İstanbul sonsuz.
Geride kalan haftalarda bir proje sebebiyle günlerim Ümraniye'de geçtiğinden, normal hayatımı yaşarken hiç yolumun düşmediği semtlerde keşifler yapmış oldum. Bunların içinde anlatmaya değer bulduğum tek adres Paladium Alışveriş Merkezi içindeki Brasserie Polonez.
House Cafe, Midpoint kıvamında bir mekan burası. Dışında kocaman bir terası var, sizi alışveriş merkezi havasından kurtarıyor. Bildiğimiz "Polonez" markası ile bağlantılı, bu yüzden sanıyorum yediğimiz bütün etler gerçekten çok lezzetliydi.
Sürekli Levent'te öğle yemeği yiyen bir ekip olarak, porsiyonların devasalığı ile çelişir biçimde, fiyatları oldukça uygun bulduk.
6) Madam Despina:
Ofis etkinlikleri kapsamında, uğradığımız bir adres de Kurtuluş'taki Madam Despina oldu.
Sanki bundan elli yıl öncesine ışınlanmışsınız gibi bir sokakta, aynı tarzda bir dekorasyon ile karşılıyor sizi Madam Despina. Saat 22:00'yi geçti mi, bir tane de boş sandalye kalmıyor, müdavimi çok.
Fiks menülü olarak gittik, ara sıcaklarda bir numara yoktu, ama öncesinde gelen mezeler gerçekten lezzetli ve doyurucuydu. Canlı fasıl da uzun zamandır dinlediklerimin en iyisiydi.
Yaz kapanırken, meyhane kafalarına girmek isterseniz, Madam Despina'yı listenizin başlarına ekleyin.
7) Den Cafe:
Nişantaşı'nda ardı arkası kesilmeden yeni mekanlar açılırken, yıllardır varlığını koruyanlardan biri Den Cafe.
Son yıllarda popülerleşen Atiye'den uzakça bir konumda yer aldığı için gözlerden biraz uzaklarda ve nispeten sakin olan Den Cafe'nin, her şeyine bayılan sıkı bir müdavim kitlesi var.
Yemeklerini denemedim; ama taze elma suyu ile hazırlanan Apple Martini, İstanbul'da içtiğim en sıkı kokteyllerden biriydi. Şiddetle tavsiye!
8) Bodrum Mantı:
Bodrum Mantı bir klasik biliyorum; ama Nişantaşı şubesi yepyeni.
Mavi-beyaz dekorasyonu ve tabii leziz mantısı ile semtimize geldiğine mutlu olduklarımdan.
Özellikle de mantısını artık sevmediğim Casita'nın yıllardır değişmez garson abisini de kendilerine transfer etmişler ki, bence inanılmaz iyi hamle. Hoşgeldin Bodrum Mantı!
9) Lasagrada Brasserie:
Halaskargazi metro çıkışında Lasagrada Otel'in altına bir İtalyan restoranı açılmış. Esnaf dükkanları ile dolu o yol için, şaşırtıcı bir mekan.
Cuma günü gittik, yediğimiz bütün yemekler çok lezzetliydi, fiyatlar Nişantaşı - Moda hattı ile kıyaslayınca çok uygundu, çalışanlar hızlı, ilgili ve güler yüzlüydü. Pizzanın arkasından istememize gerek kalmadan acılı zeytinyağı, salatanın arkasından yine istemeden bütün soslar masamıza geldi.
Bir de menüsünde makul fiyatlı ve çok lezzetli şaraplar arasından en favorimiz Likya'ya yer vermeleri de gönlümüzü kazandı. Kızlarla kavuşmuş dedikodu yaparken, evde mayışık oturan ve karşıya geçmeye üşenen Mr. Feelgood ile aramızda şöyle bir diyalog bile geçti: -"Menüsünde kadeh Likya şarap var." + Fotoğraf -"Az sonra çıkıp geliyorum." :)
Keşfettik bitti demeyeceğimiz, gitmeye devam edeceğimiz mekanlardan oldu. Umarım hiç bozmaz, böyle kalır.
10) Shake Shack:
Hamburger severim, İstanbul'daki gurme hamburgercilerin artışından da çok mutluyum.
Shake Shack İstanbul'a geldiğinden beri kopan tantanalara daha fazla kayıtsız kalamadık ve yogitam ile Terkos talanı üzerine çok acıktığımız bir akşam Shake Shack molası verdik.
