Ben, #dahaiyiben projeme kafayı takmış ve hayatımda değişiklikler yapmaya gönül koymuşken, hayat bir kere daha bana kağıt üstündeki planların temel olarak kağıt üstünde kalmaya mahkum olduğunu öğretti.
Bir kere, hiçbir şeyi yapmak, ajandaya yazmak kadar kolay değildi. "Yatak odandaki çekmeceleri topla" kadar basit bir şeyin, esaslı bir dilekçe yazmak kadar uzun süreceğini dürüst olmak gerekirse ben hesaplayamamıştım. Bütün bir hafta boyunca ofiste beynimin yanacağını, eve geldiğimde, bir çekmecenin içindeki kullanılmayan eşyaları ayıklamaya bile halim olmayacağını, şakır şakır yapılacaklar listesi çıkartırken unutmuştum.
Ve tabii ben o planları yaparken, babamın hastaneye kaldırılıp anjiyo olacağını, kalbine stent takılacağını bilemezdim. Bugüne kadar ne annemin, ne babamın ciddi bir rahatsızlığına şahit olmamıştım. İnsan, uyuşuyormuş, hayatında geri kalan her şey bütün önemini yitiriyormuş. Bir kaç gün ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemez halde buldum kendimi.
Bir de olumlu bir ruh hali içinde olmanın ne kadar harika ve güç verici olduğunu bir kere daha öğrendim bu süreçte. Babam, ameliyattan çıktığının ertesi günü bile o kadar şakacı ve keyifli görünüyordu ki, o ruh haliyle hepimizi rahatlattı. Hastane odasında oturmuş, kahkahalar atan bir aile düşünün. Eğer ki babam, "Ah başıma gelenler, bittim." gibi bir ruh hali içinde veya hastalık hastası pimpirikli bir halde olsaydı kesinlikle bu ortamı yakalayamazdık. Ne kendisini hasta psikolojisine soktu, ne bizi panik haline ve bugün taburcu oldu. İki hafta sonra da ailecek Saraybosna'ya gidiyoruz.
Ve tabii bu arada, iş, para, planlar filan, hepsinin hikaye; insanın sevdiği insanlarla vakit geçirmesinin ne kadar harika ve önemli olduğunu hatırladım.
Belki de John Lenon "Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir." derken sandığımdan daha haklıydı.
Planlarımın çoğu kağıt üstünde kalmış olsa da, bu bir hafta içinde yatak odamı baştan yarattım. Gerçekten olabileceğim en eleştirici şekilde kendi yatak odamı gözden geçirdim. Çok fazla eşya vardı, çok dağınıktı, çok bunaltıcıydı.
Rehber kitabım "İdeal olarak yatak odanız kişisel sığnağınız olmalı. İçinde güzelce uyuyabileceğiniz, yenilenebileceğiniz ve bir sonraki çılgın güne hazırlanabileceğiniz huzurlu ve özel bir alan..." diyordu. Benimki ise, yıllardır kimsenin uğramadığı, kaybolan ve sahipsiz eşyalar deposu gibiydi.
Öncelikle bu odada neler olmasını istediğimi düşündüm. Baktığımda beni mutlu edecek objeler ile sabah uyandığımda hızlıca ulaşmaya ihtiyaç duyacağım çorap, iç çamaşırı ve havlu gibi fonksiyonel eşyalar.
Dolaplarda, raflarda ne varsa, hepsini yere döktüm. Vazgeçilmez olanlar hariç, hepsini bir poşete koyup kapının önüne attım. Bir koca çöp poşeti eşya gitti. Sonra da yatak odasına ait olmadığını düşündüklerimin tamamını kucaklayıp, daha sonra ilgilenmek üzere -atmak veya başka bir yere yerleştirmek- salonda bir köşeye koydum.
İnternetteki her kaynak farklı bir ölçüm yolu verse de, hepsini deneyip doğru sütyen bedenimi buldum. Satın almış olduğum pek çok sütyenin yanlış bedende olduğu gerçeği ile yüzleştim, bunların hepsini kaldırıp attım. Azıcık bile eskimiş olan bütün iç çamaşırlarımdan kurtuldum.
Bütün mobilyaları oradan oraya taşıdım, farklı yerlerde nasıl durduklarına bakarak, en hoşuma gideni bulmaya çalıştım. Rehber kitabımdaki "Hiç bir zaman gereğinden ve ihtiyacından fazla dolaba sahip olamazsın." öğüdüne uyup, IKEA'dan çekmeceli bir şifonyer siparişi verdim.
Temizledikçe daha çok rahatlayacağımı düşünüyordum; ama dürüst olmak gerekirse, bu aşamaya kadar hiç bir rahatlama hissetmedim. Çünkü uğraşıp durmanın yanı sıra, şifonyerimi bir türlü teslim etmeyen Yurtiçi Kargo ile kavga etmeye başlayıp daha çok gerildim.
