20 Eylül 2012

"Bu sefer ben de arıza cıkaramayacak kadar yogun olacagım, merak etme" dedim ve Lale Kart aldım!

Hep savunduğum bir şey var, insan miskinleşmeye bir başladı mı, evden çıkmak, arkadaşlarıyla bir kahve içmek  bile zor gelmeye başlıyor.

Her şeye üşeniyor.

Hiçbir şey yapmadan, saçma sapan bir şeye takılıp saatler geçirebiliyor.

Tam aksine, insan yoğun bir tempoya girdi mi de, öyle bir ruh haline giriyor ki, beş dakika boş dursa huzursuz oluyor. O yüzden hiç boş kalmayacak şekilde planlıyor hayatını. Her şeyi aralara sıkıştırıyor, her şeye vakit buluyor.

Ben iki ruh halini de yaşadım.
Aynı insan, aynı karakter, tamamen iki farklı ruh hali...

Ve ruh hali insanın bütün hayatını değiştiriyor. Çünkü olaylara bakışın, olup bitenleri algılayışın farklı oluyor.

Mesela ben miskin olduğum dönemde, bir sürü boş vaktim olmasına rağmen, ne yemek yapardım, ne kendimi geliştirecek bir şeye odaklanırdım. Ivır zıvır işlere saatler harcardım. Bir de gereksiz çok düşünür, her şeye inanılmaz çok takardım. Takılmayacak şeylere bile...



Şimdi yoğun bir dönemdeyim ve ironik bir şekilde her şeye yetecek kadar vaktim de enerjim de var. Bir şeyler yaptıkça daha çok şey yapasım geliyor.

Çalışıyorum, geziyorum, evde yemek pişiriyorum, kendime bakıyorum, sık sık blog yazıyorum, arkadaşlarımla görüşüyorum, roman ve dergi okuyorum, Mr. Prozac'imle vakit geçiriyorum... Ivır zıvır işler de aralara derelere bir şekilde sıkışıyor. Mesela duruşmadan çıkmış ofise giderken, tamir edilmesi gereken ayakkabılarımı lostraya bırakıveriyorum; e-maillerimi sabah ofise giderken yolda okuyorum, metrodan eve yürürken arkadaşlarımla telefonda konuşuyorum, ocakta yemek pişerken gündüz araya 389987 tane telefon konuşması ve e-mail girdiği için yetişmeyen dilekçelerimi yazıyorum...

Çünkü boş durmayı unuttum, boş durunca huzursuz oluyorum.

Böyle olunca da, başka zaman takabileceğim şeyleri düşünmeye bile fırsatım olmuyor. Kızsam da, üzülsem de, kırılsam da, geçiyorum, yapmam gereken şeyleri yaparken onu unutuyorum. Bir rahat bir neşeli ruh hali, “Amaaan napalım yani?” tavrı anlatamam.

Bu aralar, Mr. Prozac ile ikimiz hayatımızın oldukça yoğun bir dönemine başlıyoruz. Onun doktora macerası, benim yüksek lisanta mazoşistlik sınırında sayılabilecek kadar çok ders almış olmam, ofislerimizdeki iş yoğunluğu, annelerimizin evinden bizim himayemiz altına gelen üniversiteye başlamış kardeşlerimiz, onun takıntılı sayılabilecek kadar sık yaptığı sporu, benim fırsat buldukça gittiğim yogam...

Oturup düşününce birbirimizi ne zaman nasıl göreceğiz sorusunun cevabını veremezken, tamamen tesadüfen ikimizin de çarşamba günlerinin derssiz kalması gibi süprizler işimizi kolaylaştırıyor.

"Biz bu dönemi atlatabilirsek, bize daha bir şey olmaz." dedi Mr. Prozac. Hatta bu cümlesini farklı konuşmalarda iki veya üç kez daha hatırlattı bana. Biliyor çünkü beni, geçen sefer sırf bu sebeple, benimle yeteri kadar ilgilenmiyor diye pire için yorgan yakmıştım çünkü.

Benim bir ilişkiyi sürdürebilmem için karşımdaki adamın beni sevdiğini, beni özlediğini, beni hayatında gerçekten istediğini bilmem lazım. Sözlü olarak karşıma oturup bunları söylemesine gerek yok, anlarım zaten bana bakışından, beni aramasından, bana attığı mesajdan, ne kadar sonra bana cevap yazdığından, beni ne kadar planlarına dahil ettiğinden, benimle birlikte bir şeyler yapma hayalleri olup olmamasından... Tabii bunları anlayabilmem için de adamı görmem lazım, konuşmam lazım, birlikte bir şeyler yapabiliyor olmam lazım.

Adamın beni hayatında gerçekten istediğini bildiğim sürece de dünya tatlısı bir sevgiliyimdir, her şeye uyarım, kıskançlık yapmam, her yerde eşlik ederim, her role girerim. Ama bunu yeteri kadar hissedemediğimde, arızanın ve cadalozun önde gideni oluyorum; hatta adam daha ne olduğunu anlamadan, ben "Herşey için teşekkür ederim tatlım.” diyip hayatından çıkıp gidiyorum. Mr. Prozac beni tanıyor, bunu bir kere yaşadık çünkü, yıllar önce.

Bu sefer başından oturup açık açık konuştuk. O beni yoğun olsa dahi ihmal etmemeye söz verdi, ben gerçekçi olup arıza çıkarmamaya.

"Bu sefer ben de arıza çıkaramayacak kadar yoğun olacağım, merak etme" dedim.




Ajadamın sayfalarına bakıyorum, gerçekten de öyle olacakmışım gibi görünüyor. Sadece işle okulla dolu değil, güzel şeyler de var ajandamın sayfalarında.

Mesela bugün Lale Kart aldım. Sonunda! Yıllardır niyetlenip de ertelediğim bir şeydi. Film Ekimi bahanem ve gaza getiricim oldu. Lale kartınız yoksa da, biletler cumartesi günü genel satışa çıkıyor:

İşte benim şimdilik izleyeceklerimin listesi: 

Havana'da 7 Gün / 7 Dias En La Habana:

Havana, müzikler ve İspanyolca bile yeter bence!
Üstelik Emir Kusturica bu sefer oyuncu.




W.E:

"- Are you trying to saduce me? - Is it working?"

"Attractive, my dear, is a polite way of saying a woman's made the most of what she's got."

Madonna ne yapsa, oluyor. Peki ya senaryo yazarsa, kıyafetleri tasarlarsa ne olur?

İzleyip göreceğiz, ama fragmanından bakınca oldukça zevkli bir şey çıkıyormuş ortaya gibi görünüyor. En azından bir görsel keyif olacağı kesin. 





Dördüncü Kuvvet /  Die Vierte Macht:

Hiç bir tavsiye listesinde olmamasına rağmen, sırf Soul Kitchen'dan sonra sevdiğim oyunculardan biri haline gelen Moritz Bleibtreu'nun hatırına ve bilet aldığım bütün diğer filmlerin yavaş seyrini kırmak adına izleyeceğim bu filmi ve beklentim yüksek!





Aşk / Amour:

"Aşk ve ölüm... Peki arada ne var?"


Bütün film tavsiteleri listelerinde istisnasız bu film bulunuyor. Cannes'ta Altın Palmiye'yi kapmış. Fransız filmlerindeki "son" eksikliği muhtemelen canımı yakacak olsa da, bize henüz uzak olan yaşların ilişkisini görmek değişik bir deneyim olacak gibi geliyor.

Üstelik de bu filmin fragmranındaki son, bana sokağımda yaşayan ve kocasının öldüğünü bir türlü kabul edemeyip, her gece sokakta onun adını bağırarak kocasını arayan yaşlı komşumu hatırlattı. Sırf onun hatırına bile izlerim!





Acı / Pieta: 

"Zalimliğimiz ve para hırsımız yüzünden birbirimize inancımızı kaybetmiş olabilir miyiz?" 

Kim Ki-Duk'un Boş Ev'i benim en favori 10 film listemin başlarında yer alır. Hala. Hep. Uzakdoğu'ya olan ilgimin başlamasına neden olan yazarlar ve yönetmenlerden de biridir. O yüzden şiddet sahneleri yüzünden eleştirilmiş olsa da bu film, filmekimi kapsamında izleyeceğim filmlerden biri.




Listemde yarın biletlerini almayı planladığım 5 film daha var.
Bu arada 25. yaşımı da devireceğim, bol bol bol bol film izleyerek muhtemelen.

Ben başkalarının tavsiylerini umursamam, kendi filmlerimi kendim seçerim derseniz filmekiminin programı ve filmler için tık!

Keyifle kalın. Yepyeni şeyler düşündürecek, ufuk açacak şeyler yapmayı ihmal etmeyin.

Dip Not: Bir önceki evlilik yazısına gelen yorumlara bayıldım. Müdahale etmemek için bir şey yazmıyorum şimdilik. Sırf gelen yorumlardan bir yazı yazacağım en kısa zamanda. Evlilik mevzuu, bekarlar kadar hali hazırda evlilerin de kesin şöyle diyemediği bir konuymuş anlaşılan. :) Öperim! 

1 yorum:

Tns dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.

Pinterest'im

Instagram'ım