Bina şahane, karşılama güzel, ilk defa Hard Rock Cafe'de tanıştığım masa boşalınca haber veren aletin burada yemeğin teslim alınmaya hazır olduğu habercisi olarak kullanılması pratik ve yemeklerin görüntüsü şahane.
Ama ben sevmedim. Gerçekten. Nesinin bu kadar abartıldığına da akıl sır erdiremedim. Eti bana kokulu geldi, sadece ben değil, yogitam da hamburgeri yiyemedi. Patates kızartması da evet lezzetli, ama çok yağlı, bitirmenin imkanı yok.
Shake Shack karşıtı değilim, ama bu kadar abartmaya gerek yok. Egg&Burger'ın hamburgerini tek geçerim.
11) Şair Leyla:
Taksim düşüşteyken, Beşiktaş yükselişte. Hafta içi, hafta sonu, gece, gündüz sokaklarda insanlar... Nişantaşı'nın "etrafı keseyim, kendimi göstereyim" kalabalığına inat buradakiler, kendi içlerinde sohbet ediyorlar, içiyorlar, gülüyorlar, sohbet ediyorlar.
İsviçre'ye gelin verdiğimiz Özge gelince Beşiktaş'taki Şair Leyla'ya gittik. Asmalımescit'ten ayrılmadığımız ve benim fındık votka içmeye doyamadığım günlerde, vazgeçilmez mekanımız Parantez'deki Ömür, buranın işletmecisi olmuş.
Fındık votkası yok, sakız votkası var.
Ev kıyafetlerinizle çıkıp, buz gibi biraları yuvarlayabileceğiniz samimi bir mekan. Giderseniz Ömür'e selamlarımı söyleyin, bana da askıda bir shot bırakın :)))
12) Çukurcuma 49:
Çok zevkli döşenmiş, pizzaları çok lezzetli ve su bardağında gelen "Desperate House Wine"çok esprili bir dedikodu eşlikçisi.
Çok... Çok... Çok... İçerideki cam zeminden şarap mahzeninin görünmesi, amerikan servisi, çalan müzikleri gibi her detayına ayrı ayrı aşık oldum.
Kaçırmayın. Gecikmeyin.
Keşifle ve lezzetle kalın!
Ben bir ucundan gezmeye başlıyorum, daha adımımı attığım anda geride bıraktığım yer değişiyor. Bir hafta İstanbul'dan ayrılsam, döndüğümde, metro ile evim arasındaki yolda en az beş yeni mağaza, restoran, apartman karşılıyor beni.
Değişim dönüşüm içinde olanlar kadar, yüzlerce yıldır aynı noktada duran, keşfedilmek üzere bekleyen yüzlerce restoran, mağaza ve bina var. İstanbul'da yaşarken aklınıza gelen her konuda bir kurs bulabilir, her şeyi satın alabilir, yaptırmak istediğiniz her şeyi yapan birini bulabilirsiniz.
"İstanbul'dan sıkılan hayattan sıkılmış demektir.", bu şehre dair söylenmiş milyonlarca güzel sözden en sevdiğim. Zaman zaman İstanbul'dan kaçmak istiyorum ben de, sonradan düşündüğümde fark ediyorum ki o kaçmak istediğim anlar, gerçekten de hayata karşı yorgun, tahammülsüz ve şevksiz olduğum anlar.
Bu blogta çok fazla şeyden bahsediyorum, hayattan, seyahatlerimden, okuduklarımdan, izlediklerimden; ama eminim hiçbirini yapmasaydım bile sadece İstanbul bile bana her gün yazı yazacak kadar malzeme verebilirdi.
Daha önce hiç gitmediğim bir yerde olmaya, yeni bir kokteyl veya yemek tatmaya ve keşifler yapmaya; sonra da bunları bar/club/cafe/restoran etiketi altında buradan paylaşmaya bayılıyorum. Belki de İstanbul'u bana bu konuda sonsuz seçenek sunduğu için bu kadar çok seviyorum.
Yazın seyahatler ilk sırayı aldığı için, bu İstanbul keşifleri yazılarından yazmaz olmuştum. Ama tabii ki keşfedilmeyi bekleyenler kadar yeni açılanların da ardı arkası gelmiyor.