Ancak sona doğru değişikliği gördükçe mutlu oldum. Ve sonuç olarak, bir karmaşadan geriye, huzurlu ve beni mutlu eden bir yatak odası yaratmayı başardım.
Deneye yanıla öğrendiklerim umarım ki size de biraz ilham ve fikir verir.
* Mobilyaların fonksiyonlarını unutun, yerlerini değiştirin.
Bu parça aslında yatağımın arkasında duruyordu,çünkü aslında yatak başlığı. Ancak ben akşam yatarken yatağa taşıdığım su bardaklarını, Activia kutularını, çeşit çeşit dergi ve kitapları üstüne yığıyordum ve sürekli kalabalık ve dağınık görünüyordu. O yüzden yatağımın arkasından kaldırdım, yatağımın tam karşısındaki duvara yerleştirdim ve bir sergi alanı yaptım.
* Sizi mutlu eden objeleri dolapların içine hapsetmeyin.
En sağdaki daktiloyu, annem ile Weichnachtsmarkt turuna çıktığımızda Almanya'da bir bit pazarından almıştım, havalimanında çok eğlenceli anlar yaşatmıştı bize. Her baktığımda hem o seyahati anıyorum, hem de içimdeki üstüne sabahlık geçirip saatlerce aşk mektubu yazmak isteyen romantik kadını hatırlatıyor bana.
* Renklerine göre gruplama yapın.
Bunu yakın bir zaman önce keşfettim. Birbirinden alakasız; ama aynı renk tonlarındaki objeler bir arada harika görünüyor. Eşyalarınızı nasıl yerleştireceğinizi ve gruplandıracağınızı bilemediğiniz zamanlarda renklerine göre gruplandırın. Vücut jelleri, biblolar, Hint inanışına göre şans getiren içi boş kutular, parfümüm ve şekerler bir arada.
Mavi kutunun içinde ilaçlar var. Odanın tonuna uygun kutular, sevimsiz her şeyi kamufle etmek konusunda harikalar yaratıyor. En soldaki siyah kutu ise aslında bir takı düzenleyici.
* Temel kural: Evinize bir rafı veya çekmecesi olmayan hiçbir mobilyayı sokmayın.
Bu kural da yine rehber kitabımdan. Eve aldığınız her mobilyanın bir depolama gözü olduğundan emin olmanızı tavsiye ediyor. Bu dümdüz ahşap gibi görünen mobilyanın aslında iki yandan açılan gizli rafları var. Dünyanın yayıntısını topluyor.
Ben en üst camlı kısmına çok çaba harcamadan ulaşmak istediğim güneş gözlüklerim ile eldivenlerimi koydum. Gözlükler ve eldivenler benim evin içinde en çok kaybettiğim şeyler listesine net girer. Artık sabit bir yerleri var.
* Sabah yanlış renk çorap giymemek veya çorap aramakla zaman kaybetmemek için farklı kutularda saklayın.
Ben sabahın köründe siyah çorap giydiğimi sanarak evden çıkıp, öğlen o çorabın aslında lacivert olduğunu fark ediyorum çoğu zaman. Veya desenli bir çorabımı bulmak için bütün çorap çekmecesini yere döküp, sonra onları toplamaya zamanım olmadığından öylece bırakıp evden çıkıyorum. Daha doğrusu -dum. Bunun sebebi, bütün çoraplarımı derin bir çekmecede, hepsi bir arada saklamamdı.
O çekmecede yalnızca en sık kullandığım siyah ince ve siyah opak çoraplarımı bıraktım. Diğerlerini, yani lacivertleri, ten renklerini, puantiyeli fiyonklu gibi desenlileri ayrı kutulara koydum. Kutuları da, ayakkabı kutularına dergilerden hoşuma giden görselleri yapıştırarak yaptım. Mesela ten rengi çoraplarımı koyacağım kutu için çıplak kadınları tercih ettim : )
* Açıkta dağınık duran objeler için küçük rafları veya sepetleri tercih edin.
Ben son yıllarda gittiğim her denizden taş veya kum taşıyarak bir koleksiyona başlamıştım. Ancak bunları nereye dizersem dizeyim, kavonozların şekli ve boyutları farklı olduğu için dağınık ve özensiz görünüyorlardı. Küçük bir rafın içinde daha zengin durdular. Deniz tatillerimden benimle birlikte dönen kum ve taşlar, babamın bana aldığı ve Güneşköy'deki evimizin terasında duran şezlongumun minyatür biblosu ve en arkada, Dolapdere Bit Pazarı'ndan aldığım vazonun içinde büyük boyutlu taşlar, bana yaz enerjisi veriyor.
