01 Eylül 2015

Alışveriş için Andorra, daha fazla sangria, tapas ve güneş için Barselona


Barselona'da ilk günümüzde şehri boydan boya yürümüş, sonra da Sutton Club'da uzun bir gece geçirmişiz, ertesi gün erkenden kalkıp Dali'ye bir selam vermeye Figureres'e gitmiş, dünya kadar yol yapmışız, neredeyse güneşin doğacağı saatlerde, terasımızda oturmuş laflarken ve hemen bitişiğimizdeki odada kalan İngilizlerle teraslarımızı ayıran çitleri aşarak sigara paylaşımı yaparken "Yarın Andorra'ya gider miyiz?" diyoruz. 


Andorra, Fransa ile İspanya'nın arasında, 1278 yılından beri sınırları hiç değişmemiş minicik bir ülke. Vergisiz alışveriş imkanı sunması nedeniyle, yılda on milyondan fazla turist ağırlıyor ve ülkenin gelirinin %80'ini de bu oluşturuyor.


Pazar günü Barselona'nın turist kalabalığından adım atılmaz hale geleceğini ve muhtemelen hiç bir zaman İstanbul'dayken "Andorra'ya gidelim." diyerek yollara düşmeyeceğimizi göz önünde bulundurunca planımız netleşiyor. 


Peki ya, Andorra'ya nasıl gidilir? İnternetten biraz araştırıyoruz, trenle gitmek mümkün değil, havalimanından ve merkez otogardan Andorra'ya kalkan otobüslere binmemiz gerekiyor. Uykusuzluktan ölüyor olmamız karşısında da "Otobüste uyuruz." diyerek yola düşüyoruz.Yeşil metro hattının Sants Estacio durağında iniyoruz ve ilk otobüse bilet alıyoruz. 


Biz internetten otobüslerin saat bilgisine ulaşmakta epey zorlandığımız için saatlerini de paylaşarak size bir kıyak yapayım. :) 




Üç saate yakın bir yolculuğun sonunda Andorra'ya ulaşıyoruz. İklim bir anda değişiyor, çok daha dağlık bir bölge, güneş oldukça az ve hava Barselona'ya kıyasla daha soğuk. Alışveriş caddesini bulduktan sonra kendimizi kaybetmiş şekilde o mağazadan o mağazaya girerek saatler geçiriyoruz.

Mimari veya tarihi açıdan çok matah bir yanı yok Andorra'nın, o yüzden mağaza gezmeyi sevmeyen birisiyseniz sakın kalkıp oraya gitmeye kalkmayın derim ben. Çünkü buranın konsepti tamamen alışveriş.







"Peki gitmeye değer mi?" diye sorarsanız, buna vereceğim cevap ne kadar sık seyahat ettiğinize bağlı olarak değişir. Çünkü Türkiye'ye kıyasla evet her şey oldukça ucuz. Ama eğer düzenli olarak seyahat eden biriyseniz, valizleri ve ayakkabıları Amerika'dan, deri çantaları İtalya'dan buradakinin yarısı fiyatına alabilirsiniz.

Andorra'da diğer her yere kıyasla çok ucuz iki şey var: Alkol ve Zara Outlet. Biz Zara Outlet'i biraz geç keşfettiğimize üzüldük, çünkü gerçekten her şey o kadar ucuzdu ki, yarım günümüzü orada geçirip onlarca poşetle çıkabilirdik.



Bir şeyler atıştırıp, buz gibi Estrella'ları yuvarladıktan sonra Barselona'ya geri dönüyoruz.

Akşam yemeği için istikametimiz Carrer de Mallorca 236 numarada bulunan Cerveseria Catalana. Bu tapasçı, Barselona'ya yolu düşenlerin olmazsa olmazlarından biri olarak anılıyor. Upuzun vitrindeki deniz mahsülü ağırlıklı tapaslardan beğendiklerinizi alıp, kalabalığın arasına karışıyorsunuz.





Ertesi sabah kahvaltı için, daha önce önünden geçerken gözümüze kestirdiğimiz Cup & Cake'e gidiyoruz. Burası tam köşe bir binanın altında, bembeyaz dekorasyonu ve sokaktaki masaları ile çok şık ve çok rağbet gören bir pastane. Ayrıca oldukça doyurucu kahvaltılar servis ediyor.





Kahvaltıdan sonra şehrin sembolü haline gelmiş  La Sagrada Familia'nın yolunu tutuyoruz. 1882 yılından beri hala inşaatı tamamlanmamış olan bu Gaudi'nin eserini ben bundan yaklaşık sekiz yıl önce ilk defa görmüştüm. O günden bugüne kadar pek çok ekleme yapılmış; ama yapılan eklemeleri hiç sevmiyorum. Belki hatıramdaki La Sagrada Familia'yı bulamadığım için, belki de gerçekten estetik açıdan çirkinleştiği için...





Tam orada bir espadril mağazası buluyorum ve ona bayılıyorum. İçeride her model ve her renk espadril bulmak mümkün. Siz aklınızdakini söyleyin, onlar içeride üst üste dizilmiş milyonlarca espadril arasından çıkartıp bulsunlar. Türkiye'de Deriden'in sattığı Toni Pons'ların da envai çeşidini buradan oldukça uygun fiyata alabilirsiniz.



Ve sonra güneşin tadını çıkarmak için kendimizi sahile atıyoruz. Sahildeki barlardan birine yerleşiyor ve buz gibi sangria siparişi veriyoruz.

Tam o sırada bir adam elinde gitarı ile masaları gezerek çok güzel İspanyolca şarkılar söylemeye başlıyor. Az sonra Barselona'yı terk edeceğiz, bütün bozukluklarımızı ona veriyoruz. Çok şık biçimde reverans yaparak, istek şarkımız olup olmadığını soruyor. Hiçbir İspanyolca şarkıyı bilmediğimizi itiraf ederek, onun seçmesini rica ediyoruz. Nereden geldiğimizi soruyor. "İstanbul" cevabını verdiğimiz anda, önce "Kesenize bereket." diyor, sonra başlıyor "Aşığım sana doyamıyorum, ne de güzelsin doyamıyorum." diye. Biz şoka girmiş ve büyülenmiş haldeyken, ardından patlatıyor: "Oooo Mastika Mastika, oooo sigarası Marlbora." Coşkuyla ona eşlik etmeye başlıyoruz, oturduğumuz mekandaki herkes şaşkınlıkla bizi izliyor. Harika bir an. (Videosu için tık!)

Meğerse yıllarca Kapalıçarşı'da çalışmış. Onun Kapalıçarşı maceralarını dinlerken, "Böyle bir pazartesi yok. Keşke her pazartesi günümü böyle geçirebilsem" diye düşünüyorum. Ve uçağımızı son dakikada yakalıyoruz.


O sırada bunun şimdilik son seyahatim olacağını sanıyorum. Ama hayat sürprizlerle dolu!


Keyifle kalın!



Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım