İstanbul'a çok yakın olmasına ve Yunanistan'ın ruhunu ve yaşam tarzını sevmeme rağmen nedense Dedeağaç bugüne kadar hiç ilgimi çekmemişti. Bunun sebebi de muhtemelen ülke sınırlarına yakın yerleşimlerin genellikle vasat olduğu yönündeki önyargımdı. Avrupa'da tren ile yaptığım yolculuklarda, yalnızca trenin camından bakarak bile sınıra yaklaştığımızı kolaylıkla anlayabileceğimi fark etmiştim. Sınırlara yaklaşırken, genellikle binalar derbederleşiyor, izbelikler artıyor ve yerleşimler ile hareketlilik azalıyordu.
Bir haftasonunda, birlikte sürekli çok eğlenceli absürdlükleri paylaştığımız ve beni California'da harika biçimde gezdirmiş olan adamı alıp, Adana'ya götürdüğümde, annem ile sevgili Ayşegül, Yunanistan'dan vize aldıklarını ve bu nedenle de hızlıca bir Yunanistan'a giriş çıkış yapmak için Dedeağaç'a gitmeyi düşündüklerini açıkladılar.
Söyledikleri tarih için hiçbir planım olmadığından ve genel olarak "gitmek" söz konusu olduğunda, istikamete çok takılmadan "Ben de gelirim." diye planlara dahil olduğumdan, yine aynı şeyi yaptım. Dedeağaç'tan çok bir beklentim yoktu, ama değişiklik her zaman iyi olurdu.
Bu sırada O, harika restoranlardan ve tavernalardan bahsedip, Dedeağaç'ın ne kadar güzel olduğunu ve çok harika vakit geçirebileceğimizi anlatmaya başladı. Böylece Dedeağaç, bizim için vizesel bir prosedür ve hava değişikliğinden çıkıp, beklenti yaratan bir istikamete dönüştü.
Tarihler net olduğuna göre, geriye nasıl gideceğimizi organize etmek kalmıştı. Triptikli bir arabamız olmadığından, geriye iki seçenek kalıyordu: Sınıra kadar gidip, oradan sınırı geçiren taksilerden birine binmek veya otobüs. İn, bin, araç organizasyonu olmasın diye tercihimizi otobüsten yana yaptık ve Ulusoy'dan birer bilet aldık. Ve kesinlikle söylemeliyim ki, seyahatimizin en ve tek kötü kısmı Ulusoy ile yaptığımız bu yolculuktu. Dedeağaç'a nasıl giderseniz gidin, yeter ki Ulusoy ile gitmeyin.
Bir kere otobüs hiçbir zaman zamanında gelmiyor. Kendimizi hem giderken hem de dönerken, buz gibi bir havada, yolun kenarında titreyerek bir saate yakın süre otobüs beklerken bulduk, her seferinde "Gelmeyecek bu otobüs galiba. Kaldık burada." diye gerildik. Bilgi almak için çağrı merkezini aradığımızda, "Dış hatlarla biz ilgilenmiyoruz. Şu numarayı arayın." dediler. Verdikleri numara ya cevap vermedi, verdiğinde de Türkçe veya İngilizce konuşabilen bir muhatap bulamadık. Çağrı merkezine durumu izah edip, yardım talep ettiğimizde ise, kabaca "Yapabileceğimiz bir şey yok. Gelecek dedilerse, gelir otobüs, bekleyin." cevabını alarak şok olduk. Otobüs hayatımda bindiğim en kötü otobüslerden biriydi, üstelik çay kahve servisi bile yoktu. Yani özetle, diğer firmalara kıyasla Ulusoy'a ciddi anlamda çok daha fazla para ödeyip, sonra soğuktan donarak muhatap bulmayı beklerken, kıskançlıkla Kamil Koç ile Metro'nun gıcır gıcır otobüslerine baktık. Bu nedenle Dedeağaç'a gitmeye karar verirseniz, kendinize gerginlik sebebi icat etmek istemiyorsanız Ulusoy'dan uzak durun, çok daha ucuza bilet satan rakiplerinin çok daha iyi olduğu aklınızın bir kenarında bulunsun.
