Elimde blush kadehim, arka fonda güzel bir müzik çalarken, koltukta rahatça oturuyorum. Karşımdaki oturan adam, beni çok iyi tanıyor. Çünkü o geçmişte bir zamanlar benim için Mr. Prozac 'tı.
Bir zamanlar aklımı başımdan alan gözleri ile dikkatlice beni inceliyor. Biliyorum, cümlelerimdeki çelişkileri, aklımdaki karmaşayı, ruhumdaki pervasızlığı herkesten iyi o görüyor. Geçmişte karşısında oturduğum zamanlarda hep çok net bir kadındım, o yüzden bu halime sinirleniyor. Lafımı kesiyor, beni anlamaya çalışıyor. "Ne istiyorsun sen Sezen, kendini mesela birkaç yıl sonra nerede ne yaparken görüyorsun?" diye soruyor.
"Şu anda gerçekten hiçbir fikrim yok ve buna bayılıyorum." diye cevaplıyorum yüzümde kocaman bir gülümsemeyle. Konuşmak istemiyorum. Çünkü son zamanlarda pek düşünmüyorum, hiç bir şey hakkında... Hiç bir şeyi kurgulamıyorum, hayat bana ne sunarsa, onu yaşıyorum. O yüzden söyleyebilecek de fazla bir şeyim yok ve kalkıp dans etmeye başlıyorum.
Bundan bir ay kadar önce kendimi tanıdığımı düşünüyordum. Düzenli bir hayat kurmuştum. Hayatta neler istediğim konusunda aklımda bir şeyler şekillenmişti. Büyük aşklar, büyük maceralar peşinde değildim. Beni mutlu etmeyen bir ilişkiyi, ayakta tutmak için didinip duruyordum. Bir yandan da sürekli seyahat ediyordum, düzenli olarak blog yazıyordum, bunların ikisini sıkça yaparak, hayatımdaki mutsuzluklarımı unutuyordum. Kaçarak ve yazarak hayatımı renklendiriyordum.
Derken bir gün dokuz yıl önce hayatımda olan, şimdi Londra'da yaşayan adamdan bir mesaj aldım: "Hani Yunanistan'a gidiyorduk biz?" Adamın espri mi yaptığını yoksa ciddi mi olduğunu anlamaya çalıştığım iki günün sonunda, gidiş dönüş Prag biletim ve Prag'ta harika terası olan bir evim vardı. Gerçekten de birkaç hafta sonra, yıllardır görmediğim bu adamla Prag Havalimanı'nda buluştuk ve harika üç gün geçirdik.
Bu Prag hikayesinin sonunu, herkesin büyük bir aşk hikayesi bekleyerek dinledi; ama hayır bu bir aşk başlangıcı değildi. Tatilin sonunda, Prag Havalimanı'nda birbirimizin yanağına dostane birer öpücük kondurup, birbirimize sarılıp "Kendine iyi bak" diyerek ayrıldık ve kendi hayatlarımıza geri döndük. Ama o adam sayesinde, maceraperest halimi hatırladım. Ve bunu çok özlediğimi fark ettim.
Kelimelerine taptığım Ece Temelkuran, her zamanki gibi yönümü bulmaya çalıştığım o anda imdadıma yetişti:
"Kimin hayatını yaşıyorsun sen? Kendininkini mi? Öyle mi? Hep mi? Dursan baksan şimdi ne kadar kendin kaldın bu hayatta? Kendinde ne kadar sen varsın? Dursan baksan şimdi, kendini ikna ede ede ne kadar yol gittin kendinden, "olması gereken bu" diye "hayatın pek fazla numarası yok" diye, "zaten daha ne olacaktı" diye... "Burası iyi, güvenli" diye diye diye diye...
Ne kadar yol gittin kendinden kendine hikayeler anlata anlata? Düşünsene, o hikayelerle ne kadar çok zaman oyalandın aslında başkasının olan hayatlarda? Oysa bir gün... Kendine geri yürüyeceksin. Bu yüzden dikkat et de fazla uzaklara gidip geri dönüş yolunu kaybetmeyesin."
"Olması gereken bu" diye diye, içinde mutlu olmadığım bir ilişkiye hapsetmiştim kendimi. Karşımdaki adam, başka bir kadının tapabileceği pek çok harika özelliğe sahipti; ama benim aradığım arzuladığım hayalini kurduğum ilişki değildi yaşadığım. Geçmişte yaşadığımız güzel anlara teşekkürlerimi sunarak, çıktım o ilişkiden. Karşımdaki adamı, biraz üzdüm, biraz kırdım, biraz sinirlendirdim, biraz şaşırttım. Ama kendime geri yürümenin, kendimi bulmanın o harika hissine kavuştum.
