Çizgiler, sınırlar, doğrular...
Çizgiden çıkmalar, sınırları keşfetmeler, "Kime göre ne doğru yahu?"lar...
Üniversite hayatım çizgisizdi. Nereye çekilirsem, rüzgar beni nereye savurursa oraya gidiyordum. Şuursuzdum, düşünmüyordum, endişelenmiyordum, hayatımın bir düzeni olmasını istemiyordum. Geceye Taksim'de başlayıp Ağva'da uyanabiliyor, süslenip püslenip Anjelique'te dans ederken, sabaha karşı kendimi rüzgardan yediğim tokatlarla dağılarak teknede bulabiliyor, sınav döneminde sıkılıp sınavları bırakıp İzmir'e gidebiliyordum. Gözümün önüne öyle sahneler geliyor ki, en bombası kesinlikle tek başıma Sırbistan'da bir karakolda sabahladığım gece, apayrı bir hikaye. Hiç pişman olmadım yaptıklarımdan, ama bir noktada çok yorulduğumu fark ettim.
Bir salto atıp çizgili hayata geçtim. Sorumluluklar aldım, daha olgun, daha bilinçli, etrafımdaki insanları, özellikle de ailemi meraklandırmadığım ve kızdırmadığım bir düzen kurdum. Yine de ev-iş arasında dönen bir rutinim hiç olmadı. Her günümün, bir öncekinden farklı olması için uğraştım. Meraklı oldum. Yeni şeyler keşfettim. Ama sınırlar içinde. Uslu uslu. Nispeten sakin. Sabah uyanıp da "Hassiktiiir!" denmeyen bir hayatım vardı artık.
Kimisi eski halimi pervasızlığımı özlemle andı, kimisi hem sorumluluklar hem keyif içeren hayatımı idol aldı. İkisinde de herkese birden yaranamadım özetle.
Geçtiğimiz hafta içinde bir akşam, bütün gün çalıştıktan sonra, koşa koşa ofisten çıktım. Yakalamam gereken bir uçak vardı. Köprü trafiği korkunçtu, Havataş'a Kadıköy'den bineyim dedim, hazır valizim de yok. Karşıya geçtim, saat 19:10, Havataş 5 dakika içinde hareket edecek, yetişmeme imkan yok. Bir zamanlar merak saldığım ve çok inandığım kuantum geldi aklıma. "Havataş kalkmadı, yetişeceğim." diyerek gittim. Trafik yüzünden Havataş henüz gelmemiş bile. Hatırladım, daha net olmak gerekiyordu: "Havataş otobüsü orada ve henüz kalkmadı." demeliydim. Neyse geldi, bindim, ama yine de yetişmeme imkan yok. Kuantuma devam ederken, telefonuma mesaj geldi. Operasyonel nedenlerle uçak 30 dakika geç kalkacakmış. Kuantuma inancım tazelenmiş olarak atladım uçağa, Adana'ya ayak bastım.
Havaalanından annem ile doğruca Taps'e geçtik.
Guiness'leri mideye indirirken, en son karlı İstanbul'da Vogue'ta kokteylleri yuvarladığımız bir arkadaşımdan "Bensiz bira!" mesajını aldım, onunla birayı ne zaman nerede içeriz planlayamadan şarjım bitti, telefonum kapandı.
İkinci biralar için Bomonti'de içtikten sonra, o gece hazırlamam gereken bir dilekçeyi yazmak için eve geldim. Telefonu şarja taktım. Ertesi gün denkleşebilir miyiz bir bira için, denkleşemez miyiz, diye konuşurken, benim önce dilekçemi bitirmeme, sonrasında haberleşip, duruma bakmaya karar verdik.
Vee... Gecenin 3:00'ünde, el çantamda buz gibi bir bira, liseli kızlar gibi, uyuyan annemi uyandırmadan evden tüydüm. Bir kadeh bir şeyler içeriz, sonra eve dönerim, diye düşündüğüm için not bırakmadım, mesaj atmadım.
Şehrin göbeğinde, ormandaymış gibi hissettiren yemyeşil bir balkonda, tepede dolunay, sohbet koyu, ev sahibinin en son seyahatinden gelen duty free ganimetlerini Gordon mu daha güzel, Beefeater mı diye götürmeye başladık: Cin tonik!