Tabii ki, eğlenmeye ve keyif almaya giderken, gerginliği minimalize etmekte imdadımıza her zamanki gibi mizah ve şampanya yetişti.
Otel tercihimiz ise aksine bizi şaşırtacak derecede mutlu etti. "Amaan zaten gece geç geliriz otele, konumu güzel olsun yeter." diyerek yalnızca iki yıldızlı Hotel Erika'ya rezervasyon yaptırmıştım. Konumu o kadar güzeldi ki, otobüsten iner inmez, kimseye yolu sormamıza gerek kalmadan, otelin tabelasını gördük.
Balkonumudan saat kulesi ve liman manzarasını izleyerek keyifli saatler geçirdik. Gitmek istediğimiz yerlere rezervasyon konusunda yardımcı oldukları gibi, odayı boşalttıktan sonra bütün bir gün boyunca valizlerimizi bırakmamız konusunda da gayet içten biçimde yardımcı oldular. Banyodaki zeytinyağlı şampuan, vücut jeli ve kremlerin de bir harika olduğunu, kullandıklarımızdan geriye kalanları beraberimde İstanbul'a getirip hala kullanmaya devam ettiğimi de söylemeden geçemeyeceğim. Sabah kahvaltısında da tazecik börekler çıkması harikaydı.
Dedeağaç'a gelince, minicik bir liman kenti. Tarihi seyahatler sevenlerden, müzeleri gezmeye doyamayanlardansanız sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Diğer yandan, çok güzel konseptli restoranlar ve cafeler ile, çok ucuza çok lezzetli şeyler yiyerek, sakince ve keyifle vakit geçirmek, hiç bir araç kullanmadan yürüyerek her yere ulaşabilmek isterseniz harika bir istikamet. Üstelik genel olarak İstanbul'dan sonra inanamayacağınız kadar ucuz.
Siz haftasonluk seyahat planınızı yapmaya başlayın, ben mutlaka ziyaret etmeniz gereken adreslerle çok yakında karşınızda olacağım.
Ama şimdi Berlin is calling!
Bir haftasonunda, birlikte sürekli çok eğlenceli absürdlükleri paylaştığımız ve beni California'da harika biçimde gezdirmiş olan adamı alıp, Adana'ya götürdüğümde, annem ile sevgili Ayşegül, Yunanistan'dan vize aldıklarını ve bu nedenle de hızlıca bir Yunanistan'a giriş çıkış yapmak için Dedeağaç'a gitmeyi düşündüklerini açıkladılar.
Söyledikleri tarih için hiçbir planım olmadığından ve genel olarak "gitmek" söz konusu olduğunda, istikamete çok takılmadan "Ben de gelirim." diye planlara dahil olduğumdan, yine aynı şeyi yaptım. Dedeağaç'tan çok bir beklentim yoktu, ama değişiklik her zaman iyi olurdu.
Bu sırada O, harika restoranlardan ve tavernalardan bahsedip, Dedeağaç'ın ne kadar güzel olduğunu ve çok harika vakit geçirebileceğimizi anlatmaya başladı. Böylece Dedeağaç, bizim için vizesel bir prosedür ve hava değişikliğinden çıkıp, beklenti yaratan bir istikamete dönüştü.
Tarihler net olduğuna göre, geriye nasıl gideceğimizi organize etmek kalmıştı. Triptikli bir arabamız olmadığından, geriye iki seçenek kalıyordu: Sınıra kadar gidip, oradan sınırı geçiren taksilerden birine binmek veya otobüs. İn, bin, araç organizasyonu olmasın diye tercihimizi otobüsten yana yaptık ve Ulusoy'dan birer bilet aldık. Ve kesinlikle söylemeliyim ki, seyahatimizin en ve tek kötü kısmı Ulusoy ile yaptığımız bu yolculuktu. Dedeağaç'a nasıl giderseniz gidin, yeter ki Ulusoy ile gitmeyin.