Tamam, dedim, şimdi biraz yalnız kalma zamanı. Hayatımı, evimi, görünüşümü toparlama, borçlandığım uykuları ödeme, yavaşlama zamanı.
Hayat dalga geçercesine karşıma "O"nu çıkardı. Ve pat diye bütün yer ayağımın altından çekildi. Ezberlerim bozuldu. Kendi hissettiklerime, yaptıklarıma, söylediklerime inanamaz buldum kendimi. Yanında kendimi çok mutlu hissettim. Tekrar San Francisco'ya hiç dönmesin istedim. Her gece onun beni sarmalamasını, her sabah onun güzel uykulu yüzüne karşı sabah kahvemi içmeyi, bana hep o harika gülümsemesiyle bakmasını, her gün ofis camı ile onun yatak odasından karşılıklı birbirimize el sallamayı diledim. Bu kadar kısa zaman içinde bu kadar birbirimize alışmamız mantık dışıydı, ama gerçekti.
Ve sonra vedalaşma günü geldi, boynumda "Sana şans getirecek. Taktıkça beni de hatırla" dediği Hawaii çiçekleri ile ona son defa sarıldım.
Sonra o San Francisco'ya döndü, ben Çeşme'ye gittim. Hayatın bana sürprizleri bitmemişti. Mr. Prozac ile Çeşme'de daha önceki iki ilişkimiz boyunca eğlenmediğimiz kadar eğlendik. Kafalar ve ortalık yeteri kadar karışık değilmiş gibi! Gittiğimiz her yerde, tanıştığımız herkes, birbirimize ne kadar yakıştığımızı söylüyordu.
Yine de aklımda hep "O" vardı, telefonun ucunda... Aramızdaki on saat farka rağmen, sürekli iletişim halindeydik. Ben bir dünyaları içmiş, çılgınlar gibi dans ederken, o öğle yemeği yiyordu; o bana kafası güzel "shit face" fotoğraflar yollarken, ben ofiste tıkır tıkır dilekçe yazıyor oluyordum. Ama hala yolladığı her fotoğraf, yazdığı her cümle beni çok mutlu ediyordu.
Şimdi bu satırları, üstümde "o"nun giderken bana bıraktığı, o kokan tshirt ile yazıyorum. Dilimde "If you're going to San Francisco, be sure to wear some flowers in your hair."
Düşünmek, kurgulamak, beklentilere girmek, kendimi de, karşı tarafı da germek istemiyorum; hikayenin yüze kocaman bir gülümseme oturtacak bir sonu olması da şart değil zaten; ama hikayelerin peşinden gitmek gerektiğine inanıyorum.
Kendimi bildim bileli, hikayeleri kovaladım. O yüzden biletim hazır ve bir ay kadar sonra, ben San Fransisco'ya uçuyorum ve "O"nunla bir klasik olan Highway 1 yollarına düşüyorum. Çok saçma, çok güzel bir hikaye bu ve bu yüzden inanıyorum ki çok maceralı, çok kahkahalı ve çok keyifli bir tatil olacak.
Blogu ihmal ettiğim için instagram yorumları ile, maillerle, whatsup mesajları ile sitem eden, hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum; çünkü beni çok mutlu ettiniz. Özlenmek ve merak edilmek kadar güzel bir şey var mı!
Hayatım bu aralar çok garip, çok yoğundu, çok güzeldi, yazamadım. Ama şimdi kafamda her şey yerli yerine oturdu.
Bugünden itibaren eski düzende huzurlarınızdayım. Anlatacak çok şey var... Öyle ya da böyle yaşanacak da çok şey var... Hayatın akışına güvenin, neşe ile kalın!
Bir zamanlar aklımı başımdan alan gözleri ile dikkatlice beni inceliyor. Biliyorum, cümlelerimdeki çelişkileri, aklımdaki karmaşayı, ruhumdaki pervasızlığı herkesten iyi o görüyor. Geçmişte karşısında oturduğum zamanlarda hep çok net bir kadındım, o yüzden bu halime sinirleniyor. Lafımı kesiyor, beni anlamaya çalışıyor. "Ne istiyorsun sen Sezen, kendini mesela birkaç yıl sonra nerede ne yaparken görüyorsun?" diye soruyor.
