not 1: Bu yazıdaki bütün fotoğraflar Pinterest'te "Quotes" tagi altında beğendiklerimdir.
Dip Not 2: Yazının en başındaki şarkı bu aralar en çok dinlediğim albüm Sia - Best Of'tan Clap Your Hands.
2 yorum:
bu yazinda kendimi buldum diye bilirim, gerek müvekkilinle olan muhabbette, ki bu tarz konusmalar ben ve arkadaslarim arasinda da sikca dönüyor.. gerekse tatile cikamaman ve okul yüzünden hic bir seye vakit bulamaman konusunda.
Senin 15 günün kalmis benim daha tami tamina 55 gün..
kendime sabir
sana bol sans :))
Güzel Yazın için için Teşekkürler..
Yorum Gönder