Cuma günleri her şey daha katlanılır olur.
Sabah uykunun en tatlı yerinde çalan alarm, şöyle bütün evi
kokutan filtre kahveyi sakin sakin yudumlayıp gazeteyi bitiremeden evden
çıkmak, ofise oturup mailleri açar açmaz yığılan ve kesinlikle hepsi “acele”
olan işler, tam hepsini toparlamışken son dakika golü gibi acı gelen telefon...
Bunlar Cuma günü diğer günlerden daha kolay halledilir.
Günün bir anında mutlaka insanın için “Friday I’m in love”
şarkısının melodisi geçer. I Love Fridays baskılı t-shirtlar giymiş insanlar
size dünyanın en tatlı şeylerinden biri gibi gelir.
Ve Cuma günleri İstanbul’un metrekare başına en çok
güleryüzlü insan düşen bölgesi havaalanı olur. Kimsenin acelesi yoktur, kimse
gergin değildir. Çünkü tatile gidiyorlardır! Herkes herkese gülümser, herkes
herkese teşekkür eder. Bir nevi İstanbul ütopyası orada hayat bulur.
Geçen hafta Cuma günü, ofisten çıkmış köprü trafiği
hesapları yaparak koşa koşa Havataş’a yetişmiş, mışıl mışıl uyuyarak Sabiha
Gökçen’e ayak basmıştım. Bir anda ruh halim değilmişti, benimle aynı saatlerde
havalanında olan, fakat farklı uçaklarla seyahat ettiğimiz babamla buluşup ayak
üstü laflamış, Wings’e şöyle bir göz atmış oturacak yer bile olmadığını fark
edip vazgeçmiş (Wings Lounge artık ayrıcalıktan ziyade sıradanlığa dönüştü. Bir
sonraki adıma geçmeleri lazım artık, Wings Plus Lounge filan...), havalanının
içinde adını bile bilmediğim bir başka yere oturdum.
Elimde Haruki Murakami’nin Türkçe’ye tercümesi uzun
zamandır beklenen ansiklopedik boyutta
romanı 1Q84 ile...
Bahsettiğim yere oturdum, buz gibi bir bira istedim, garson
sordu “O kitap nedir?” diye. Açıkladım. “Yani iş veya okulla ilgili değil,
keyiften mi okuyorsunuz?” diye teyit etmek istedi. Gülerek onayladım. Biramın
yanına “Benden bu. Romanla iyi gider” diye patlamış mısırlar çerezler getirdi.
Biraz sonra hemen yanıma ingilizce türkçe karışık konuşmayı
abartmış, taze üniversite mezunu iki kız müsade isteyerek oturdu. Beş dakika
geçmeden, “Aaa o 1Q84 mü? Ben de çok okumak istiyorum o kitabı.” dedi. Onlarla
biraz lafladım.
Bütün seyahatim böyle geçti. Şöyle yeni insanlarla tanışıp kaynaşayım,
havaalanı beklemesi daha keyifli hale gelsin isterseniz bu kitabı şiddetle
tavsiye ederim. Kimseyle kaynaşamazsanız bile roman baya enteresan. İyi vakit
geçirmek her türlü garanti yani.
Her yıl bu blogta bir Altınorfoz yazısı yazmak adetten oldu.
Sezon deniz açılışımı sektirmeden orada yapıyorum. İlk başlarda oradaki otele
gidiyorduk, sonradan Cemal’in yerini keşfettik. Buraya bayılıyorum, çünkü etrafta
makyajlı ve takılı deniz dışında her yere gitmeye müsait kadınlardan olmuyor,
yemekler inanılmaz lezzetli, denizi harika ve pek kimse bilmediği için saklı
cennetim gibi.
Sabah gidiyorsunuz, bütün aile oturmuş patetes soyuyor,
salata malzemesi yıkıyor. Önce taraçada oturup, Türk kahvenizi içiyorsunuz,
sonra kendinize bir şezlong beğenip yüzüp güneşleniyorsunuz. Öğle vakti gelince
balıkçıya çıkıyorsunuz. Taze balıklara, roka salatası, ekşili patates kızarması
eşlik ediyor. Biraz gölgede deniz esintisiyle kestirdikten sonra, yine
yüzüyorsunuz, yine güneşleniyorsunuz. Sudan çıkasınız gelmiyor. Cennet!
Altınorfoz keyfinden sonra yoldaki kaplumbağaları kurtarıp kenara kaldıra kaldıra Adana’ya ayak bastık.
Adana’ya
duruşma için veya bir sebeple yolu düşen arkadaşlarım bana hep soruyor. Ne
yapılır Adana’da diye. Ben Adana’ya gittiğimde üç şey yapmadan asla dönmüyorum.
1) Kebap Yemek.
Adana’da herkesin ayrı bir favori
kebapçısı vardır. Ben favorilerimin dışında yeni açılan ve çok methedilenlere de
bir yolumu düşürüyorum. Bu sefer çok fazla vaktim olmadığından şehir
merkezindeki Gazipaşa Kebap’a gittik. Lokasyonu ve
dekorasyonu güzel bu kebapçıya ilk gittiğimde çok lezzetli bir kebap yemiştim. Ancak bu sefer nar ekşisiz ezme ve köfteye benzeyen kebap beni biraz hayal
kırıklığına uğrattı.
Beni tavlama sebebi ise tuvaletteki tek kullanımlık diş fırçaları....Harika düşünülmüş.