"Şu anda gerçekten hiçbir fikrim yok ve buna bayılıyorum." diye cevaplıyorum yüzümde kocaman bir gülümsemeyle. Konuşmak istemiyorum. Çünkü son zamanlarda pek düşünmüyorum, hiç bir şey hakkında... Hiç bir şeyi kurgulamıyorum, hayat bana ne sunarsa, onu yaşıyorum. O yüzden söyleyebilecek de fazla bir şeyim yok ve kalkıp dans etmeye başlıyorum.
Bundan bir ay kadar önce kendimi tanıdığımı düşünüyordum. Düzenli bir hayat kurmuştum. Hayatta neler istediğim konusunda aklımda bir şeyler şekillenmişti. Büyük aşklar, büyük maceralar peşinde değildim. Beni mutlu etmeyen bir ilişkiyi, ayakta tutmak için didinip duruyordum. Bir yandan da sürekli seyahat ediyordum, düzenli olarak blog yazıyordum, bunların ikisini sıkça yaparak, hayatımdaki mutsuzluklarımı unutuyordum. Kaçarak ve yazarak hayatımı renklendiriyordum.
Derken bir gün dokuz yıl önce hayatımda olan, şimdi Londra'da yaşayan adamdan bir mesaj aldım: "Hani Yunanistan'a gidiyorduk biz?" Adamın espri mi yaptığını yoksa ciddi mi olduğunu anlamaya çalıştığım iki günün sonunda, gidiş dönüş Prag biletim ve Prag'ta harika terası olan bir evim vardı. Gerçekten de birkaç hafta sonra, yıllardır görmediğim bu adamla Prag Havalimanı'nda buluştuk ve harika üç gün geçirdik.
Bu Prag hikayesinin sonunu, herkesin büyük bir aşk hikayesi bekleyerek dinledi; ama hayır bu bir aşk başlangıcı değildi. Tatilin sonunda, Prag Havalimanı'nda birbirimizin yanağına dostane birer öpücük kondurup, birbirimize sarılıp "Kendine iyi bak" diyerek ayrıldık ve kendi hayatlarımıza geri döndük. Ama o adam sayesinde, maceraperest halimi hatırladım. Ve bunu çok özlediğimi fark ettim.
Kelimelerine taptığım Ece Temelkuran, her zamanki gibi yönümü bulmaya çalıştığım o anda imdadıma yetişti:
"Kimin hayatını yaşıyorsun sen? Kendininkini mi? Öyle mi? Hep mi? Dursan baksan şimdi ne kadar kendin kaldın bu hayatta? Kendinde ne kadar sen varsın? Dursan baksan şimdi, kendini ikna ede ede ne kadar yol gittin kendinden, "olması gereken bu" diye "hayatın pek fazla numarası yok" diye, "zaten daha ne olacaktı" diye... "Burası iyi, güvenli" diye diye diye diye...
Ne kadar yol gittin kendinden kendine hikayeler anlata anlata? Düşünsene, o hikayelerle ne kadar çok zaman oyalandın aslında başkasının olan hayatlarda? Oysa bir gün... Kendine geri yürüyeceksin. Bu yüzden dikkat et de fazla uzaklara gidip geri dönüş yolunu kaybetmeyesin."
"Olması gereken bu" diye diye, içinde mutlu olmadığım bir ilişkiye hapsetmiştim kendimi. Karşımdaki adam, başka bir kadının tapabileceği pek çok harika özelliğe sahipti; ama benim aradığım arzuladığım hayalini kurduğum ilişki değildi yaşadığım. Geçmişte yaşadığımız güzel anlara teşekkürlerimi sunarak, çıktım o ilişkiden. Karşımdaki adamı, biraz üzdüm, biraz kırdım, biraz sinirlendirdim, biraz şaşırttım. Ama kendime geri yürümenin, kendimi bulmanın o harika hissine kavuştum.
Hayat dalga geçercesine karşıma "O"nu çıkardı. Ve pat diye bütün yer ayağımın altından çekildi. Ezberlerim bozuldu. Kendi hissettiklerime, yaptıklarıma, söylediklerime inanamaz buldum kendimi. Yanında kendimi çok mutlu hissettim. Tekrar San Francisco'ya hiç dönmesin istedim. Her gece onun beni sarmalamasını, her sabah onun güzel uykulu yüzüne karşı sabah kahvemi içmeyi, bana hep o harika gülümsemesiyle bakmasını, her gün ofis camı ile onun yatak odasından karşılıklı birbirimize el sallamayı diledim. Bu kadar kısa zaman içinde bu kadar birbirimize alışmamız mantık dışıydı, ama gerçekti.
