Gündüz Vassaf'ın cümlesi takılıyor gözüme, "Gündüzlerin rasyonel insanı, zevki sefa peşinde koşan insanla yer değiştirir geceleri. Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam gecenin konusudur."
Gülüyorum, bu aralar biraz fazla sorgulamaya başlamam bundan galiba. Gecelerim her zamankinden uzun bu aralar...
Bir önceki hafta ile yeni haftanın başlangıcı arasında hiçbir sınır, çizgi, uyku molası yok. Pazar gecesi Adana'dan geliyorum, duşumu alıyorum, ojelerimi değiştiriyorum, ertesi günkü kıyafetlerimi hazırlayıp yeniden evden çıkıyorum. Pazartesi sabah 6:00'da istikametim Ankara.
Ankara'daki işlerimi hallettikten sonra, geç bir öğle yemeği için Tahran Caddesi üzerinde, Beymen'in altında bulunan La Gioia'nın yolunu tutuyorum. Vücudumu uykusuz bırakmışken, en azından sağlıklı beslenerek dengeyi sağlamak için armut ve kuru üzüm ile hazırlanan detox active ve kinoa salatası siparişi veriyorum.
La Gioia'yı hem ortamı, hem inanılmaz ilgili personeli, hem sunum ve hem de lezzet bakımından ile oldukça seviyorum. İstanbul'daki House Cafe ve Big Chefs ile aynı sınıfta kabul edilebilecek bu mekan, bunlardan çok daha mutlu edici. O yüzden Ankara'ya yolunuz düşerse listenizde bulunsun derim.
Dönüş saatine kadar ve dönüş yolunda gözlerimi açık tutabilmek için,bütün kadın dergilerini topluyor, kendime biraz daha iyi bakmak konusunda gaza gelerek ve bununla ironik biçimde bol bol kafein tüketerek günü kapatıyorum.
Salı günü bütün gün ofiste çalıştıktan sonra, artık yorgunluktan bitmiş bir haldeyim. Eve geliyorum, ortalığı toplarken elime bir roman geçiyor. Kapağı hiç benim kitapçıda gözüme kestirip alacağım albeniye sahip değil, o yüzden mutlaka birinin tavsiyesi üzerine almış olmalıyım. Ama kimin tavsiye ettiğini hatırlayamıyorum. Uzanıp okumaya başlıyorum. Sandığımdan daha hızlı içine alıyor beni.
Başkahramanımız Hakan, akademisyen bir genç. Aralarında çok esprili şakalaşmaları olan babası ile birlikte yaşıyor. Bir gün bir kitap almak için sahafa giriyor, Yağmur ile yolu kesişiyor. Klasik bir aşk hikayesine dönüşecekmiş gibi akarken yazar önce karşımıza çıkış amacı kaşığı sol elle tutmayı yaygınlaştırmak olan Kronk dinini, sonra bu dinin peygamberi olarak kendisini çıkarıyor.
Hem dilinin cüretkarlığı, hem kurgusu alıştığımız romanlardan o kadar farklı ki, okurken arka kapaktaki "ilk kez yayımlandığı 1992'den bu yana, alçakgönüllü bir kült roman statüsünü haklı gösterebilecek bir meraklı kitlesi oldu" açıklamasına hak veriyorum. Roman bittiğinde, önce sevip sevmediğime karar veremiyorum; sonra da kesinlikle iyi olduğuna karar verip Cem Akaş'ın başka kitaplarını sipariş ediyorum. Akıcı dilli, farklı ve sürprizli bir roman okumak isteyenlere de şiddetle tavsiye ederim.
Kitaptan sevdiğim birkaç cümle:
Bizim istediğimiz doğru bildiğimizi kendimize kabul ettirmek değil ki, yalnızca farklı olma hakkına sahip olmak istiyoruz.
Kızma be oğlum, hayatın ciddi bir şey olduğunu gösteren tek bir ciddi kanıt yok ortada.