En son, rakibimle kıran kırana (açık ara yeniliyordum!) nba maçı yaparken, topu takip edememeye başlayınca, anladım ki ben baya baya sarhoşum.
O kadar geziyorum, tozuyorum, içiyorum da hep yavaş yavaş içerim ve çok uzun zamandır çakır keyifliğin ötesine geçmemiştim. Ama o gece, öteye geçmiştim işte, fark etmeden.
Sabah tesadüfen 9:00'da gözümü açtığımda, 9:56'da adliyede olmam gerektiği gerçeği ile elimi telefona atıp, annemin onlarca cevapsız çağrısını görünce ve onu arayıp da "Ne halin varsa gör!" diye son on yıldır hiç almadığım kadar öfkeli bir geri dönüş alınca, uzun zamandır ilk defa içimden upuzuuun bir "Hasssiktiiir!" çektim.
Bir önceki gece "Off saat geç oldu, boşver." diyebilir, hiç evden çıkmayabilirdim. Sabah yatağımda uyanabilir, telaş yapmadan adliyeye gidebilir, ilk aşamada annemi, ikinci aşamada Mr. Feelgood'u sinirlendirmeyebilirdim. Ama dürüst olmak gerekirse, kendimi iyi hissediyordum, pişman değildim, çok eğlenmiştim, bütün gün yüzümde muzip bir gülümseme vardı. Galiba gerçekten özlemişim bu pervasız açılımlarımı. Bütün düzeni yıkmaktan bahsetmiyorum; ama arada sırada ana yoldan çıkmak da çok eğlenceliymiş. Yeniden hatırladım.
İlk defa o gece dinlediğim, sonra dilime dolanan, şarkı da huzurlarınızda:
Bu bulmaca gibi yazından hiç bir bok anlamadım, anlaşılır bir şeyler söyle derseniz de, bu seferki Adana adreslerim de huzurlarınızda:
Adana'ya gitmişken yapmadan dönülmemesi gereken şey elbette ki kebap yemek. Son zamanlarda benim favorim Mesut. Tulum peyniri de, ezmesi de, kebabı da leziz. Adana'ya götürdüğüm misafirlerime mutlaka burada kebap yediriyorum, en son ekip, hala Mesut sayıklıyor :) Yolunuz Adana'ya düşerse, mutlaka ama mutlaka.
Adana'da her ne yaparsanız yapın, hava limanına dönerken de yolun üzerinde atlanmaması gereken iki adres var.
Biri Yeni Uğur.
Cezeryeci. Cezerye, havuçtan yapılan bir tür lokum. Eğer cezerye size çok hitab etmiyorsa bile, burada bol fıstıklı Oscar isimli bir versiyonu var ki, benim en sevdiğim. Lokumun da Madonna isimli bir versiyonu var. Uçakta da zaten pek çok kişinin elinde Yeni Uğur'un kumaş torbalarını göreceksiniz. Tatmadan, pas geçmeyin.
İkincisi de yine hava limanı yolu üzerindeki parkın içindeki bici bicici.
'Bici bici'nin çocuklara duş alma anlamında söylenen 'bıcı bıcı' ile uzaktan yakından alakası yoktur, aklınızda olsun. Bici bici, en altında nişasta, üzerinde pudra şekeri, üzerinde bol buz, gül şerbeti, en üstte meyve ve pudra şekerinden oluşan, o sıcakta çok güzel giden serinletici bir tatlıdır.
Bir ara Big Chefs'in menüsünde bici bici diye bir tatlı vardı, hala duruyor mu emin değilim. Adana'da yiyeceğiniz bici bicinin bambaşka ve çok daha lezzetli olduğunu söylemeliyim.
Günü birlik kaçamağımı hafta sonuna bağlayabilseydim ve gitmişken Altınorfoz'a uzanıp bir deniz keyfi de yapabilseydim şahane olurdu; ama bu seferlik deniz yerine havuzla, doğa yerine ortalıkta gezinen horozlarla idare ettim.
Keyifle, lezzetle, seyahatle kalın!
Çizgiden çıkmalar, sınırları keşfetmeler, "Kime göre ne doğru yahu?"lar...