Hemen altında, şallarımı koyduğum sepetlerin arasından Mr. Feelgood'un bana aldığı çerçevenin içinde birlikte Londra'da çekildiğimiz iki fotoğraf beni karşılıyor.
* Evinizde bir yerde acil hediye çekmecesi yapın.
Sıradan bir hasır sepet gibi görünüyor; ama aslında bu hayat kurtarıcı bir şey. Tavsiyeyi Özgür Kızın Hayat Rehberi'nden aldım. Hediye almak harikadır; ama size alınan her hediyeyi kullanmıyorsunuz, değil mi? Kimisini beğeniyorsunuz; ama ihtiyacınız yok. Kimisi hiç tarzınız değil; ama içinden değiştirme kartı çıkmıyor veya süresi içinde değiştirmeyi unutuyorsunuz. Bu çekmece onların hepsini koyacağınız çekmece. Bu çekmeceye koyacağınız eşyaları hiç kullanmamış olmanız şart. Çılgın indirimlerden alacağınız hediyelikler de buraya girebilir. Böylelikle misafirliklere boş elle gitmez, son dakikada haberdar olduğunuz doğum günü partilerinde hediye alamadığınız için özür dilemek zorunda kalmazsınız.
Havluları ve nevresimleri yerleştirdiğim şifonyer kulağa sıkıcı geliyor; ama orası bile beni mutlu ediyor. Geçen yazın son demlerinde Güneşköy'de ve Amasra'da çekilen çok sevdiğim iki fotoğrafım, hala bahsetmeye fırsat bulamadığım bir work-shop'ta yaptığım Picasso tablom, Dolapdere Bit Pazarı'ndan aldığım kırmızı retro telefon ve Kadıköy'de taptığım mağazalardan biri olan The Company'den aldığım içinde pasaportlar, gelecek etkinliklere biletler gibi eşyaların durduğu metal kutu burada duruyor.
Başucumdaki şifonyerin çekmecelerinde iç çamaşırlarım var. Üstünde taptığım şehirlerden biri olan Berlin fotoğraflarını koyduğum bir çerçeve, her koşulda uykuya dalma potansiyeline sahip olmama rağmen uyku kalitemi arttırmak için kullandığım uyku gözlüğüm, Beyrut'tan aldığım geleneksel motifler ile pleksi modernliğini birleştiren bardak altlıklarım ve önümüzdeki günlerde bahsedeceğim, aromaterapi yağım duruyor.
Sonuç olarak yatak odasının nasıl olması gerektiği hakkında kesin doğrular olamaz; orası sizin odanız. Nasıl olmasını istersiniz? Hiçbir eşya barındırmayacak kadar minimal mi, evin geri kalanına sığmayan bütün eşyaları depolayacak bir alan mı hiç fark etmez, önemli olan sizin isteğiniz ve hayal gücünüz ve sonunda kendinizi burada huzurlu hissetmeniz.
Bu arada keşfettiğim iki kahramandan da bahsetmek istiyorum. Reklam gibi olacak; ama değil malesef. -Ah keşke Rossmann bana sponsor olsa!- Almanlar bu kimyasal işini iyi biliyorlar kabul etmemiz lazım. Ve benim kadar tembel bir insanı bile tavlayacak pratik şeyler üretiyorlar. Bir tanesi cam silici bez. Bir halta yarayacağına inanmadan sadece denemek için almıştım, bayıldım. Islak mendil gibi; ama beş dakikada cam siliyorsunuz. Cam spreyiymiş, ovalamakmış, iz kalmasın diye gazeteymiş, valla hiç gerek kalmıyor. Diğeri de ahşap cilası. Mis gibi kokuyor ve toz tutmasını engelliyor. Sık, sür, tamam.
Keyifle ve düzenle kalın!
3 yorum:
Naçizane tavsiyem Sezencim.. O azıcık da olsa yıpranmış iç çamaşırlarını atma.. Seyahate götür, kullan, oradad çöpe at..
Aynı ben:)
Bence insan düzenli/düzensiz olarak doğuyor.ben okuldayken yeni defterlerimin ilk sayfaları çok düzenli olurdu.Hep böyle gidicek derdim,yıl sonunda ise bazen ben kendi yazımı bile okuyamazdım:)
Bence bir insan düzenliyse bir çekmeceylede düzenlidir,düzensiz ise on tane dolap olsa da düzensiz olur.Gerçi evlendikten sonra kendime göre bir düzen kurdum şimdilik iyi gidiyor:)
Buketcim,
Neden olmasın, bir dahakilerde kullanacağım bu tavsiyeyi :))
Semoş,
Ne kadar güzel anlatmışsın, darısı başıma :)
Yorum Gönder