Neler konuştuklarını duymuyoruz, ama sormaya çekindiğimiz her şeyi öğreniyoruz: birbirlerini seviyorlar.
Durmadan soruyorsunuz kendinize birbirinize neden niçin yaşıyorum ben. Aferim sorun sorun bakalım, oysa bu kadar duman altı olmaya ne gerek var. Siz yaşıyorsunuz çünkü vaktiyle babanız ananınızı bir güzel sikti. Yalanım varsa söyleyin. Bunu bile bile hala yaşamda anlam aramak, yaş amda anlam aramakla birdir. Arıyorsanız ben ne yapabilirim.
Ve "İlişki, il-İŞ-ki değildir. Fazla mesai ücrete tabi değildir. Görev bilincinizi götünüze sokunuz." cümlesini içeren ilişki manifestosu:
Çarşamba günü iş çıkışı istikametim Şaşkınbakkal. Tanıştığımız günden beri, ne zaman birlikte vakit geçirme fırsatı bulsam, kahkahalara boğulduğum, sevgili Ersu ve Sheldon, Avusturalya'ya geri taşınma kararı aldıklarından evlerini boşaltmadan önce bir veda yapıyoruz.
Her zamanki gibi bol kahkahalı bir gece geçiriyoruz, içim bir yandan buruluyor onları bu kadar çok göremeyeceğim için, bir yandan onlar adına ve benim Avusturalya'ya gitme bahanem olmasına seviniyorum. Duygusallaşarak bitiriyoruz geceyi.
Gerçekten hayatımda en şanslı olduğum konunun bu olduğunu düşünüyorum: yolumun bu kadar harika insanlarla kesişmesi....
Perşembe sabahı, her zamankinden iki saat erken kalkıyorum. Büyük bir motivasyonum var erken uyanmak için: filmekimi biletleri lale kart için satışa açılıyor ve benim filmlere göz atıp hangilerini izleyeceğimi seçmem lazım.
Fakültede okurken, devam mecburiyetim olmadığından, bazı günler uzun bir uyku çekip, yatak tembelliği yaptıktan sonra, Taksim'e çıkardım. Alkazar Sineması'nda bomboş salonda bir Avrupa filmi seyreder, kitapçıları dolaşır, sonra birileri ile buluşup Nevizade'de bira içer veya eve gelip yazılar yazardım. Film festivali varsa, kapıdaki sıralara girer, içerdeki filmin ne olduğunu bile bilmeden, yer bulduğum her filmi izlerdim. Aylak, acelesiz, plansız, her şeye fazlasıyla zamanım olan, çok fazla film izleyip, çok fazla kitap okuduğum günlerdi.
Artık bütün filmlere online olarak ulaşmak mümkün olsa da, film festivallerini çok sevenlerden ve hiç kaçırmayanlardanım. Çünkü bana o ruhu ve o günlerimi hatırlatıyor. İstanbul'a taşındığım 2004 yılından beri aksatmadığım tek alışkanlık olarak varlığını sürdürüyor.
O yüzden hatırlatmayı görev bilirim, atladıysanız filmekimi 3 Ekim'de başlıyor.
Cuma günü, iş çıkışında Eftelya Balık'tayım. Leziz mezelere göbek rakısı eşlik ediyor. Karşımda oturan adamın hem harika hikayeleri var, hem de kendisi gerçekten uzun zamandır tanıştığım en değişik karakterlerden biri. Önümdeki deftere bir Dünya haritası çizip, seç bir yeri diyor. Hayat beni yine seyahatlerle sınıyor.
Saat 10:00'da evde olmaya söz vermiştim, o sırada saat 10:30 olmuş bile, yogitam arıyor "Nerdesin? Çabuk gel." diye.
Gecenin devamı 'cici eşim' Gizem ile tamamen spontane biçimde Colonie, Unter, Parantez şeklinde akıyor. Kahkahalar, sohbetler, saçmalıklar birbirine karışıyor, en sevdiğimiz ruh halimiz geri dönüyor, gece çok uzuyor.
Cumartesi gözlerimi açıyorum. Salonun ortasına gelişigüzel atılmış yüksek topuklu ayakkabılarıma takılıyor gözüm. Kendimi iyi hissettiren bir kare: Kadınsı, pervasız ve üzerinde düşünülmemiş...
Bu blog sayesinde tanıdığım, bu seneki Roma ve Belgrad seyahatlerimden önce bana harika tavsiyeler vermiş Buket ile buluşuyoruz. Kendime anneannemi hatırlatacak bir takı almaya niyetlendiğimi okuyunca, bana bir takıcı tavsiye etmişti, birlikte gitmeye bir de kahve içmeye karar vermiştik.
Asmalımescit'te buluşuyoruz, ilk durağımız Petra Pera oluyor. Özellikle pastel tonları, heykel gibi yüzükleri, kimsede olmayan parçaları ve doğal taşları seviyorsanız buraya yolunuzu düşürmelisiniz.
Sonra Galata'ya iniyoruz. Nihan Buruk'un defilelerinde kullandığı parçaların satıldığı NIAN'da her şeyden tek bir tane var. Yani bunun bir büyük veya küçük bedeni var mı diye soramıyorsunuz, şanslıysanız ve beğendiğiniz parça üstünüze olursa, gayet uygun fiyata tasarım bir parça kapmış oluyorsunuz. Ben o gün şanslı günümdeyim, beğendiğim beyaz elbiselerden birini deniyorum ve cuk diye üstüme oturuyor. Mağazada çalışanlar da en az benim kadar seviniyor: Sonunda bu elbise birine oldu, diyorlar.
Buket sayesinde yaptığım üçüncü keşif, yine Buket sayesinde ilk defa içeri girdiğim Yasemin Özeri'nin mağazası oluyor. Satılan parçaların dokuları ve kesimleri harika, düz renk gömlek ve elbiselerle dolu odalar var. İçerideki her parçaya bayılıyorum, özellikle sonbaharda sık sık yolumu düşereceğimden emin olduğum bir mağaza burası.
(Aşağıdaki fotoğrafta boynumdaki kolye ve bileklik Petra Pera'dan, önümdeki elbise NIAN'dan.)
Keşiflerden sonra, harika ganimetler toplamış ve oldukça keyif almış olduğum için, Buket'i bir blog yazmaya ikna edip, bütün bu tavsiyeleri daha fazla kişiye ulaştırmasını sağlamak var aklımda; ama çok başarılı olduğum ne yazık ki söylenemez.
İkimizin de henüz gitmeye fırsat bulamadığı Karaköy Gümrük'e oturuyoruz. Karaköy'ün popülerliği sonucunda, her geçen gün burada yeni bir yerler açıldığı ve malesef pek çoğunun çok standart yemekler ve berbat bir servis ile hayal kırıklığı yaşattığı malum. Siz de bu hislere maruz kaldıysanız, kesinlikle bir sonraki istikametiniz Gümrük olsun.
Dekorasyonundaki her bir parça çok keyifli, tuvaletinden, kibritine; tabağından tabelasına kadar her şey uyumlu ve çok zevkli. Çalışanlar oldukça güler yüzlü ve ilgili. Servis bir kere olsun aksamadı, garsonu yakalamak için sohbetimizi bölüp el kol sallama çabalarına girmemize hiç gerek kalmadı.
Yerel lezzetlerde kalmaya karar vermişler, mutfağına bonfile, parmesan ve somon sokmamak konusunda kararlılar. Başlangıç olarak aldığımız bazlama üstü karides ile leziz bir açılış yaptıktan sonra yediğimiz ana yemekler de gerçekten leziz.
Keyfli bir hayal sohbeti ile bir şişe şarabı devirdiğimiz sırada, Karaköy'de olmanın avantajı ile çok tatlı bir karşılaşma yaşıyoruz, masamız bir anda kalabalıklaşıyor, dedikodunun dibine vuruyoruz.