2) Doğan Abi’ye Gitmek.
Liseden mezun olduğum gün Doğan
Abi’ye gidip kahkül kestirmiş ve saçıma ilk gölgeleri attırmıştım. O günden bu
güne de saçımı ondan başkasına boyatmadım. Bana nefis bakır tonu tutturduğu
günler de oldu, tatlı kahveler de. Son birkaç yıldır ise sarı röflelerim onun
eseri.
Bütün kuaförlerin kendilerinin yapmadığı
saçı kötülemek gibi bir adeti vardır malum. Ama Doğan Abi'nin elinden çıkan röflelerimi İstanbul’daki
kuaförler bile takdir ediyor. Adana’ya
yolu düşen her arkadaşımı da oraya selamımla birlikte yolluyorum. İstanbul’da
evlenenlerin gelin saçı için onu İstanbul’a getirmeleri de rastlanan bir durum. Doğan Abi'nin bağımlısı çok yani. Aklınızda olsun Adana’ya yolunuz düşerse, Ziyapaşa’da Rolex’in
hemen bitişiği, Özsüt’ün karşısında Abdullah Yağmur diye bir kuaför var. Gidin,
Doğan Abi’yi bulun.
3) Havuza girmek.
İstanbul’da sitelerin havuzları
iğne atsan yere düşmez ya; Adana’da da havuz o kadar sıradan o kadar basit bir
şey ki, kimse meraklısı değil. O sakin, huzurlu havuzun keyfi de bir başka
oluyor.
Adana’ya her yolum düştüğünde fırsatım olmuyor;
ama leziz cezerye bulabilirsiniz. Bir de Küçüksaat’te bir yer var cezeryenin
başka bir versiyonunu yapıyor: Madonna. İnsanın aklını başından alır, vücuduna
5-10 kilo olarak iade eder. O kadar iyi.
Bir de küçük bir sır XS veya S bedenseniz,
Optimum’daki Fabrika mağazasına gidin. Sanıyorum Adana’da formal giyim çok
trend değil. Network ve Fabrika’nın blazerlarını, gömleklerini, eteklerini
oldukça uygun fiyatlara alabilirsiniz.
Hani her avukatın içinde bir yerlerde akıl oyunlarına girmek, satranç oynar gibi hamlelerle karşı tarafı şah mat etmek arzusu vardır ve aslında pratikte böyle şeyler pek olmaz ya; o yüzden bu dizi bir yerde bütün avukatların içindeki gizli arzuları tetikliyor.
Avukat olduğum için mi diziyi bu kadar çok sevdim, yoksa dizi gerçekten harika mı bilmiyorum.
İzledikçe Gabriel Macht'ın canlandırdığı gerçekte olmayan bir karaktere aşık oluyorum ve çalışma şevki geliyor. Haftaiçi her gün birer, Pazar günleri ikişer doz iyi gelir,
çalışma aşkı yaratır.
Pazarın kalan saatlerinin tadını çıkarın, tatile gidemediyseniz kendinize bir masaj ısmarlayın ve bütün pazar eklerini güzel bir kahve eşliğinde okuyun mesela.
Öperim :*
Not1: Bu kadar bahsetmişken içerikle çok alakası olmasa bile yazının başlığı 1Q84'ten olsun istedim. s.260'dan alıntıdır.
Not2: Yazıdaki ilk fotoğrafın sahibi Instagram'daki "morz"dur. Güzel fotoğrafları var, tavsiye edilir.
5 yorum:
Sezen, daha sık yaz! Seni seviyorum. Zerrin
Madonna :)) en sevdiğim.. Yeni Uğurda satılıyor.. O kadar seviyorum ki nişanlımın ailesi beni istemeye gelirken bana extra Adana'dan madonna getirmişlerdi :)))
Bu arada haftaya bende Adanaya gideceğim bir düğün için. Oraları pek bilmediğimden kuaför sorunum vardı. Tavsiye ettiğin yere gidip, Doğan Abiye adını vericem Sezen beni yolladı dieeee :)))
Seni hiç tanımamama rağmen ne yap diyorsan, nereye git diyorsan, şurada ye diyorsan; yaparım, giderim, yerim. Çok net.
Sezen harikasın : ) bu arada kitabın Türkçesi çıktı ...
Ayy ama nasıl mutlu oldum ben bunları okuyunca!* :)))
@istanbul: Zerrincim, sanırım sonunda bir düzen oturttum eskisi gibi periyodik yazmaya niyetliyim. Umarım başaracağım. Seni de bir ara Mushaboom'a kahveye bekliyorum :)
@SWL: Ne kadar düşündüm oranın adını Yeni birşeydi ama neydi neydi diye. Evet Yeni Uğur! Bence kız isterken götürülecek en güzel çikolataya on basar Madonna takdir ettim damadı :)) Aynen bul Doğan Abi'yi söyle selamımı, eminim memnun kalırsın. =)) Hatta çek bir fotoğrafını yolla bana, bayılırım düğün saçlarına...
@Leah: Ne kadar mutlu oldum anlatamam. O zaman ortak favori mekanlarımızda karşılaşmak üzere :)))
@Nunu in Wonderland: Ohhh be diyorum o zaman! Yaz için cüssesi uymuyor kitabın gerçi ama benim şimdilik favorim. Her gece bakıyorum gök yüzüne bir tane mi iki tane mi ay var diye :) Öperimmm
Yorum Gönder