1) Cachi:
Asmalımescit, zirvedeki zamanlarını geride bırakalı çok uzun zaman oldu. Ama burada hala güzel mekanlar var ve açılmaya da devam ediyor. Adahan Otel'in terasındaki Cachi, yoldan geçen birinin fark edip gitmeyeceği, bu yüzden sadece duyup da merak edenlerine ve bilip de gidenlerine kucak açan bir restoran.
Çok zevkli döşenmiş Adanahan Otel'in içinden terasına çıkıyorsunuz, ahşap ağırlıklı, abartısız ama çok şık kocaman bir iç mekan ve şehir manzaralı ferah bir teras sizi bekliyor.
Akdeniz adeti, yemekten önce ekmek ve zeytinyağı getirme, burada biraz daha gelişmiş. Yemekten önce, zeytinyağına yatırılmış, minik parçalar halinde, kırmızı dolmalık biber, yeşil zeytin ve ceviz karışımı geldi. O kadar lezzetliydi ki, daha sonra bunu bir kahvaltı spesyali olarak evde yapmaya başladım.
Yemek seçeneklerinin de oldukça cezbedici olduğunu söyleyebilirim. Ben karides eşliğinde, portakallı fava söyledim. Kulağa gelişi kadar, görüntüsü de şahaneydi. Ama lezzeti için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Zeytinyağından başka yağ yakışmayan favaya, karidesin tereyağının bulaşması güzel olmamıştı doğrusu. O yüzden yemeklerin afilliliğine kanmayın, mantıklı davranın, derim ben.
Manzarası Boğaz manzarası değil, biraz Haliç, biraz şehir; ama oldukça güzel, fazlasıyla İstanbul. Biz gittiğimizde filtre kahve yoktu malesef, o yüzden kahveye değil, ama en azından bir kadeh içmeye Cachi'nin yolunu tutun havalar daha fazla soğumadan...
2) Antiochia:
Antakya mutfağını ben gerçekten çok severim; ama Antakya mutfağı için memleketim Adana'ya yakın olan Antakya'ya gidebildiğimden, başka şehirlerde Antakya mutfağı kovalamam. Bu yüzden sanıyorum, Antiochia ile tanışmam oldukça geç oldu.
"İspanyolların tapas'ı varsa, bizim de harikulade mezelerimiz var" demek için çok doğru bir adres burası. Ben ana yemek bile almadan, bir kadeh şarap eşliğinde mezeleri yuvarladım. Ana yemeklerinden de herkes memnun kaldı, ama asıl numarası mezeler. Çok aç olmadığınız, değişik bir şeyler yemek istediğiniz günler için aklınızda bulunsun.
Ceviz ve patlıcan tatlısını da atlamamak lazım.
3) Maria'nın Bahçesi:
Ofisimize yakınlığı sebebiyle, sevdiğimiz öğle molası adreslerinden Etiler'deki Maria'nın Bahçesi. Ege mutfağı ve tabii deniz ürünleri. Gözünüz kapalı bile seçebilirsiniz menüden, her şey gerçekten çok lezzetli.
Öğlen yemekleri için her gün bir de zeytinyağlı tabağı, çorbası, makarnası ile oldukça doyurucu bir menü yapıyorlar ve oldukça makul bir fiyatı var. Ama İstanbul'da olduğunuzu unutturan bahçesi ile o kadar Ege'de bir sahil kasabasındasınız ki, sofraya rakılar gelsin istiyorsunuz, o yüzden tercihinizi akşamdan yana yapmak da iyi bir tercih olabilir.
Bir de servis bazen biraz aksıyor, ne olur ne olmaz tahammülünüzün yüksek olduğu bir günde gidin.
4) Cibalikapı Balıkçısı:
Ege mutfağından bahsedip de Cibalikapı Balıkçısı'ndan bahsetmemek olmaz. Cibali'dekine gittiğimiz zaman, yediklerimizi günlerce "Ah o midye, ah o meze" diye tekrar tekrar anlatmıştık.
Aslında niyetimizin sadece Klüp Rakısı servis edilen ve leziz mezeleri olduğu rivayeti dolaşan Moda Meyhanesi'ne gitmek olduğu bir akşam, Moda Meyhanesi'ndeki oldukça nezaketsiz bir karşılama dolayısıyla, çark edip bir de Moda'daki Cibalikapı Balıkçısı'na gittik.