Bir kere otobüs hiçbir zaman zamanında gelmiyor. Kendimizi hem giderken hem de dönerken, buz gibi bir havada, yolun kenarında titreyerek bir saate yakın süre otobüs beklerken bulduk, her seferinde "Gelmeyecek bu otobüs galiba. Kaldık burada." diye gerildik. Bilgi almak için çağrı merkezini aradığımızda, "Dış hatlarla biz ilgilenmiyoruz. Şu numarayı arayın." dediler. Verdikleri numara ya cevap vermedi, verdiğinde de Türkçe veya İngilizce konuşabilen bir muhatap bulamadık. Çağrı merkezine durumu izah edip, yardım talep ettiğimizde ise, kabaca "Yapabileceğimiz bir şey yok. Gelecek dedilerse, gelir otobüs, bekleyin." cevabını alarak şok olduk. Otobüs hayatımda bindiğim en kötü otobüslerden biriydi, üstelik çay kahve servisi bile yoktu. Yani özetle, diğer firmalara kıyasla Ulusoy'a ciddi anlamda çok daha fazla para ödeyip, sonra soğuktan donarak muhatap bulmayı beklerken, kıskançlıkla Kamil Koç ile Metro'nun gıcır gıcır otobüslerine baktık. Bu nedenle Dedeağaç'a gitmeye karar verirseniz, kendinize gerginlik sebebi icat etmek istemiyorsanız Ulusoy'dan uzak durun, çok daha ucuza bilet satan rakiplerinin çok daha iyi olduğu aklınızın bir kenarında bulunsun.
Tabii ki, eğlenmeye ve keyif almaya giderken, gerginliği minimalize etmekte imdadımıza her zamanki gibi mizah ve şampanya yetişti.
Otel tercihimiz ise aksine bizi şaşırtacak derecede mutlu etti. "Amaan zaten gece geç geliriz otele, konumu güzel olsun yeter." diyerek yalnızca iki yıldızlı Hotel Erika'ya rezervasyon yaptırmıştım. Konumu o kadar güzeldi ki, otobüsten iner inmez, kimseye yolu sormamıza gerek kalmadan, otelin tabelasını gördük.
Balkonumudan saat kulesi ve liman manzarasını izleyerek keyifli saatler geçirdik. Gitmek istediğimiz yerlere rezervasyon konusunda yardımcı oldukları gibi, odayı boşalttıktan sonra bütün bir gün boyunca valizlerimizi bırakmamız konusunda da gayet içten biçimde yardımcı oldular. Banyodaki zeytinyağlı şampuan, vücut jeli ve kremlerin de bir harika olduğunu, kullandıklarımızdan geriye kalanları beraberimde İstanbul'a getirip hala kullanmaya devam ettiğimi de söylemeden geçemeyeceğim. Sabah kahvaltısında da tazecik börekler çıkması harikaydı.
Dedeağaç'a gelince, minicik bir liman kenti. Tarihi seyahatler sevenlerden, müzeleri gezmeye doyamayanlardansanız sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Diğer yandan, çok güzel konseptli restoranlar ve cafeler ile, çok ucuza çok lezzetli şeyler yiyerek, sakince ve keyifle vakit geçirmek, hiç bir araç kullanmadan yürüyerek her yere ulaşabilmek isterseniz harika bir istikamet. Üstelik genel olarak İstanbul'dan sonra inanamayacağınız kadar ucuz.
Siz haftasonluk seyahat planınızı yapmaya başlayın, ben mutlaka ziyaret etmeniz gereken adreslerle çok yakında karşınızda olacağım.
Ama şimdi Berlin is calling!
1 yorum:
Yazıyı okuyup iki haftasonu sonra gitme planımızı yaptık bile!
Uzundur seyahat edemiyorum ve resmen havaalanına hasret kaldığımı hissediyorum. En azından otobüsle de olsa değişiklik olsun, biz bir kaçıp gelelim! :)
Berlin'de iyi eglenceler!
Yorum Gönder