Oradan kalktıktan sonra, inanılmaz eğlenceli bir haftasonu geçirdiğim, bir zamanların Mr. Prozac'i ve onun arkadaşları ile buluşuyorum. İstikametimiz Club Albüm. Ben gündüz alışverişe çıktığım kıyafetlerleyim ve ortamdaki en spor insanım. Hemen Mr. Prozac'e yapışıp, "Beni tuvalete götür." diyorum ve aldığım elbiseyi giyiyorum. Çeşme'de çok iyi pratik yapmışım, hemen hemen bütün şarkılara hakimim, avaz avaz eşlik ederek tam bir gurur tablosu oluyorum :))) Cinler devriliyor, gözler kayıyor, danslar güzelleşiyor.
Pazar gününe oldukça geç başlıyorum. Mailleri cevaplamak, çamaşır yıkamak gibi rutin işlerimi hallettikten sonra, koltukta sızıp kalıyorum. Uykumun arasında telefonumda O'ndan "I'm back" mesajını görünce kendime geliyorum. Üstüme bir şeyler geçirip hemen evden çıkıyor, kendimi O'nun kollarına atıyorum. Bu adam, bana uzun zamandır hissetmediğim güzellikte şeyler hissettiriyor ve yaşatıyor.
Hala California'daki muhteşem maceralarımızı yazmaya fırsat bulamamış olsam da, O artık İstanbul'da.
Bu, bana o kadar gerçek dışı geliyor ki... İstanbul'da geçirdiğimiz günlerde O'nun San Francisco'ya dönecek olması nedeniyle sınırlı zamanımız vardı; sonra ben oraya gittiğimde İstanbul'a dönüş tarihim belliydi. Hep, birlikte geçirebileceğimiz zamanların bir sonu vardı. Şimdi onunla aynı şehirde olmamız ve aramızda saat farkı kalmaması ancak hayalini kurabileceğim kadar harika bir şey olmasına rağmen, o kadar inanamıyorum ki, bu gelişmenin gerektirdiği kadar sevinemiyorum bile. Sadece onu yeniden gördüğüm için mutluyum. İstanbul'da olduğunu benimsemek için, zamana ihtiyacım var. Onunla güzel zamanlara...
Ve bir hafta daha bitiyor, daha güzelleri başlamak üzere...
Gülüyorum, bu aralar biraz fazla sorgulamaya başlamam bundan galiba. Gecelerim her zamankinden uzun bu aralar...
Bir önceki hafta ile yeni haftanın başlangıcı arasında hiçbir sınır, çizgi, uyku molası yok. Pazar gecesi Adana'dan geliyorum, duşumu alıyorum, ojelerimi değiştiriyorum, ertesi günkü kıyafetlerimi hazırlayıp yeniden evden çıkıyorum. Pazartesi sabah 6:00'da istikametim Ankara.
Ankara'daki işlerimi hallettikten sonra, geç bir öğle yemeği için Tahran Caddesi üzerinde, Beymen'in altında bulunan La Gioia'nın yolunu tutuyorum. Vücudumu uykusuz bırakmışken, en azından sağlıklı beslenerek dengeyi sağlamak için armut ve kuru üzüm ile hazırlanan detox active ve kinoa salatası siparişi veriyorum.
La Gioia'yı hem ortamı, hem inanılmaz ilgili personeli, hem sunum ve hem de lezzet bakımından ile oldukça seviyorum. İstanbul'daki House Cafe ve Big Chefs ile aynı sınıfta kabul edilebilecek bu mekan, bunlardan çok daha mutlu edici. O yüzden Ankara'ya yolunuz düşerse listenizde bulunsun derim.
Dönüş saatine kadar ve dönüş yolunda gözlerimi açık tutabilmek için,bütün kadın dergilerini topluyor, kendime biraz daha iyi bakmak konusunda gaza gelerek ve bununla ironik biçimde bol bol kafein tüketerek günü kapatıyorum.