Buradaki, Cibalikapı'daki kadar üstüste altalta bir masa düzeninde olmadığı için, bahçesiyle daha ferah daha rahat bir mekan. Yediğimiz her şey yine çok lezzetliydi. Ama en sıra dışı olan tabii ki kapanış, ön yargılı olmayın ve gidip enginar tatlısını deneyin.
Keyifle ve lezzetle vakit geçireceğinizden eminim; ama çok açılmayın hesap biraz yüksekçe geliyor.
5) Brasserie Polonez:Daha önce hiç gitmediğim bir yerde olmaya, yeni bir kokteyl veya yemek tatmaya ve keşifler yapmaya; sonra da bunları bar/club/cafe/restoran etiketi altında buradan paylaşmaya bayılıyorum. Belki de İstanbul'u bana bu konuda sonsuz seçenek sunduğu için bu kadar çok seviyorum.
Yazın seyahatler ilk sırayı aldığı için, bu İstanbul keşifleri yazılarından yazmaz olmuştum. Ama tabii ki keşfedilmeyi bekleyenler kadar yeni açılanların da ardı arkası gelmiyor.
1) Cachi:
Asmalımescit, zirvedeki zamanlarını geride bırakalı çok uzun zaman oldu. Ama burada hala güzel mekanlar var ve açılmaya da devam ediyor. Adahan Otel'in terasındaki Cachi, yoldan geçen birinin fark edip gitmeyeceği, bu yüzden sadece duyup da merak edenlerine ve bilip de gidenlerine kucak açan bir restoran.
Çok zevkli döşenmiş Adanahan Otel'in içinden terasına çıkıyorsunuz, ahşap ağırlıklı, abartısız ama çok şık kocaman bir iç mekan ve şehir manzaralı ferah bir teras sizi bekliyor.
Akdeniz adeti, yemekten önce ekmek ve zeytinyağı getirme, burada biraz daha gelişmiş. Yemekten önce, zeytinyağına yatırılmış, minik parçalar halinde, kırmızı dolmalık biber, yeşil zeytin ve ceviz karışımı geldi. O kadar lezzetliydi ki, daha sonra bunu bir kahvaltı spesyali olarak evde yapmaya başladım.
Yemek seçeneklerinin de oldukça cezbedici olduğunu söyleyebilirim. Ben karides eşliğinde, portakallı fava söyledim. Kulağa gelişi kadar, görüntüsü de şahaneydi. Ama lezzeti için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Zeytinyağından başka yağ yakışmayan favaya, karidesin tereyağının bulaşması güzel olmamıştı doğrusu. O yüzden yemeklerin afilliliğine kanmayın, mantıklı davranın, derim ben.
Manzarası Boğaz manzarası değil, biraz Haliç, biraz şehir; ama oldukça güzel, fazlasıyla İstanbul. Biz gittiğimizde filtre kahve yoktu malesef, o yüzden kahveye değil, ama en azından bir kadeh içmeye Cachi'nin yolunu tutun havalar daha fazla soğumadan...
2) Antiochia:
Antakya mutfağını ben gerçekten çok severim; ama Antakya mutfağı için memleketim Adana'ya yakın olan Antakya'ya gidebildiğimden, başka şehirlerde Antakya mutfağı kovalamam. Bu yüzden sanıyorum, Antiochia ile tanışmam oldukça geç oldu.
"İspanyolların tapas'ı varsa, bizim de harikulade mezelerimiz var" demek için çok doğru bir adres burası. Ben ana yemek bile almadan, bir kadeh şarap eşliğinde mezeleri yuvarladım. Ana yemeklerinden de herkes memnun kaldı, ama asıl numarası mezeler. Çok aç olmadığınız, değişik bir şeyler yemek istediğiniz günler için aklınızda bulunsun.
Ceviz ve patlıcan tatlısını da atlamamak lazım.
3) Maria'nın Bahçesi:
Ofisimize yakınlığı sebebiyle, sevdiğimiz öğle molası adreslerinden Etiler'deki Maria'nın Bahçesi. Ege mutfağı ve tabii deniz ürünleri. Gözünüz kapalı bile seçebilirsiniz menüden, her şey gerçekten çok lezzetli.
Öğlen yemekleri için her gün bir de zeytinyağlı tabağı, çorbası, makarnası ile oldukça doyurucu bir menü yapıyorlar ve oldukça makul bir fiyatı var. Ama İstanbul'da olduğunuzu unutturan bahçesi ile o kadar Ege'de bir sahil kasabasındasınız ki, sofraya rakılar gelsin istiyorsunuz, o yüzden tercihinizi akşamdan yana yapmak da iyi bir tercih olabilir.
