O kadar güzel bir ses tonuyla o kadar istekli anlatıyor ki, ne anlatırsa anlatsın ne kadar uzun sürerse sürsün sıkılmadan onu dinleyebilirim gibi geliyor. Gözlerinin içine bakıyorum, “Bu kadar güzel bir göz rengi olduğunu unutmuşum.” diye düşünüyorum. Bakışlarım gözlerinden, sürekli dokunmak istediğim, sıkı bir t-shirt giydiği için daha da belirginleşmiş güzel kollarına kayıyor. Anlattıklarının birkaç kelimesini kaçırıyorum, çaktırmamaya çalışıyorum.
Mutluyum. Hatta daha mutlu olamayakmış kadar çok mutluyum.
Aynı zamanda korkuyorum.
Ya böyle devam etmezse, ya biterse, ya birşeyler çıkarsa, ya yine çuvallarsak diye. İnceden sızlıyor içim, hayatımdaki birini veya birşeyi kaybetmekten bu kadar çok korkmayalı uzun zaman olmuştu. Her zamanki “Olacağı varsa olur, biteceği varsa biter. Her işin, her insanın yerine başkası konur.” mentalitesiyle bakamıyorum ona. Bir istisna! Aradan iki yıl, hayatlarımızdan başkaları geçmişken hala ikimiz için bu kadar farklı ve güzelsek, yerine başkası konulamamış. Tam o sırada uzanıp bacağıma bir öpücük konduruyor. Unutuyorum her şeyi, bırakıyorum kendimi.
Mr. Prozac.
Mutluyum. Hatta daha mutlu olamayakmış kadar çok mutluyum.
Aynı zamanda korkuyorum.
Ya böyle devam etmezse, ya biterse, ya birşeyler çıkarsa, ya yine çuvallarsak diye. İnceden sızlıyor içim, hayatımdaki birini veya birşeyi kaybetmekten bu kadar çok korkmayalı uzun zaman olmuştu. Her zamanki “Olacağı varsa olur, biteceği varsa biter. Her işin, her insanın yerine başkası konur.” mentalitesiyle bakamıyorum ona. Bir istisna! Aradan iki yıl, hayatlarımızdan başkaları geçmişken hala ikimiz için bu kadar farklı ve güzelsek, yerine başkası konulamamış. Tam o sırada uzanıp bacağıma bir öpücük konduruyor. Unutuyorum her şeyi, bırakıyorum kendimi.
Mr. Prozac.
İkimiz de aramızdaki
ilişkiyi geride bırakmışken, bambaşka güzel ilişkileri yeni
noktalamışken, dertleşmek için buluştuğumuz bir gecede, yeniden
birbirimizin hayatına dahil olduk. Hoşgeldik, hoşbulduk.
Sonra araya bayram tatili
girdi. Birbirimizi öpe öpe, “Çok saçma! İki seneyi ayrı
geçirdik, umurumuzda olmadı. Şimdi bir hafta ayrı kalacağız
diye üzülüyoruz” diye diye o Çeşme'ye, ben Yunanistan'a
gittim. Yeni başlamış bir ilişkide, ayrı ve tatilde geçen bir
hafta büyük riskti. Tatil pervasızlığı ve alkol kombinasyonu
varken uzak olmak. Üstelik de ikimizin de şeytan tüylü olduğu
gibi bir gerçek varken!
Tatil dönüşü buluşup,
yeni açılan Tarabya Big Chefs'e giderken hazırdım. Yabancı
hissetme, sıkılma, “Yok olmuyormuş, boşa bir hevesmiş.” bu
deme ihtimalimize... O da hazırmış. Yemeklerimizi yedikten sonra,
şarap kadehlerimizi tokuştururken, karşımdan yanıma geçip,
kolunu belime dolamışken, yersiz olduğundan emin olduktan sonra,
tatil fotoğraflarımızı birbirimize gösterirken kikirdeşerek
itiraf ettik bu düşüncelerimizi birbirimize, aynılığımıza
şaşırarak...
Birlikteyken ne kadar
fırlama olabildiğimizi deneyimleyerek ayrıldık o gece. İkimiz
için de yoğun bir hafta olacaktı, ne zaman nasıl
görüşebileceğimizi bilmiyorduk. Ki daha ertesi gün, yogitamla
Winston'da oturup yemek yerken, özledim onu, üşenmedim
Akaretler'den kalktım Batı Ataşehir'e gittim. Başka bir gün o
benim bir arkadaşımın Curcuna'daki doğum günü partisine geldi.
29 Ağustos gecesi,
minicik bir çanta hazırladım, bir bikini, iki elbise, yedek iç
çamaşırı ve Mr. Prozac beni ona kaçırdı. Haftanın ortasındaki
30 Ağustos tatili, birlikte uyanıp birlikte uyuduğumuz ilk gün
oldu. Öğlene doğru uyandık, Afyon Kahvaltı salonunda karnımız
kadar gözümüzü doyuran bir kahvaltı ettik, ben kırmızı
bikinimi, o kırmızı mayosunu giydi, uyumlu uyumlu havuza indik.
Yüzdük, güneşlendik, gülüştük, sohbet ettik, akşamüstü
güneşinde aynı minderde uyuyakaldık. Acıkarak uyandık, havuz
başında karnımızı doyurduk. Eve çıktık, duş aldıktan sonra
X Box oyunları öğretti bana, oynadık. Komşularına misafirliğe
gittik, eve geldik film izledik...
Sanki İstanbul'da değilmişim de, tatildeymişim gibi hissettim. Başka bir şehirdeymişim, başka bir alemdeymişim gibi. Bir seyahat kadar keyif aldım o günden.
Sanki İstanbul'da değilmişim de, tatildeymişim gibi hissettim. Başka bir şehirdeymişim, başka bir alemdeymişim gibi. Bir seyahat kadar keyif aldım o günden.
O gün birbirimizi biraz
daha çok beğendik. Biraz daha çok sevdik. Biraz daha “biz”
olduk.
Sonra gerçek hayat
başladı, işe gittik.
Neyse ki günlerden
cumaydı. Cuma akşamı ben Gökçem ile Asmalımescit Balkon'da
kızkıza dedikodu seansımı yaptıktan ve bolca Mr. Prozac'in
kulaklarını çınlattıktan sonra, “Birlikte uyuyalım” dedi,
hasta olmasına rağmen üşenmedi bana geldi. Yine bir minik çanta
topladım haftasonluğuna ona gittim cumartesi başlarken.
Sezonun son havuz
keyiflerinden birini yaptıktan sonra, benim daha eylül ve hafif
soğuk havaların başladığını fark etmemem dolayısıyla zibidi
elbiselerle dolaşıp donmama hızlı bir çözüm bulduk, hemen
gidip alışveriş yaptık. Yeni kazağım üzerimde, Kirpi'de güzel
bir akşam yemeği yedik. Yıllar önce de Koşuyolu'ndaki Kirpi'de
bir akşam yemeği yediğimizi andık. Tatlı tatlı konuştuk.
Birbirimize eğlenceli hikayeler anlattık, çevremizdeki
insanlardan, ailemizden. Sonra sordu: “Bana karşı ne
hissediyorsun?” diye.
Cevap veremedim. Aşık
mıyım, seviyor muyum, beğeniyor muyum. Bilmiyordum. Belki hiçbiri
değildi, belki de hepsiydi. Belki de o kadar farklıydı ki, bu
kadar klişe kelimelerle ifade etmek istemiyordum hissettiklerimi.
O sorunun üzerinden,
birlikte uyunan bir gece, onun ofisinde Ceviz Ağacı'ndan aldığımız
leziz poğaçalar ve mini suflelerle yaptığımız kahvaltı,
onlarca öpücük, sımsıkı sarılmalar, ayrıldıktan sonra birkaç
telefon konuşması, pazartesi öğle molasında bana süpriz yapıp ofise gelmesi, onu
özlediğim ve düşündüğüm yüzlerce dakika geçti.
Hala cevabı bilmiyorum.
Onunla çok mutluyum. O hala Mr. Prozac. O hala bana herkesten başka
şeyler hissettiriyor. O bana şimdiye kadar hiç yazmadığım yazılar yazdırıyor.
Biliyorum ki, bazı
günler olacak birbirimizi daha az beğeneceğiz, bazen gıcık
olacağız, bazen birbirimize bozulacağız, bazen biz hiçbir şey
yapmasak da başka adamlar başka kadınlar müdahil olacak.
Biliyorum ki, çok çalıştığımız, böyle bütün saatlerimizi
birbirimize ayırmamızın mümkün olmadığı haftalarımız
olacak.
Diğer yandan bildiğim
başka bir şey var ki, biz birlikteyken harika bir hikayeyiz.
Gerçekten ziyade kurgulanmış bir hikaye gibi... Tanışmamız, ilk
başbaşa tiramisu ve beyaz şarap eşliğinde buluşmamız,
yaşadıklarımız, sonra aradan iki yıldan çok zaman geçtikten
sonra Limonata'da apple martini ve viskileri devirirken yeniden
başlamamız, şimdi yaptıklarımızın hepsi, bu harika hikayenin
enteresan parçaları. Birbirinden ayrı düzenli ve planlı
hayatlarımızın hem huzurlu hem fırlama noktaları birbirimizde
kesişiyor.
Ne hissettiğimizi
kelimelere dökemesek de emin olduğum bir şey varsa ikimiz de bu
hikayenin baş rolleri olmaya bayılıyoruz ve bu hikayeye şimdiye
kadarkilerin hepsinden çok daha güzel parçalar ekleyebiliriz. Yani daha havalı bir deyişle: "There are far, far better things ahead than any we leave behind."
Yaşasın Prozac'li
hayat!
6 yorum:
Bastan sona okudum,bu saatte ise giderken.. Mutluluklar diliyorum canim,tam olarak umudumu kaybetmisken iyi geldi yazdiklarini okumak ;)
bildiğim bir şey varsa mr prozac sana iyi geliyor üstelik yürümesi için çaba sarfetmiyorsun ;)
Ne guzel yauw:> icim cekti dogrusu (:)
O kadar güzel anlatmıssın ki nazar değecek diye ben korktum. Hep böyle sürmesi dileğiyle :)
gorgeousofmyworld.blogspot.com
woow :) senden hiç böyle bi aşk yazısı beklemiyordum belki blogda yeni olmamdan kaynaklanıyordur ama şunu bilmelisin okuduğm en güzl yazılarından biriydi :) hep mutlu kal .. :)
Bu hikayenin aynen böyle devam etmesi neredeyse doğaya aykırı fakat güzel tarafı hala böyle pembe hikayeler yazabiliyor olmak. Sanırım geri kalan herşeyi düşünmek ziyadesiyle gereksiz.
Yorum Gönder