23 Eylül 2015

Mr. Holmes Bakehouse, Half Moon Bay Ritz-Carlton, Phil's Fish Market ve enenenen iyi Bloody Mary

Pek çok şarkıya söz olmuş, pek çok kitapta anılmış, yıllar içinde kültleşen pek çok karakteri ağırlamış, her gencin planları dahilinde olan Highway 1 için yola çıkma zamanımız geliyor. 


Benim California'da geçireceğim gün sayısı sınırlı olduğu için, bütün Highway 1'ı katetmemiz mümkün değil, yalnızca San Francisco ile Big Sur arasını birlikte keşfedeceğiz; ama bu bile yeteri kadar heyecan verici.

Gelmeden önce bu seyahati planlarken, dokuz gün, her şeye yetebilecek kadar uzun bir süre gibi gelmişti bana. Gelgelelim hem yapılacak çok fazla şey var, hem de O'nunla gerçekten düşündüğümden bile daha keyifli geçiyor günler. Biraz pişman oluyorum, daha uzun süreliğine gelmediğime...




İstanbul'dan San Francisco'ya yalnızca bir kabin boy bagajla geldiğim ve nemlendirici dahil hiçbir kozmetik taşımadığım için, sabah öncelikle temel ihtiyaçlarımı gidermek üzere bir markete uğruyoruz. Ardından istikametimiz kahvaltı için Mr. Holmes Bakehouse





Burası her gün sınırlı sayıda ve her gün başka bir çeşitte çıkardığı 'cruffin' ile meşhur. Sabah erken uyanmak için kesinlikle harika bir motivasyon niteliğinde. Sıraya giriyorsunuz, şansınız varsa o günkünü tatma fırsatı yakalıyorsunuz. Yoksa da, diğer her şey de inanılmaz lezzetli olduğundan çok üzülmenize gerek yok.



Mr. Holmes'un harika tasarımlı karton kutusu içinde çeşit çeşit kalori ve haz bombası ile, O'nun Brezilyalı arkadaşının yanına uğruyoruz. Ülkesine dönmeden önce vedalaşmak için. Ben arabadan Mr. Holmes kutusu ile indiğimde mutluluktan ölüyor, çünkü hem tatlılar inanılmaz; hem de o tam bir foodie. Yolun ortasında hazdan ölüyoruz.




Sonra yola çıkıyoruz, ilk durağımız Half Moon Beach'teki Ritz-Carlton. İnanılmaz güzel manzaralı bir yamacın kenarına kurulmuş bu devasa otel, asil bir lüks sembolü gibi. Hiçbir şey ışıltılı, abartılı, yorucu değil; aksine oldukça kaliteli ve mütevazi bir şıklık içinde. Her şey krem tonlarında ve ahşap ağırlıklı; ama koridorlarında asılı tablolar gibi detayları ve özellikle manzarası baş döndürücü. Biz de elimizde biralarımız, tepeden bu harika manzarayı izlemenin tadını çıkartıyoruz.







Ardından, aşağıdaki kum alana iniyoruz. Okyanus yüzülemeyecek kadar soğuk; ama parlayan güneş ile esen rüzgarın birlikteliğinde harika güneşlenilir.

Ben üstümdeki kıyafetleri çıkarıp, bikinim ile kaldığımda, kuma oturmadan önce "Acaba onda havlu var mıdır, üstüne otursak." diye düşünürken, o çantasından kocaman bir çarşaf çıkartarak beni olumlu anlamda oldukça şaşırtıyor. Çarşafı kumsalın kuytu bir köşesinde, incecik beyaz kumların üstüne serip uzanıyoruz. Saatlerce kumsalın tadını sonuna kadar çıkarttıktan sonra, yeniden yollara düşüyoruz. 





Ona yemek konusunda Shrek yedikten sonra koşulsuz güvenmeye başladığımdan, çok iyi olduğunu söylediği Moss Landing'teki Phil's Fish Market'te yemek yeme teklifine de hiçbir itirazım yok. Yol çalışmaları nedeniyle yavaş yavaş akan yolda, büyük bir sabırsızlıkla yemeğe kavuşmayı bekliyorum.


Burası oldukça salaş görüntülü, içeride sıraya girip kasadan siparişinizi verip ödeme yapılan, sonra da upuzun masalarda başka insanlarla birlikte oturup yemek yediğiniz bir yer. Deniz ürününün her çeşidini yapıyorlar ve yediğimiz her şey olağanüstü lezzetli.







"Bu arada burada Bloody Mary de çok iyi." diyor. Bloody Mary'e taparım. Hemen bara gidip, sipariş veriyorum. Barda duran adam çok özensizce, hiç bir şeyi ölçmeden, beş saniye içinde bloody maryi hazırlıyor. O kadar çabasız ve hızlı hazırlıyor ki, kesinlikle "çok iyi" olabileceğine inanmıyorum. 

Yalnızca bardağın kenarına tutuşturduğu karides ile bardağım harika görünüyor. Masaya geliyorum, bir yudum alıyorum ve hiç tartışmasız hayatımda içtiğim en iyi bloody mary.


O kadar çok seviyorum ki, günler sonra aynı yoldan geri dönerken, bir bloody mary daha içmek için tutturuyorum ve biz ikinci kez Phil'se gidiyoruz. Elbette ki o "bir bloody mary", asla tek bir tanesi ile sınırlı kalamayacağım kadar lezzetli ve masamız yine mükemmel bir deniz ürünleri sofrasına dönüşüyor. 





Bara gidip şevkle ikinci bloody mary siparişimi verirken, bardaki bir adam dönüp, "Biliyor musun, vereceğin siparişin bloody mary olacağını biliyordum."diyor. Kafam güzelce, gülüyorum, "Neden?" diye soruyorum. "Kesinlikle şu an görünüşündeki tek eksik elinde bir bloody mary bardağı çünkü" diyor. Hayatımda aldığım en enteresan iltifatlardan biri olarak bunu bir aklımın bir kenarına yazarken, "Bir de bunu tat." diye kendi bardağını uzatıyor. 

Bloody Mary'nin bira ile hazırlanan versiyonu gibi, adı Chevela imiş. "Seninki bitince, gel bundan da bir tane iç." diyor. (İçmeyi unuttuğumu da bu yazıyı yazarken fark ettim bu arada.)



İçeride geçmişte çiçek çocuklarmış gibi görünen dört tane ellili yaşlarda adam, çok keyifli bir müzik yapıyor. Onları dinleyerek, lezzetli ötesi yemeklerimizi yedikten sonra, bloody mary bardakları ile, hemen mekanın önündeki sahile çıkıp, gün batımını izliyoruz. California'da güneş o kadar harika batıyor ki, insan hiçbir gün batımını kaçırmak istemiyor.  







"Yolluk olarak alacak mısın bir bloody mary daha?" diye soruyor. Hayır, o an kafam güzel, ben güzelim, O'nunla yollarda olmak güzel, bulunduğumuz yol güzel. 

Ama olur da bir daha bu civarlara yolum düşerse, kesinlikle burada bloody mary içmeden geçmeyeceğimi biliyorum



Bloody mary ile kalın! :))

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım