- Mantıklı hareket etmekten ne kadar uzaklaşabilirsin?
- Şimdilik San Francisco kadar.
Şöyle durup geriye baktığımda hayatı hep iki uçta yaşadığımı görüyorum. Bazen toplumun bütün ideal kalıplarına uygun, sorumluluk sahibi, çalışkan, kibar bir kadın oluyorum. Ebeveynlerin bakıp da "Kızım sana benzer umarım." dedikleri cinsten.
Düzenli hayat, düzenli ilişki, düzenli iş...
Bunlar bir arada olunca eğlenmek de düzenli oluyor. Büyük sürprizlere kapalı eğlenceler: Yakın dostlarla yenilen lezzetli yemekler, evde huzur içinde koltuğa yayılıp şarap içmeler, önceden bileti alınmış konserler, aylar öncesinden planlanmış seyahatler...
Bu senaryonun içinde kendimi oldukça beğeniyorum bazen. Topuklularımı, beyaz gömleğimi giyip işe gidiyorum, çok çalışıyorum, haftasonları kendimi sevdiğim adamın kollarına bırakıyorum, huzur buluyorum, dinleniyorum. Geleceği planlıyorum, önümdeki yılları adım adım tasarlayabiliyorum bu dönemlerde.
Sonra sıkılıyorum. Sınırlardan, kurallardan, sorumluluklardan, öngörülebilirlikten. Aynada gördüğüm yapması gerekenlerden yorulmuş, donuk bakan kadından... Her hücremle belirsizlikleri özlüyorum, heyecanı özlüyorum, plansızlığı özlüyorum. Yakıp yıkıyorum, yıllarca emek harcadığım her şeyi. Gözüm kara oluyor, zehir zemberek!
Kendimi her şeyi yapabilir hissediyorum. Uyku isteğim kayboluyor, gecelerim uzuyor, alkol tüketimim artıyor, kahkahalarım çoğalıyor. Her sabah yataktan büyük bir heyecanla kalkıyorum, cep telefonumun her çalışı yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştiriyor. Daha bir kaç önce tasarladığım o gelecek, bana o kadar yabancı geliyor ki; sanki başka biri çizip koymuş önüme ben ilk defa görüyorum.
Maceraperest, öngörülemez, heyecanlı ve tutkulu bir kadına dönüşüyorum.
Son birkaç yıldır, pazar sabahları ekilemez bir planım var: babamla kahvaltı etmek. Geçen hafta pazar sabahı babamı, yalnızca birkaç saat uyumuş olarak karşılamış, bize kahve hazırlarken, "Sen yüzüne bir şey mi yaptırdın?" diye sordu. Ben anlamayınca, açıkladı. "Çok farklı görünüyorsun. Çok güzel, çok dinlenmiş." Güldüm. "Hayatımın son zamanlardaki en az dinlenmiş günlerini yaşıyorum." diye cevapladım. İnanamadı, kafamı sağa sola çevirip inceledi. "Son zamanlardaki yorgun halin gitmiş, bambaşka çok güzel bir kadın gelmiş." dedi.
O zaman kavradım. Çok az uyuyordum, çok geziyordum, kendime pek bakmıyordum; ama son zamanlarda "mantık" filtremi kaldırmış, canım ne isterse onu yapıyordum. Mantık ve sorumluluk kavramlarının yokluğuydu farkı yaratan...
Diğer yandan, bal gibi biliyorum ki, bir süre sonra bundan da yorulacağım. Belirsizlik ve hız uzun vadede fazlasıyla yorucu oluyor. Yine kendime çizgileri belli bir yaşam çizecek, ertesi günümü öngörebilir olacağım. Ben bu filmi son on senede iki kere izledim.
Ama şimdi... "Hatırladığım dünlerin, hayalini kurduğum yarınlardan daha fazla olmasını" reddediyorum.
Hiç planlamadığım bir anda hayatıma giren, bana harika şeyler hissettirdikten sonra da boynuma Hawai çiçeği takarak benden 11.000 kilometre uzaktaki hayatına geri dönen adamın yanına gidiyorum.
Birlikte onun evinden çıktığımız son gün, ben on adım uzaklıktaki ofisime yürürken, yanımdan geçerken, kornaya basıp el salladığında, korktuğum kadar çok hüzünlenmediğimi şaşırarak fark etmiştim. Çünkü içten içe onu yeniden göreceğimi biliyordum. O da benzer biçimde bana, "Sanki seni daha çok göreceğim gibime geliyor." demişti.
Ne zaman ve nasıl olacaktı bilmiyorduk; ama ikimiz de bir şekilde yeniden görüşeceğimize inanıyorduk. Bir zaman, bir yerde...
