Bugün her şeyin pembe veya kırmızısı ile kalplisi makbul. Malum 14 Şubat! Simitin bile kalp şeklinde yapıldığını gördüm.
Sevgililer günü söz konusu oldu mu, insanları direk üç kategoriye ayırabiliriz:
1) Gerçekten hiç umursamayanlar. Kalpten, pembeden, reklamlardan fenalık geçirenler ve -daha güzeli- bütün bunların farkında bile olmayanlar bu kategoride. Ve kabul edelim ki çoğu erkek. Gerçi onların da sevgilisi varsa, umursamamak gibi bir lüksleri kalmıyor. Yoksa büyük kavga çıkar, en iyi ihtimalle günlerinin geri kalanını sınırsız trip atma potansiyeline sahip sevgilileriyle birlikte geçirirler, en kötü ihtimalle kafalarına boş kalan vazoyu yer ve terk edilirler.
2) Umursamıyormuş gibi yapanlar. Bu kişileri, coşkulu biçimde "Ay bunlar hep tüketime teşvik etmek için çıkartılmış günler." biçiminde başlayan ve uzun uzun devam eden konuşmalarından tanıyabilirsiniz. Hiç kutlama istemiyorum der, neden sevgilim yok diye içten içe üzülürler veya bir sevgilileri varsa "Ay, çok saçma sevgililer günü, hiç hediye filan istemiyorum." derler; ama pırlanta hayali kurarlar. Gerçekten umursamıyor olsalar, konuşmaya bile gerek görmezlerdi, değil mi?
3) Bayılanlar. Evet, elbette bu kategorinin çoğunu da biz kadınlar oluşturuyoruz. Ajandaya çoktan bu gün bol kalpli olarak işaretlenmiş, Pinterest'ten sevgililer günü tariflerine çalışmış, nasıl bir hediye istediği konusunda sevgiliye dolaylı mesajları çoktan defalarca vermiş ve ne giyeceğini bile hazırlamış olanlar bu kategoride.
Ben sevgililer gününü sevenlerdenim. Kırıtık bir terazi burcu kadını olarak, hayatımın son beş senesinde hiç bekar olmadım. Ama muhtemelen bir sevgilim olmasa da, sevgililer gününü severdim. Konsepti ve seramonisi olan her şeye özel bir sempatim var.
Babamı "En kraaaal aşkımmm günaydınnnn!" diyerek uyandırmak, gidip kendime koca bir buket en sevdiğim çiçek nergisten alıp leziz bir omlet hazırlamak, romantik komedi DVDleri ve bolca kadın dergisi ile yatak keyfi çatmak hiçbir zaman keyifsiz olamaz ne de olsa...
Gelgelelim sevgililer gününde sokağa çıkmaktan nefret ediyorum. Mr. Feelgood ile ilk sevgililer günümüzde romantik olur diye Birsen Tezer & Bülent Ortaçgil konserine gitmiştik. Çok kalabalıktı, bilet olağandan pahalıydı; ama hepsinden korkuncu herkesin bir anda yapışık ikizlere dönüşmüş olmasıydı. Bardan içki alacağım, barın önünde duran iki insanın arasından barmene hamle yapıyorum, adam hemen sevgilisine sarılıp önümü kapatıyor. "Lezbiyen değilim, sevgilini yemeyeceğim, bira almak istiyorum." diye bağırmak istiyordum.
İçeride bir iki şarkı dayanabilmiş, sigara içmek için kapıya çıkmış ve bir daha asla sevgililer gününde dışarı çıkmama kararı almıştık. O yüzden 14 Şubat'ın haftasonuna denk gelmesi şahane oldu, siz bu satırları okurken, ben İstanbul yakınlarında ufak bir haftasonu kaçamağı yapıyor olacağım. Oh huzur, oh tatil, oh sevgili, oh baş başa zaman!
Maksadım nispet değil, hemen kızmayın. Hatta yalnız olanlar içiniz rahat olsun, bugün sevgilisi olanların hayal kırıklığına uğrama ihtimali sizden çoooooook daha yüksek. Ayrıca, bugün kesinlikle sokağa çıkıp o çiftlerle burun buruna gelmek istemiyorsanız, size çok keyifli bir kitap tavsiye edeceğim.
Kitabın yazarı daha önce "Kötü bir karaktere ama iyi bir fiziğe sahibim." sözü ile beni tavlamış olan Ildiko von Kürthy.
Kitabın başkahramanı Elli, hayatında büyük bir adım atarak Hamburg'a taşınmış otuzlu yaşlarında bir kadın. Sırf ucuz olduğu için, gay ve Türk asıllı Erdal'ın evinde bir oda kiralıyor ve kendisine turizm acentesinde bir iş buluyor. Üniversite okumamış, kendisini kültürel anlamda geliştirmek için hiç çaba harcamamış, hayatı boyunca aşkı kovalamış ve sırf kendisini yeteri kadar heyecanlı hissedemiyor diye çok ilişkisini sonlandırmış bir kadın.