Bir de servis bazen biraz aksıyor, ne olur ne olmaz tahammülünüzün yüksek olduğu bir günde gidin.
4) Cibalikapı Balıkçısı:
Ege mutfağından bahsedip de Cibalikapı Balıkçısı'ndan bahsetmemek olmaz. Cibali'dekine gittiğimiz zaman, yediklerimizi günlerce "Ah o midye, ah o meze" diye tekrar tekrar anlatmıştık.
Aslında niyetimizin sadece Klüp Rakısı servis edilen ve leziz mezeleri olduğu rivayeti dolaşan Moda Meyhanesi'ne gitmek olduğu bir akşam, Moda Meyhanesi'ndeki oldukça nezaketsiz bir karşılama dolayısıyla, çark edip bir de Moda'daki Cibalikapı Balıkçısı'na gittik.
Buradaki, Cibalikapı'daki kadar üstüste altalta bir masa düzeninde olmadığı için, bahçesiyle daha ferah daha rahat bir mekan. Yediğimiz her şey yine çok lezzetliydi. Ama en sıra dışı olan tabii ki kapanış, ön yargılı olmayın ve gidip enginar tatlısını deneyin.
Keyifle ve lezzetle vakit geçireceğinizden eminim; ama çok açılmayın hesap biraz yüksekçe geliyor.
Geride kalan haftalarda bir proje sebebiyle günlerim Ümraniye'de geçtiğinden, normal hayatımı yaşarken hiç yolumun düşmediği semtlerde keşifler yapmış oldum. Bunların içinde anlatmaya değer bulduğum tek adres Paladium Alışveriş Merkezi içindeki Brasserie Polonez.
Sürekli Levent'te öğle yemeği yiyen bir ekip olarak, porsiyonların devasalığı ile çelişir biçimde, fiyatları oldukça uygun bulduk.
6) Madam Despina:
Ofis etkinlikleri kapsamında, uğradığımız bir adres de Kurtuluş'taki Madam Despina oldu.
Sanki bundan elli yıl öncesine ışınlanmışsınız gibi bir sokakta, aynı tarzda bir dekorasyon ile karşılıyor sizi Madam Despina. Saat 22:00'yi geçti mi, bir tane de boş sandalye kalmıyor, müdavimi çok.
Fiks menülü olarak gittik, ara sıcaklarda bir numara yoktu, ama öncesinde gelen mezeler gerçekten lezzetli ve doyurucuydu. Canlı fasıl da uzun zamandır dinlediklerimin en iyisiydi.
Yaz kapanırken, meyhane kafalarına girmek isterseniz, Madam Despina'yı listenizin başlarına ekleyin.
7) Den Cafe:
Nişantaşı'nda ardı arkası kesilmeden yeni mekanlar açılırken, yıllardır varlığını koruyanlardan biri Den Cafe.
Son yıllarda popülerleşen Atiye'den uzakça bir konumda yer aldığı için gözlerden biraz uzaklarda ve nispeten sakin olan Den Cafe'nin, her şeyine bayılan sıkı bir müdavim kitlesi var.
Yemeklerini denemedim; ama taze elma suyu ile hazırlanan Apple Martini, İstanbul'da içtiğim en sıkı kokteyllerden biriydi. Şiddetle tavsiye!
8) Bodrum Mantı:
Bodrum Mantı bir klasik biliyorum; ama Nişantaşı şubesi yepyeni.
Mavi-beyaz dekorasyonu ve tabii leziz mantısı ile semtimize geldiğine mutlu olduklarımdan.
Özellikle de mantısını artık sevmediğim Casita'nın yıllardır değişmez garson abisini de kendilerine transfer etmişler ki, bence inanılmaz iyi hamle. Hoşgeldin Bodrum Mantı!
9) Lasagrada Brasserie:
Halaskargazi metro çıkışında Lasagrada Otel'in altına bir İtalyan restoranı açılmış. Esnaf dükkanları ile dolu o yol için, şaşırtıcı bir mekan.
Cuma günü gittik, yediğimiz bütün yemekler çok lezzetliydi, fiyatlar Nişantaşı - Moda hattı ile kıyaslayınca çok uygundu, çalışanlar hızlı, ilgili ve güler yüzlüydü. Pizzanın arkasından istememize gerek kalmadan acılı zeytinyağı, salatanın arkasından yine istemeden bütün soslar masamıza geldi.