Üniversite hayatım çizgisizdi. Nereye çekilirsem, rüzgar beni nereye savurursa oraya gidiyordum. Şuursuzdum, düşünmüyordum, endişelenmiyordum, hayatımın bir düzeni olmasını istemiyordum. Geceye Taksim'de başlayıp Ağva'da uyanabiliyor, süslenip püslenip Anjelique'te dans ederken, sabaha karşı kendimi rüzgardan yediğim tokatlarla dağılarak teknede bulabiliyor, sınav döneminde sıkılıp sınavları bırakıp İzmir'e gidebiliyordum. Gözümün önüne öyle sahneler geliyor ki, en bombası kesinlikle tek başıma Sırbistan'da bir karakolda sabahladığım gece, apayrı bir hikaye. Hiç pişman olmadım yaptıklarımdan, ama bir noktada çok yorulduğumu fark ettim.
Bir salto atıp çizgili hayata geçtim. Sorumluluklar aldım, daha olgun, daha bilinçli, etrafımdaki insanları, özellikle de ailemi meraklandırmadığım ve kızdırmadığım bir düzen kurdum. Yine de ev-iş arasında dönen bir rutinim hiç olmadı. Her günümün, bir öncekinden farklı olması için uğraştım. Meraklı oldum. Yeni şeyler keşfettim. Ama sınırlar içinde. Uslu uslu. Nispeten sakin. Sabah uyanıp da "Hassiktiiir!" denmeyen bir hayatım vardı artık.
Kimisi eski halimi pervasızlığımı özlemle andı, kimisi hem sorumluluklar hem keyif içeren hayatımı idol aldı. İkisinde de herkese birden yaranamadım özetle.
Geçtiğimiz hafta içinde bir akşam, bütün gün çalıştıktan sonra, koşa koşa ofisten çıktım. Yakalamam gereken bir uçak vardı. Köprü trafiği korkunçtu, Havataş'a Kadıköy'den bineyim dedim, hazır valizim de yok. Karşıya geçtim, saat 19:10, Havataş 5 dakika içinde hareket edecek, yetişmeme imkan yok. Bir zamanlar merak saldığım ve çok inandığım kuantum geldi aklıma. "Havataş kalkmadı, yetişeceğim." diyerek gittim. Trafik yüzünden Havataş henüz gelmemiş bile. Hatırladım, daha net olmak gerekiyordu: "Havataş otobüsü orada ve henüz kalkmadı." demeliydim. Neyse geldi, bindim, ama yine de yetişmeme imkan yok. Kuantuma devam ederken, telefonuma mesaj geldi. Operasyonel nedenlerle uçak 30 dakika geç kalkacakmış. Kuantuma inancım tazelenmiş olarak atladım uçağa, Adana'ya ayak bastım.
Havaalanından annem ile doğruca Taps'e geçtik.
Guiness'leri mideye indirirken, en son karlı İstanbul'da Vogue'ta kokteylleri yuvarladığımız bir arkadaşımdan "Bensiz bira!" mesajını aldım, onunla birayı ne zaman nerede içeriz planlayamadan şarjım bitti, telefonum kapandı.
İkinci biralar için Bomonti'de içtikten sonra, o gece hazırlamam gereken bir dilekçeyi yazmak için eve geldim. Telefonu şarja taktım. Ertesi gün denkleşebilir miyiz bir bira için, denkleşemez miyiz, diye konuşurken, benim önce dilekçemi bitirmeme, sonrasında haberleşip, duruma bakmaya karar verdik.
Vee... Gecenin 3:00'ünde, el çantamda buz gibi bir bira, liseli kızlar gibi, uyuyan annemi uyandırmadan evden tüydüm. Bir kadeh bir şeyler içeriz, sonra eve dönerim, diye düşündüğüm için not bırakmadım, mesaj atmadım.
Şehrin göbeğinde, ormandaymış gibi hissettiren yemyeşil bir balkonda, tepede dolunay, sohbet koyu, ev sahibinin en son seyahatinden gelen duty free ganimetlerini Gordon mu daha güzel, Beefeater mı diye götürmeye başladık: Cin tonik!
En son, rakibimle kıran kırana (açık ara yeniliyordum!) nba maçı yaparken, topu takip edememeye başlayınca, anladım ki ben baya baya sarhoşum.
O kadar geziyorum, tozuyorum, içiyorum da hep yavaş yavaş içerim ve çok uzun zamandır çakır keyifliğin ötesine geçmemiştim. Ama o gece, öteye geçmiştim işte, fark etmeden.
Sabah tesadüfen 9:00'da gözümü açtığımda, 9:56'da adliyede olmam gerektiği gerçeği ile elimi telefona atıp, annemin onlarca cevapsız çağrısını görünce ve onu arayıp da "Ne halin varsa gör!" diye son on yıldır hiç almadığım kadar öfkeli bir geri dönüş alınca, uzun zamandır ilk defa içimden upuzuuun bir "Hasssiktiiir!" çektim.
Bir önceki gece "Off saat geç oldu, boşver." diyebilir, hiç evden çıkmayabilirdim. Sabah yatağımda uyanabilir, telaş yapmadan adliyeye gidebilir, ilk aşamada annemi, ikinci aşamada Mr. Feelgood'u sinirlendirmeyebilirdim. Ama dürüst olmak gerekirse, kendimi iyi hissediyordum, pişman değildim, çok eğlenmiştim, bütün gün yüzümde muzip bir gülümseme vardı. Galiba gerçekten özlemişim bu pervasız açılımlarımı. Bütün düzeni yıkmaktan bahsetmiyorum; ama arada sırada ana yoldan çıkmak da çok eğlenceliymiş. Yeniden hatırladım.
İlk defa o gece dinlediğim, sonra dilime dolanan, şarkı da huzurlarınızda:
Bu bulmaca gibi yazından hiç bir bok anlamadım, anlaşılır bir şeyler söyle derseniz de, bu seferki Adana adreslerim de huzurlarınızda:
Adana'ya gitmişken yapmadan dönülmemesi gereken şey elbette ki kebap yemek. Son zamanlarda benim favorim Mesut. Tulum peyniri de, ezmesi de, kebabı da leziz. Adana'ya götürdüğüm misafirlerime mutlaka burada kebap yediriyorum, en son ekip, hala Mesut sayıklıyor :) Yolunuz Adana'ya düşerse, mutlaka ama mutlaka.
Adana'da her ne yaparsanız yapın, hava limanına dönerken de yolun üzerinde atlanmaması gereken iki adres var.
Biri Yeni Uğur.
Cezeryeci. Cezerye, havuçtan yapılan bir tür lokum. Eğer cezerye size çok hitab etmiyorsa bile, burada bol fıstıklı Oscar isimli bir versiyonu var ki, benim en sevdiğim. Lokumun da Madonna isimli bir versiyonu var. Uçakta da zaten pek çok kişinin elinde Yeni Uğur'un kumaş torbalarını göreceksiniz. Tatmadan, pas geçmeyin.
İkincisi de yine hava limanı yolu üzerindeki parkın içindeki bici bicici.
'Bici bici'nin çocuklara duş alma anlamında söylenen 'bıcı bıcı' ile uzaktan yakından alakası yoktur, aklınızda olsun. Bici bici, en altında nişasta, üzerinde pudra şekeri, üzerinde bol buz, gül şerbeti, en üstte meyve ve pudra şekerinden oluşan, o sıcakta çok güzel giden serinletici bir tatlıdır.
Bir ara Big Chefs'in menüsünde bici bici diye bir tatlı vardı, hala duruyor mu emin değilim. Adana'da yiyeceğiniz bici bicinin bambaşka ve çok daha lezzetli olduğunu söylemeliyim.
Günü birlik kaçamağımı hafta sonuna bağlayabilseydim ve gitmişken Altınorfoz'a uzanıp bir deniz keyfi de yapabilseydim şahane olurdu; ama bu seferlik deniz yerine havuzla, doğa yerine ortalıkta gezinen horozlarla idare ettim.
Keyifle, lezzetle, seyahatle kalın!
2 yorum:
Gordon cini tek geçerim;)Güzel bir hafta olsun!
Gordon güzel evet.
Harika bir pazartesi olsun! :)
Yorum Gönder