"Daha fazlasını istediğimin bilincindeydim. Daha fazla hissetmek, daha fazla arzulamak, daha faza kavga etmek, daha fazla acı çekmek, daha fazla sevmek."
"Çok yakışıklı ya da çok zengin olması gerekmez, asalet ünvanı ya da kariyer de istemez. İstediğim tek şet yanındayken şunu hissedebileceğim bir erkek: Sen benim için doğru olansın!"
Hamburg'a daha adımını atar atmaz aşık oluyor. Kendisinden aile, hayat, kariyer ve maddi durum olarak çok farklı bir adama. Adamın mükemmel teraslı evinde, aşk ve mutluluk dolu günler geçirmesi çok uzun sürmüyor, adamın nişanlı olduğunu ve hatta birkaç hafta sonra başka bir şehre taşınması gerektiğini öğreniyor.
En yakın arkadaşı Hindistan'da tatilde olduğu için bütün içini ev arkadaşı Erdal'a döküyor. Erdal, onun meleği olurken, "Sen doğal mı görünmek istiyorsun Elli? Halbuki ben güzel görünmek istediğini sanıyordum.", "Kendine hep şunu hatırlat: Bu akşam hayatımın erkeğini bulmaya değil, gecenin erkeğini bulmaya çıktım." cümleleri ile okuyucuya bir Erdal gibi bir arkadaş sahibi olma hayalleri kurduruyor.
Elli'nin önünde üç haftası var ve üç haftada adamı ya tamamen kazanacak, ya da sonsuza dek kaybedecek. Ve hikaye başlıyor.
"Çünkü sırılsıklam aşık bir kadın Hindistan'daki filler gibidir: Ne yapacağı tam olarak bilinmeyen ve her şeyi yapmaya gücü yeten."
"Olasılık hesaplarına göre ileride beni iç güzelliğimden ötürü sevecek erkeği tekrar elde edebilmek için, insana düzgün bir silüet kazandıracak iradeye şiddetle gereksinmem var."
Romanın çeşitli sayfalarında minik siyah beyaz fotoğraflar kurguya eşlik ederken, keyifli diyaloglar okuyana kahkahalar attırıyor. Edebi bir harika beklemeyin; ama oldukça keyifli saatler geçireceğinizden eminim.
(Mavi Mucize, Ildiko von Kürthy, Pia, İstanbul 2005)
Kahkaha istemem, damardan gel, derseniz El Adamı'nın Ceylan Ertem yorumu bir harika:
Sevgiyle kalın!
Sevgililer günü söz konusu oldu mu, insanları direk üç kategoriye ayırabiliriz:
1) Gerçekten hiç umursamayanlar. Kalpten, pembeden, reklamlardan fenalık geçirenler ve -daha güzeli- bütün bunların farkında bile olmayanlar bu kategoride. Ve kabul edelim ki çoğu erkek. Gerçi onların da sevgilisi varsa, umursamamak gibi bir lüksleri kalmıyor. Yoksa büyük kavga çıkar, en iyi ihtimalle günlerinin geri kalanını sınırsız trip atma potansiyeline sahip sevgilileriyle birlikte geçirirler, en kötü ihtimalle kafalarına boş kalan vazoyu yer ve terk edilirler.
2) Umursamıyormuş gibi yapanlar. Bu kişileri, coşkulu biçimde "Ay bunlar hep tüketime teşvik etmek için çıkartılmış günler." biçiminde başlayan ve uzun uzun devam eden konuşmalarından tanıyabilirsiniz. Hiç kutlama istemiyorum der, neden sevgilim yok diye içten içe üzülürler veya bir sevgilileri varsa "Ay, çok saçma sevgililer günü, hiç hediye filan istemiyorum." derler; ama pırlanta hayali kurarlar. Gerçekten umursamıyor olsalar, konuşmaya bile gerek görmezlerdi, değil mi?
Ben sevgililer gününü sevenlerdenim. Kırıtık bir terazi burcu kadını olarak, hayatımın son beş senesinde hiç bekar olmadım. Ama muhtemelen bir sevgilim olmasa da, sevgililer gününü severdim. Konsepti ve seramonisi olan her şeye özel bir sempatim var.
Babamı "En kraaaal aşkımmm günaydınnnn!" diyerek uyandırmak, gidip kendime koca bir buket en sevdiğim çiçek nergisten alıp leziz bir omlet hazırlamak, romantik komedi DVDleri ve bolca kadın dergisi ile yatak keyfi çatmak hiçbir zaman keyifsiz olamaz ne de olsa...
Gelgelelim sevgililer gününde sokağa çıkmaktan nefret ediyorum. Mr. Feelgood ile ilk sevgililer günümüzde romantik olur diye Birsen Tezer & Bülent Ortaçgil konserine gitmiştik. Çok kalabalıktı, bilet olağandan pahalıydı; ama hepsinden korkuncu herkesin bir anda yapışık ikizlere dönüşmüş olmasıydı. Bardan içki alacağım, barın önünde duran iki insanın arasından barmene hamle yapıyorum, adam hemen sevgilisine sarılıp önümü kapatıyor. "Lezbiyen değilim, sevgilini yemeyeceğim, bira almak istiyorum." diye bağırmak istiyordum.
İçeride bir iki şarkı dayanabilmiş, sigara içmek için kapıya çıkmış ve bir daha asla sevgililer gününde dışarı çıkmama kararı almıştık. O yüzden 14 Şubat'ın haftasonuna denk gelmesi şahane oldu, siz bu satırları okurken, ben İstanbul yakınlarında ufak bir haftasonu kaçamağı yapıyor olacağım. Oh huzur, oh tatil, oh sevgili, oh baş başa zaman!
Maksadım nispet değil, hemen kızmayın. Hatta yalnız olanlar içiniz rahat olsun, bugün sevgilisi olanların hayal kırıklığına uğrama ihtimali sizden çoooooook daha yüksek. Ayrıca, bugün kesinlikle sokağa çıkıp o çiftlerle burun buruna gelmek istemiyorsanız, size çok keyifli bir kitap tavsiye edeceğim.
Kitabın yazarı daha önce "Kötü bir karaktere ama iyi bir fiziğe sahibim." sözü ile beni tavlamış olan Ildiko von Kürthy.
Kitabın başkahramanı Elli, hayatında büyük bir adım atarak Hamburg'a taşınmış otuzlu yaşlarında bir kadın. Sırf ucuz olduğu için, gay ve Türk asıllı Erdal'ın evinde bir oda kiralıyor ve kendisine turizm acentesinde bir iş buluyor. Üniversite okumamış, kendisini kültürel anlamda geliştirmek için hiç çaba harcamamış, hayatı boyunca aşkı kovalamış ve sırf kendisini yeteri kadar heyecanlı hissedemiyor diye çok ilişkisini sonlandırmış bir kadın.
"Daha fazlasını istediğimin bilincindeydim. Daha fazla hissetmek, daha fazla arzulamak, daha faza kavga etmek, daha fazla acı çekmek, daha fazla sevmek."
"Çok yakışıklı ya da çok zengin olması gerekmez, asalet ünvanı ya da kariyer de istemez. İstediğim tek şet yanındayken şunu hissedebileceğim bir erkek: Sen benim için doğru olansın!"
Hamburg'a daha adımını atar atmaz aşık oluyor. Kendisinden aile, hayat, kariyer ve maddi durum olarak çok farklı bir adama. Adamın mükemmel teraslı evinde, aşk ve mutluluk dolu günler geçirmesi çok uzun sürmüyor, adamın nişanlı olduğunu ve hatta birkaç hafta sonra başka bir şehre taşınması gerektiğini öğreniyor.
En yakın arkadaşı Hindistan'da tatilde olduğu için bütün içini ev arkadaşı Erdal'a döküyor. Erdal, onun meleği olurken, "Sen doğal mı görünmek istiyorsun Elli? Halbuki ben güzel görünmek istediğini sanıyordum.", "Kendine hep şunu hatırlat: Bu akşam hayatımın erkeğini bulmaya değil, gecenin erkeğini bulmaya çıktım." cümleleri ile okuyucuya bir Erdal gibi bir arkadaş sahibi olma hayalleri kurduruyor.
Elli'nin önünde üç haftası var ve üç haftada adamı ya tamamen kazanacak, ya da sonsuza dek kaybedecek. Ve hikaye başlıyor.
"Çünkü sırılsıklam aşık bir kadın Hindistan'daki filler gibidir: Ne yapacağı tam olarak bilinmeyen ve her şeyi yapmaya gücü yeten."
"Olasılık hesaplarına göre ileride beni iç güzelliğimden ötürü sevecek erkeği tekrar elde edebilmek için, insana düzgün bir silüet kazandıracak iradeye şiddetle gereksinmem var."
Romanın çeşitli sayfalarında minik siyah beyaz fotoğraflar kurguya eşlik ederken, keyifli diyaloglar okuyana kahkahalar attırıyor. Edebi bir harika beklemeyin; ama oldukça keyifli saatler geçireceğinizden eminim.
(Mavi Mucize, Ildiko von Kürthy, Pia, İstanbul 2005)
Kahkaha istemem, damardan gel, derseniz El Adamı'nın Ceylan Ertem yorumu bir harika:
Sevgiyle kalın!
1 yorum:
kiyikoyde nerde kaldiniz
Yorum Gönder