Bir de menüsünde makul fiyatlı ve çok lezzetli şaraplar arasından en favorimiz Likya'ya yer vermeleri de gönlümüzü kazandı. Kızlarla kavuşmuş dedikodu yaparken, evde mayışık oturan ve karşıya geçmeye üşenen Mr. Feelgood ile aramızda şöyle bir diyalog bile geçti: -"Menüsünde kadeh Likya şarap var." + Fotoğraf -"Az sonra çıkıp geliyorum." :)
Keşfettik bitti demeyeceğimiz, gitmeye devam edeceğimiz mekanlardan oldu. Umarım hiç bozmaz, böyle kalır.
10) Shake Shack:
Hamburger severim, İstanbul'daki gurme hamburgercilerin artışından da çok mutluyum.
Shake Shack İstanbul'a geldiğinden beri kopan tantanalara daha fazla kayıtsız kalamadık ve yogitam ile Terkos talanı üzerine çok acıktığımız bir akşam Shake Shack molası verdik.
Bina şahane, karşılama güzel, ilk defa Hard Rock Cafe'de tanıştığım masa boşalınca haber veren aletin burada yemeğin teslim alınmaya hazır olduğu habercisi olarak kullanılması pratik ve yemeklerin görüntüsü şahane.
Ama ben sevmedim. Gerçekten. Nesinin bu kadar abartıldığına da akıl sır erdiremedim. Eti bana kokulu geldi, sadece ben değil, yogitam da hamburgeri yiyemedi. Patates kızartması da evet lezzetli, ama çok yağlı, bitirmenin imkanı yok.
Shake Shack karşıtı değilim, ama bu kadar abartmaya gerek yok. Egg&Burger'ın hamburgerini tek geçerim.
11) Şair Leyla:
Taksim düşüşteyken, Beşiktaş yükselişte. Hafta içi, hafta sonu, gece, gündüz sokaklarda insanlar... Nişantaşı'nın "etrafı keseyim, kendimi göstereyim" kalabalığına inat buradakiler, kendi içlerinde sohbet ediyorlar, içiyorlar, gülüyorlar, sohbet ediyorlar.
İsviçre'ye gelin verdiğimiz Özge gelince Beşiktaş'taki Şair Leyla'ya gittik. Asmalımescit'ten ayrılmadığımız ve benim fındık votka içmeye doyamadığım günlerde, vazgeçilmez mekanımız Parantez'deki Ömür, buranın işletmecisi olmuş.
Fındık votkası yok, sakız votkası var.
Ev kıyafetlerinizle çıkıp, buz gibi biraları yuvarlayabileceğiniz samimi bir mekan. Giderseniz Ömür'e selamlarımı söyleyin, bana da askıda bir shot bırakın :)))
12) Çukurcuma 49:
Çok zevkli döşenmiş, pizzaları çok lezzetli ve su bardağında gelen "Desperate House Wine"çok esprili bir dedikodu eşlikçisi.
Çok... Çok... Çok... İçerideki cam zeminden şarap mahzeninin görünmesi, amerikan servisi, çalan müzikleri gibi her detayına ayrı ayrı aşık oldum.
Kaçırmayın. Gecikmeyin.
Keşifle ve lezzetle kalın!
2 yorum:
yahu sevgili arkadaşım ne yaptın böle gece yarısı tüm anılarımı depreştirdin:))
rakı içme kültürünü madam despinada öğrendim ben...
çok şanslıydım bütün gençliğim orada geçti ki en az haftada 2 gün madam despina müdavimi olarak.
barbunyası enfestir...
ki yalvardım yalvardım tarifini ver diye vermedilerdi bana:))
şahanedir...
ki o zamanlar tahta masalara bildiğin muşambayı raptiyelerdi...
örtü sermeye başlamışlar gelişme var yani ahahahaaa.
bak efkarlandım.
içmeyecektim bu akşam...
senin yüzünden içeceğim:))
Absalom!
Ben bu yorumu nasıl gözden kaçırmış, cevap yazmak için nasıl bu kadar geç kalmışım!
Sabahın köründe tekrar gidesim geldi. Ne güzel anılar, ne güzel bir anlatımdır bu...
Yorum Gönder