Onunla ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Kendimi bile hatırlamadığım yaşlarda olsa gerek...
Aslında uzaktan da olsa akrabamdı ama "bilmemkimin kardeşi" gibi dolaylı akrabalık belirten sıfatlar onun için hiç kullanılmadı, o her zaman herkes için hep "Beco" oldu.
Ben küçücük bir çocukken Adana'daki evimize gelir, bizimle en az bir ay yaşardı. Evde herkes onun gelişlerini iple çekerdi. Adım attığı yeri neşeyle dolduran, kocaman cüssesine rağmen hiç ağırlığı olmayan insanlardandı.
Ona dair hatırladığım ilk imge: sakarin. Yurtdışından aldığı sakarinleri kalp, yıldız ve yuvarlak karışık şekillerde olurdu, sakarin kutusunun tepesine basıp hangi şekilde sakarin gelecek tahmin etmeye çalışır, arada sırada da sağlıksız olduğu için yememe izin verilmeyen o aşırı tatlı şeyden birkaç tane ağzıma atardım.
Çocuk kıyafetlerinin Benetton ve NafNaf ile sınırlı olduğu o yıllarda, herkes kendisine bariz büyük gelen kıyafetlerle dolaşırken, ben Beco'nun elinden çıkan kalıp gibi elbiselerle şıkır şıkır çok dolaştım. (Mesela aşağıdaki fotoğrafta üzerimdeki kırmızı elbise onun diktiklerinden biri)
Boşnak göçmenliğinden kaynaklanan bozuk şivesini bir sürü düzeltemediğinden, konuştuğu Türkçe ve kullandığı bazı kelimeler aramızda espri konusu olur, aylarca gülerdik. Her seferinde "Beco'nun cümlelerini bir yere yazalım unutmayalım" dememize rağmen, kimse bunu yapmadığı için geriye sadece kahkahaların anısı kaldı. Kelimeler unutuldu.
Yaşım büyüdükçe onun ne muhteşem bir kadın olduğunu keşfettim. Herkes bayılırdı ona. Sülalemde güzelliği ile nam salmış olanlardan biri değildi, ama en az onlar kadar hasta ederdi herkesi kendine. Kadın gibi kadındı. Yıllar sonra en hasta, en yerinden kımıldayamadığı durumlarda bile hiç gerçekten keyifsiz görmedim onu. Eve gireni iltifatlar ve neşeyle karşılardı, kim olursa olsun. "Aman da aman benim yakışıklım gelmiş. Ne de yakışmış gömlek ona. Yoruldun mu? Dur bakiim. Ne yemek istersin?" veya "Güzeller güzeli kızım benim. Maşallah, ah ah ah. Gel gel otur bakayım söyle. Bir kahve yapayım mı?"
Marifetli kadındı. Güzel dikiş diker, güzel yemek yapar, güzel şarkı söylerdi. Alkol içmemesine rağmen, özel günlerde kolasına votka eklerdik, başlardı şarkıları söylemeye. Midesine de çok düşkündü, yıllarca fıkra gibi anlatılan gerçek bir hikayesi vardır: Bir gün İstanbul'da güzel salam almak için gidiyor, 1 kilo salam alıyor, dolmuşta eve dönerken "Tadayım bakayım şunu bir." diyor, bir dilim alıp yiyor. Pek de güzelmiş, diyip bir dilim daha alıyor. Sonunda eve hepsini yediği salamların paketi ile giriyor.
Gerçekten eğlenceli hikayeleri sık sık anılır, kendisi de bunlara bizimle birlikte gülerdi. Eski kocası pilot olduğu için uçak biletlerinde indirimi vardı sanırım, Avusturalya'ya giderdi sık sık. Bir keresinde Avusturalya'dan dönerken bir bit pazarına uğramış, kendisine güzel bir ayakkabı ve güzel kocaman bir çanta beğenmiş almış. Yolda çantası omzunda, gençler buna bakıp bakıp gülümsüyorlarmış. En son dayanamamış sormuş, noluyor diye. Meğerse Beco'nun beğenip aldığı çanta tenis çantasıymış. Kocaman cüssesi, herhalinden ev hanımlığı ile tenis çantası taşımasının esprisine gülüyormuş çocuklar. Bizimki de onlarla birlikte gülmüş.
Benim en net hatırladığım ve ne zaman aklıma gelse beni güldüren anı, birlikte Ulusoy ile İzmir- İstanbul yolculuğumuzdu. O zamanlar sadece THY var uçak olarak ve son derece pahalı, genellikle otobüs ile seyahat ediyoruz. Ulusoy da yeni yeni kendini göstermiş, Ulusoy ile seyahat etmek pek bir moda. Gece atlamışız otobüse, İstanbul'a anneanneme geliyoruz Beco ile birlikte. Otobüste kulaklık ve radyo kanalları olması fena teknolojik bir şey, CD çalarımız kalem pillerle çalıştığı için bütün yolculuğa yetmiyor, bu hayat / yolculuk kurtaran teknoloji. Ben müzik dinlerken sızmışım, bir an bir şeye uyandım. Beco takmış kulaklıklarını, kendine bir Türk Sanat Müziği kanalı bulmuş, şarkıya eşlik ediyor avaz avaz. Sonra yeniden uyudum, bir uyandım, Beco kek ve çay & kahve servisi yapan adamın arkasında "Onla doymazsınız" diye evde hazırlayıp paketlediği leziz zeytinyağlı sarmaları servis ediyor otobüse.
Birkaç ay önce Çeşme'den dönüşte, İzmir'de Beco'ya uğramıştım, sadece bir öpmek için. Evde yoktu, denk gelememiştik. "Yine gel daha sonra tamam mı?" demişti, "Gelirim tabii." demiştim. Ama o gitti, çok uzaklara...
Artık bir Beco'muz yok, artık sadece kahkahalarla değil, hafif bir buruklukla anılacak matrak anıları var. Renkli bir kişilikti, herkesin birbirine benzer göründüğü ve aynı hayatları yaşamak için çırpınıp durduğu şu günlerde gerçekten "kendisi" olan birini daha kaybettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder