1 Mayıs işçi bayramı. Resmi tatil.
Emekçi kadınlar olarak sıkı bir kutlamayı hak ediyoruz. O yüzden yogitamın memleketi Münih'in yolunu tutmak için biletlerimiz hazır.
Biz yogitam ile sabah İstanbul'dan Münih'e doğru yola çıkacağız, İsviçre'ye gelin verdiğimiz kızımız Özge de Zürih'ten Münih'e gelecek, orada bir metro durağında buluşacağız. Kız kıza tatil zamanı!
Son zamanlardaki en kolay seyahat hazırlığımı yapıyorum. Çünkü gitmeden önce değil kapsamlı bir şehir araştırması yapmak, google'a Münih bile yazmıyorum.
Yogitam Münih'te doğmuş büyümüş çünkü. Direk lokal rehber ile gidiyorum. Havalanındaki yakışıklı çocuklara "Möchten Sie einen lokalen Reiseführer?" diyip şakalaştığımda bile, tık tık gramer hatalarımı şefkatle düzeltiveriyor. Almanca konuşmayalı ne kadar çok zaman olmuş!
Almanya'dan kazan dibi siparişi verilmiş. Sabah onları dolapta unutup gitmemek için alarmlarımı "Kazandibi.", "Kazandibi unutma", "Kazandibi için son çağrı". diye adlandırıyorum. Elimizde uçağa kabul etmezlerse, oturup hepsini yemek konusunda sözleştiğimiz, paket paket kazandibi eşliğinde Münih'e ayak basıyoruz.
Havalimanında karşılandıktan sonra, yogitamın halasına kahvaltıya gidip, leziz börekleri mideye indiriyoruz. Yogitam için inanılmaz sürrealist bir an. Avukatlık stajyerliği yaparken ofisteki oda arkadaşı, Münih'te halasının evinde kahvaltı ediyor :))
Halasının, yıllar önce vefat eden kocasından bahsederken, gözlerinin dolması karşısında, "Ayyyy!" diyoruz. "Biz de bu kadar çok seveceğimiz bir adamla evlenelim Allahım lütfen" diye mırıldana mırıldana oradan çıkıyoruz.
Ben bir ATM'de duruyorum, üstümde hiç euro yok. Çünkü -daha önce de bahsettim- hangi ülkeye gidersem gideyim oradaki ATM'den para çekiyorum. Ama Munih'te çekeMİyorum. Çünkü bir problem olmuş ve maaşlarımız yatamamış. Sonra patronuma mail atıyorum, süper anlayışlı bir cevap alıp, paraya kavuşuyorum; ama bu ikisinin arasındaki zaman diliminde Munih'te ve gerçekten parasızım! :))) Muhtemelen hayatımın son on senesinde hiç parasız da kalmamıştım!
Özge de Munih'e ayak bastıktan sonra, ilk istikametimiz BMW müzesi oluyor. İki kısımdan oluşuyor, bir kısmı müze. Diğer kısmı ise yeni arabaları test edebileceğiniz bir show room var. Araba meraklısı biri olmayan benim için bile gerçekten çok ilgi çekici.
Müze olan kısmının büyük bir kısmı BMW'ye ayrılmış. Tarih boyunca yapılan BMW arabalarının gıcır gıcır örnekleri karşınızda duruyor. Aralarında filmler için veya tasarımcılar tarafından tasarlanmış sıra dışı arabalar da var.
Üstelik bizim bir de selfie çubuğumuz var. Mesela Roma'da elinde selfie çubuğu olmayan turist yoktu ama Münih'te tek çubuklu biziz. Her saniye fotoğraf çekiliyoruz, insanlara çok garip geliyor. Dönüp dönüp bakıyorlar. Kikirdeşiyoruz.
Müzenin bir diğer kısmı da Mini'ye ayrılmış. Zaten Mini severim; ama burada inanılmaz şeker şeyler var, dondurma arabaları, karavanlar...
Şimdi satışta olan arabaların sergilendiği kısım çok ilgimizi çekmiyor. Çünkü Almanya'dayız ve sokakta zaten o arabalardan istemediğiniz kadar çok var. BMW müzesinin içinde bir yerde oturuyoruz, birer bira söylüyoruz ve erkeklerin dedikodusuna başlıyoruz.
Akşamüstü bir saat kadar uyuyup dinlenmek için eve geliyoruz. Bir yatakta üçümüz yan yana dizilmişken, benim başucunda şarjda duran telefonumun alarmı çalıyor. Özge uzanıyor. "Kazandibi mi yazıyor bu alarmda?" diye soruyor. Kahkaha atmaya başlıyoruz. Biraz sonra yeniden alarm çalıyor. "Kazandibi için son çağrı."
Özge "Canımı kazan dibi istettiniz be!" diyip yataktan kalkıyor. Bize İsviçre'den getirdiği çikolataları çıkartıyor. Bu çikolataysa bizim bugüne kadar yediklerimiz ne bilmiyorum; ama olağan üstü. Ihmmm, oyyyy, ahhh sesleri çıkartarak çikolatalarımızı yiyip geceye hazırlanmaya başlıyoruz.
Kendimi yeniden üniversitede gibi hissediyorum.
Ve çok iyi geliyor.
Emekçi kadınlar olarak sıkı bir kutlamayı hak ediyoruz. O yüzden yogitamın memleketi Münih'in yolunu tutmak için biletlerimiz hazır.
Biz yogitam ile sabah İstanbul'dan Münih'e doğru yola çıkacağız, İsviçre'ye gelin verdiğimiz kızımız Özge de Zürih'ten Münih'e gelecek, orada bir metro durağında buluşacağız. Kız kıza tatil zamanı!
Son zamanlardaki en kolay seyahat hazırlığımı yapıyorum. Çünkü gitmeden önce değil kapsamlı bir şehir araştırması yapmak, google'a Münih bile yazmıyorum.
Yogitam Münih'te doğmuş büyümüş çünkü. Direk lokal rehber ile gidiyorum. Havalanındaki yakışıklı çocuklara "Möchten Sie einen lokalen Reiseführer?" diyip şakalaştığımda bile, tık tık gramer hatalarımı şefkatle düzeltiveriyor. Almanca konuşmayalı ne kadar çok zaman olmuş!
Almanya'dan kazan dibi siparişi verilmiş. Sabah onları dolapta unutup gitmemek için alarmlarımı "Kazandibi.", "Kazandibi unutma", "Kazandibi için son çağrı". diye adlandırıyorum. Elimizde uçağa kabul etmezlerse, oturup hepsini yemek konusunda sözleştiğimiz, paket paket kazandibi eşliğinde Münih'e ayak basıyoruz.
Halasının, yıllar önce vefat eden kocasından bahsederken, gözlerinin dolması karşısında, "Ayyyy!" diyoruz. "Biz de bu kadar çok seveceğimiz bir adamla evlenelim Allahım lütfen" diye mırıldana mırıldana oradan çıkıyoruz.
Ben bir ATM'de duruyorum, üstümde hiç euro yok. Çünkü -daha önce de bahsettim- hangi ülkeye gidersem gideyim oradaki ATM'den para çekiyorum. Ama Munih'te çekeMİyorum. Çünkü bir problem olmuş ve maaşlarımız yatamamış. Sonra patronuma mail atıyorum, süper anlayışlı bir cevap alıp, paraya kavuşuyorum; ama bu ikisinin arasındaki zaman diliminde Munih'te ve gerçekten parasızım! :))) Muhtemelen hayatımın son on senesinde hiç parasız da kalmamıştım!
Özge de Munih'e ayak bastıktan sonra, ilk istikametimiz BMW müzesi oluyor. İki kısımdan oluşuyor, bir kısmı müze. Diğer kısmı ise yeni arabaları test edebileceğiniz bir show room var. Araba meraklısı biri olmayan benim için bile gerçekten çok ilgi çekici.
Müze olan kısmının büyük bir kısmı BMW'ye ayrılmış. Tarih boyunca yapılan BMW arabalarının gıcır gıcır örnekleri karşınızda duruyor. Aralarında filmler için veya tasarımcılar tarafından tasarlanmış sıra dışı arabalar da var.
Üstelik bizim bir de selfie çubuğumuz var. Mesela Roma'da elinde selfie çubuğu olmayan turist yoktu ama Münih'te tek çubuklu biziz. Her saniye fotoğraf çekiliyoruz, insanlara çok garip geliyor. Dönüp dönüp bakıyorlar. Kikirdeşiyoruz.
Müzenin bir diğer kısmı da Mini'ye ayrılmış. Zaten Mini severim; ama burada inanılmaz şeker şeyler var, dondurma arabaları, karavanlar...
Şimdi satışta olan arabaların sergilendiği kısım çok ilgimizi çekmiyor. Çünkü Almanya'dayız ve sokakta zaten o arabalardan istemediğiniz kadar çok var. BMW müzesinin içinde bir yerde oturuyoruz, birer bira söylüyoruz ve erkeklerin dedikodusuna başlıyoruz.
Akşamüstü bir saat kadar uyuyup dinlenmek için eve geliyoruz. Bir yatakta üçümüz yan yana dizilmişken, benim başucunda şarjda duran telefonumun alarmı çalıyor. Özge uzanıyor. "Kazandibi mi yazıyor bu alarmda?" diye soruyor. Kahkaha atmaya başlıyoruz. Biraz sonra yeniden alarm çalıyor. "Kazandibi için son çağrı."
Özge "Canımı kazan dibi istettiniz be!" diyip yataktan kalkıyor. Bize İsviçre'den getirdiği çikolataları çıkartıyor. Bu çikolataysa bizim bugüne kadar yediklerimiz ne bilmiyorum; ama olağan üstü. Ihmmm, oyyyy, ahhh sesleri çıkartarak çikolatalarımızı yiyip geceye hazırlanmaya başlıyoruz.
Kendimi yeniden üniversitede gibi hissediyorum.
Ve çok iyi geliyor.
1 yorum:
Iste o yeniden universiteli gibi hissetme hali var ya... Muthis, muthis! :)
Yorum Gönder