Yine de, bundan bir ay önce, birlikte harika zaman geçirmiş olmamıza ve yeniden birbirimizi göreceğimize inanmamıza rağmen, birisi "Bu adam San Francisco'dayken de siz sürekli konuşmaya devam edeceksiniz." dese gülerdim muhtemelen. Bir ay boyunca, ikimizin de kendi hayat curcunalarına rağmen sürekli iletişim içinde kalacağımızı düşünemezdim. Çünkü çok uzak olacaktık, uzaklık yetmezmiş gibi aramızda da 10 saat fark olacaktı.
Şu an dönüp bu bir aylık süreye baktığımda, whats up call'lar, fotoğraflar, videolar, yemek nispetleri olmadan tek bir gün bile geçirmediğimizi şaşkınlıkla fark ediyorum. Ben kafam güzel ona sardığımda o toplantıda oluyordu; o bana gecenin sonunda geleneksel hale gelmiş 'shit face' fotoğrafını yollarken, ben işe gidiyordum.
Bu bir ayda, hayatımda pek çok şey oldu, çok eğlendim, çok gezdim; ama bir yandan da alakasız zamanlarda onu yanımda istedim. Merak ettim. O anda yanımda olsa neler söylerdi, neleri sever, nelerden hoşlanmazdı diye.
Ve şimdi, onunla vedalaştıktan bir ay sonra, şu anda kabin boy bagajım ve pasaportum ile havalimanına doğru yola çıkıyorum. O, "Hala sana sarılana kadar geleceğinden şüphe etmiyor değilim. Ama geliyor gibisin, oldukça inandırıcı." diyor, ben de sanırım ancak onu havalimanında karşımda gördüğümde "Valla gerçekten geldim." diyeceğim. Hala inanamıyoruz bu büyük maceranın gerçekliğine...
Gittiğim gibi de Wad Ad'ı dinleyerek dans edecek olmamı da, oradaki günlerimin harika geçeceğine bir işaret olarak alıyorum; çünkü ben aylarca her sabah bu şarkıyı dinlemiştim, beni keyiflendiriyor diye! :)
Dip Not: Tahmin edersiniz ki, bir süre San Francisco'yu, Napa'yı, Big Sur'u ve O'nu keşfetmekle meşgul olacağım için yeni yazı eklemeye fırsatım olmayacak. Tekrar görüşünceye kadar çok öpüyorum. Maceralara açık kalın!
Dip Not 2: Böyle her şeyi yazıyor olmamı eleştirenler, bu yazılar yüzünden "Düzgün adam"ları kaçıracağım diye endişelenenler, sizin "düzgün adam" diye nitelendirdiğiniz, hayalleri, maceraları olmayan, her bir günü bir önceki günün aynısı olarak yaşayan adamları çok seviyorsanız, alın sizin olsunlar. Beni düşündüğünüz için gerçekten teşekkür ederim; ama benim hikayelerimden, deneyimlerimden heyecanlanmayan bir adamla gerçekten mutlu olmama imkan yok. Yani sizin "düzgün adam" diye tabir ettiğiniz adamlarla... Benim tutkuyla arzuladığım eğlenceli, açık fikirli, hikayelerimden maceralarımdan keyif alabilen, bunları kabullenebilen ve hatta yenilerini ekleyen adam.
"Öyle bir adam yok, hayal dünyasındasın." diyorsanız da, eyvallah. Ben hikayelerimle mutluyum. Bunları paylaşmanın, hiç yolunuzun kesişmediği güzel insanların sizin için heyecanlanmasının, yazdıklarınız sayesinde umut dolmasının, yakınlık hissetmesinin güzelliğini kelimelerle anlatabileceğimi sanmıyorum. O yüzden yepyeni bir maceraya gidiyorum ve sonra yazmaya kesinlikle devam edeceğim.
Çünkü bence hayat, toplumun genel doğrularına takılmayınca çok daha keyifli. Belki de Murathan Mungan'ın dediği gibi: "Hayatın öldürmediği bir şey vardı onda. Belki de son darbeyi yememişti daha."
Keyifle kalın!
- Şimdilik San Francisco kadar.
Şöyle durup geriye baktığımda hayatı hep iki uçta yaşadığımı görüyorum. Bazen toplumun bütün ideal kalıplarına uygun, sorumluluk sahibi, çalışkan, kibar bir kadın oluyorum. Ebeveynlerin bakıp da "Kızım sana benzer umarım." dedikleri cinsten.
Düzenli hayat, düzenli ilişki, düzenli iş...
Bunlar bir arada olunca eğlenmek de düzenli oluyor. Büyük sürprizlere kapalı eğlenceler: Yakın dostlarla yenilen lezzetli yemekler, evde huzur içinde koltuğa yayılıp şarap içmeler, önceden bileti alınmış konserler, aylar öncesinden planlanmış seyahatler...
Bu senaryonun içinde kendimi oldukça beğeniyorum bazen. Topuklularımı, beyaz gömleğimi giyip işe gidiyorum, çok çalışıyorum, haftasonları kendimi sevdiğim adamın kollarına bırakıyorum, huzur buluyorum, dinleniyorum. Geleceği planlıyorum, önümdeki yılları adım adım tasarlayabiliyorum bu dönemlerde.
Sonra sıkılıyorum. Sınırlardan, kurallardan, sorumluluklardan, öngörülebilirlikten. Aynada gördüğüm yapması gerekenlerden yorulmuş, donuk bakan kadından... Her hücremle belirsizlikleri özlüyorum, heyecanı özlüyorum, plansızlığı özlüyorum. Yakıp yıkıyorum, yıllarca emek harcadığım her şeyi. Gözüm kara oluyor, zehir zemberek!
Kendimi her şeyi yapabilir hissediyorum. Uyku isteğim kayboluyor, gecelerim uzuyor, alkol tüketimim artıyor, kahkahalarım çoğalıyor. Her sabah yataktan büyük bir heyecanla kalkıyorum, cep telefonumun her çalışı yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştiriyor. Daha bir kaç önce tasarladığım o gelecek, bana o kadar yabancı geliyor ki; sanki başka biri çizip koymuş önüme ben ilk defa görüyorum.
Maceraperest, öngörülemez, heyecanlı ve tutkulu bir kadına dönüşüyorum.
Son birkaç yıldır, pazar sabahları ekilemez bir planım var: babamla kahvaltı etmek. Geçen hafta pazar sabahı babamı, yalnızca birkaç saat uyumuş olarak karşılamış, bize kahve hazırlarken, "Sen yüzüne bir şey mi yaptırdın?" diye sordu. Ben anlamayınca, açıkladı. "Çok farklı görünüyorsun. Çok güzel, çok dinlenmiş." Güldüm. "Hayatımın son zamanlardaki en az dinlenmiş günlerini yaşıyorum." diye cevapladım. İnanamadı, kafamı sağa sola çevirip inceledi. "Son zamanlardaki yorgun halin gitmiş, bambaşka çok güzel bir kadın gelmiş." dedi.
O zaman kavradım. Çok az uyuyordum, çok geziyordum, kendime pek bakmıyordum; ama son zamanlarda "mantık" filtremi kaldırmış, canım ne isterse onu yapıyordum. Mantık ve sorumluluk kavramlarının yokluğuydu farkı yaratan...
Diğer yandan, bal gibi biliyorum ki, bir süre sonra bundan da yorulacağım. Belirsizlik ve hız uzun vadede fazlasıyla yorucu oluyor. Yine kendime çizgileri belli bir yaşam çizecek, ertesi günümü öngörebilir olacağım. Ben bu filmi son on senede iki kere izledim.
Ama şimdi... "Hatırladığım dünlerin, hayalini kurduğum yarınlardan daha fazla olmasını" reddediyorum.
Hiç planlamadığım bir anda hayatıma giren, bana harika şeyler hissettirdikten sonra da boynuma Hawai çiçeği takarak benden 11.000 kilometre uzaktaki hayatına geri dönen adamın yanına gidiyorum.
Birlikte onun evinden çıktığımız son gün, ben on adım uzaklıktaki ofisime yürürken, yanımdan geçerken, kornaya basıp el salladığında, korktuğum kadar çok hüzünlenmediğimi şaşırarak fark etmiştim. Çünkü içten içe onu yeniden göreceğimi biliyordum. O da benzer biçimde bana, "Sanki seni daha çok göreceğim gibime geliyor." demişti.
Ne zaman ve nasıl olacaktı bilmiyorduk; ama ikimiz de bir şekilde yeniden görüşeceğimize inanıyorduk. Bir zaman, bir yerde...
Yine de, bundan bir ay önce, birlikte harika zaman geçirmiş olmamıza ve yeniden birbirimizi göreceğimize inanmamıza rağmen, birisi "Bu adam San Francisco'dayken de siz sürekli konuşmaya devam edeceksiniz." dese gülerdim muhtemelen. Bir ay boyunca, ikimizin de kendi hayat curcunalarına rağmen sürekli iletişim içinde kalacağımızı düşünemezdim. Çünkü çok uzak olacaktık, uzaklık yetmezmiş gibi aramızda da 10 saat fark olacaktı.
Şu an dönüp bu bir aylık süreye baktığımda, whats up call'lar, fotoğraflar, videolar, yemek nispetleri olmadan tek bir gün bile geçirmediğimizi şaşkınlıkla fark ediyorum. Ben kafam güzel ona sardığımda o toplantıda oluyordu; o bana gecenin sonunda geleneksel hale gelmiş 'shit face' fotoğrafını yollarken, ben işe gidiyordum.
Bu bir ayda, hayatımda pek çok şey oldu, çok eğlendim, çok gezdim; ama bir yandan da alakasız zamanlarda onu yanımda istedim. Merak ettim. O anda yanımda olsa neler söylerdi, neleri sever, nelerden hoşlanmazdı diye.
Ve şimdi, onunla vedalaştıktan bir ay sonra, şu anda kabin boy bagajım ve pasaportum ile havalimanına doğru yola çıkıyorum. O, "Hala sana sarılana kadar geleceğinden şüphe etmiyor değilim. Ama geliyor gibisin, oldukça inandırıcı." diyor, ben de sanırım ancak onu havalimanında karşımda gördüğümde "Valla gerçekten geldim." diyeceğim. Hala inanamıyoruz bu büyük maceranın gerçekliğine...
Gittiğim gibi de Wad Ad'ı dinleyerek dans edecek olmamı da, oradaki günlerimin harika geçeceğine bir işaret olarak alıyorum; çünkü ben aylarca her sabah bu şarkıyı dinlemiştim, beni keyiflendiriyor diye! :)
Dip Not: Tahmin edersiniz ki, bir süre San Francisco'yu, Napa'yı, Big Sur'u ve O'nu keşfetmekle meşgul olacağım için yeni yazı eklemeye fırsatım olmayacak. Tekrar görüşünceye kadar çok öpüyorum. Maceralara açık kalın!
Dip Not 2: Böyle her şeyi yazıyor olmamı eleştirenler, bu yazılar yüzünden "Düzgün adam"ları kaçıracağım diye endişelenenler, sizin "düzgün adam" diye nitelendirdiğiniz, hayalleri, maceraları olmayan, her bir günü bir önceki günün aynısı olarak yaşayan adamları çok seviyorsanız, alın sizin olsunlar. Beni düşündüğünüz için gerçekten teşekkür ederim; ama benim hikayelerimden, deneyimlerimden heyecanlanmayan bir adamla gerçekten mutlu olmama imkan yok. Yani sizin "düzgün adam" diye tabir ettiğiniz adamlarla... Benim tutkuyla arzuladığım eğlenceli, açık fikirli, hikayelerimden maceralarımdan keyif alabilen, bunları kabullenebilen ve hatta yenilerini ekleyen adam.
"Öyle bir adam yok, hayal dünyasındasın." diyorsanız da, eyvallah. Ben hikayelerimle mutluyum. Bunları paylaşmanın, hiç yolunuzun kesişmediği güzel insanların sizin için heyecanlanmasının, yazdıklarınız sayesinde umut dolmasının, yakınlık hissetmesinin güzelliğini kelimelerle anlatabileceğimi sanmıyorum. O yüzden yepyeni bir maceraya gidiyorum ve sonra yazmaya kesinlikle devam edeceğim.
Çünkü bence hayat, toplumun genel doğrularına takılmayınca çok daha keyifli. Belki de Murathan Mungan'ın dediği gibi: "Hayatın öldürmediği bir şey vardı onda. Belki de son darbeyi yememişti daha."
Keyifle kalın!
7 yorum:
Bazen plan yapmamak gerçekten hayatta önemli değişiklikler yapıyor,haklısın.
yorumlari okuma sansin olur mu bilmiyorum, firsatin olursa - ve de seviyorsan elbette- Stanford Universitesi'ndeki Rodin'in heykellerini gezmeni tavsiye ederim.
iyi eglenceler..
eğlenmene bak..boşver eleştirenleri :)
cesur birisiniz, bu sizi okurken bende olumlu bi etki uyandiriyor. cunku kendimi yeterince cesur bulmam hic. cok eglenin, gulun ve hep yazin!
neşe doldum. sıkıcı bir avukatın kulaklarında bu şarkı çalıyor şu an. o zaman dans:)
birden aklıma geldi: 100 postta parti sözü vardı. inthevan'da mıydı neydi ? sonra 250'de caymıştın parti işinden. 1000 olunca bir kıyağın olacaktı. ben kaçırdım mı birşey yaptın mı aradaki sayılarda veya 1000'de
çünkü sen 1000'i aşmışsın arkadaşım aaa
Çok tatlısın seeeen! Yaşam enerjin, heyecanın hiç bitmesin e mi☺️
Yorum Gönder