Ve sonra vedalaşma günü geldi, boynumda "Sana şans getirecek. Taktıkça beni de hatırla" dediği Hawaii çiçekleri ile ona son defa sarıldım.
Sonra o San Francisco'ya döndü, ben Çeşme'ye gittim. Hayatın bana sürprizleri bitmemişti. Mr. Prozac ile Çeşme'de daha önceki iki ilişkimiz boyunca eğlenmediğimiz kadar eğlendik. Kafalar ve ortalık yeteri kadar karışık değilmiş gibi! Gittiğimiz her yerde, tanıştığımız herkes, birbirimize ne kadar yakıştığımızı söylüyordu.
Yine de aklımda hep "O" vardı, telefonun ucunda... Aramızdaki on saat farka rağmen, sürekli iletişim halindeydik. Ben bir dünyaları içmiş, çılgınlar gibi dans ederken, o öğle yemeği yiyordu; o bana kafası güzel "shit face" fotoğraflar yollarken, ben ofiste tıkır tıkır dilekçe yazıyor oluyordum. Ama hala yolladığı her fotoğraf, yazdığı her cümle beni çok mutlu ediyordu.
Şimdi bu satırları, üstümde "o"nun giderken bana bıraktığı, o kokan tshirt ile yazıyorum. Dilimde "If you're going to San Francisco, be sure to wear some flowers in your hair."
Düşünmek, kurgulamak, beklentilere girmek, kendimi de, karşı tarafı da germek istemiyorum; hikayenin yüze kocaman bir gülümseme oturtacak bir sonu olması da şart değil zaten; ama hikayelerin peşinden gitmek gerektiğine inanıyorum.
Kendimi bildim bileli, hikayeleri kovaladım. O yüzden biletim hazır ve bir ay kadar sonra, ben San Fransisco'ya uçuyorum ve "O"nunla bir klasik olan Highway 1 yollarına düşüyorum. Çok saçma, çok güzel bir hikaye bu ve bu yüzden inanıyorum ki çok maceralı, çok kahkahalı ve çok keyifli bir tatil olacak.
Blogu ihmal ettiğim için instagram yorumları ile, maillerle, whatsup mesajları ile sitem eden, hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum; çünkü beni çok mutlu ettiniz. Özlenmek ve merak edilmek kadar güzel bir şey var mı!
Hayatım bu aralar çok garip, çok yoğundu, çok güzeldi, yazamadım. Ama şimdi kafamda her şey yerli yerine oturdu.
Bugünden itibaren eski düzende huzurlarınızdayım. Anlatacak çok şey var... Öyle ya da böyle yaşanacak da çok şey var... Hayatın akışına güvenin, neşe ile kalın!
4 yorum:
özlemiştik :)
Bütün seyahetlere, iş temposuna, şehir hayatı yoğunluğuna, şuna buna, herşeye rağmen süper enerjini korumana ve yazmana bayılıyorum!
Ayrıca yaşasın hiçbirşey düşünmemek. Benim kafam son 1 yıldır öyle dolu ki, bir an önce ben de o moda ulaşmayı hayal ediyorum.
Bir de ne mutlu bize, yeni yazılar geliyor!!
Özge
www.sevgilibeyazkagit.com
merhaba sezen,
6 senelik ilişkimde, tam da bu hafta sonu artık ciddi bir şeyler için ailelerimizi tanıştıracağımızın öncesinde, epeyce bir yalanla bir süredir uyutulduğumu, kandırıldığımı, aptal yerine konduğumu -nasıl tanımlanırsa artık- öğrendim. Şu an aynen sudan çıkmış balık gibiyim. ofiste önümde bir sürü dosyayla otururken ve aklımı hiçbirine bir gram bile veremezken, senin yazını okumak öyle iyi geldi ki. umarım ben de senin kadar kararlı olabilir, bu ilişkiye noktayı koyabilir ve yoluma bakabilirim. Biraz bile olsa umut verdin bana, çok teşekkür etmek istedim.
Eylül.
çok güzel ve açıklayıcı bi yazı olmuş, ellerinize sağlık devamını bekleriz :)
Yorum Gönder