Salı günü bütün gün ofiste çalıştıktan sonra, artık yorgunluktan bitmiş bir haldeyim. Eve geliyorum, ortalığı toplarken elime bir roman geçiyor. Kapağı hiç benim kitapçıda gözüme kestirip alacağım albeniye sahip değil, o yüzden mutlaka birinin tavsiyesi üzerine almış olmalıyım. Ama kimin tavsiye ettiğini hatırlayamıyorum. Uzanıp okumaya başlıyorum. Sandığımdan daha hızlı içine alıyor beni.
Başkahramanımız Hakan, akademisyen bir genç. Aralarında çok esprili şakalaşmaları olan babası ile birlikte yaşıyor. Bir gün bir kitap almak için sahafa giriyor, Yağmur ile yolu kesişiyor. Klasik bir aşk hikayesine dönüşecekmiş gibi akarken yazar önce karşımıza çıkış amacı kaşığı sol elle tutmayı yaygınlaştırmak olan Kronk dinini, sonra bu dinin peygamberi olarak kendisini çıkarıyor.
Hem dilinin cüretkarlığı, hem kurgusu alıştığımız romanlardan o kadar farklı ki, okurken arka kapaktaki "ilk kez yayımlandığı 1992'den bu yana, alçakgönüllü bir kült roman statüsünü haklı gösterebilecek bir meraklı kitlesi oldu" açıklamasına hak veriyorum. Roman bittiğinde, önce sevip sevmediğime karar veremiyorum; sonra da kesinlikle iyi olduğuna karar verip Cem Akaş'ın başka kitaplarını sipariş ediyorum. Akıcı dilli, farklı ve sürprizli bir roman okumak isteyenlere de şiddetle tavsiye ederim.
Kitaptan sevdiğim birkaç cümle:
Bizim istediğimiz doğru bildiğimizi kendimize kabul ettirmek değil ki, yalnızca farklı olma hakkına sahip olmak istiyoruz.
Kızma be oğlum, hayatın ciddi bir şey olduğunu gösteren tek bir ciddi kanıt yok ortada.
Neler konuştuklarını duymuyoruz, ama sormaya çekindiğimiz her şeyi öğreniyoruz: birbirlerini seviyorlar.
Durmadan soruyorsunuz kendinize birbirinize neden niçin yaşıyorum ben. Aferim sorun sorun bakalım, oysa bu kadar duman altı olmaya ne gerek var. Siz yaşıyorsunuz çünkü vaktiyle babanız ananınızı bir güzel sikti. Yalanım varsa söyleyin. Bunu bile bile hala yaşamda anlam aramak, yaş amda anlam aramakla birdir. Arıyorsanız ben ne yapabilirim.
Ve "İlişki, il-İŞ-ki değildir. Fazla mesai ücrete tabi değildir. Görev bilincinizi götünüze sokunuz." cümlesini içeren ilişki manifestosu:
( Cem Akaş, 7, Okyan Us Yayın, 239 sayfa)
Çarşamba günü iş çıkışı istikametim Şaşkınbakkal. Tanıştığımız günden beri, ne zaman birlikte vakit geçirme fırsatı bulsam, kahkahalara boğulduğum, sevgili Ersu ve Sheldon, Avusturalya'ya geri taşınma kararı aldıklarından evlerini boşaltmadan önce bir veda yapıyoruz.
Her zamanki gibi bol kahkahalı bir gece geçiriyoruz, içim bir yandan buruluyor onları bu kadar çok göremeyeceğim için, bir yandan onlar adına ve benim Avusturalya'ya gitme bahanem olmasına seviniyorum. Duygusallaşarak bitiriyoruz geceyi.
Gerçekten hayatımda en şanslı olduğum konunun bu olduğunu düşünüyorum: yolumun bu kadar harika insanlarla kesişmesi....
Perşembe sabahı, her zamankinden iki saat erken kalkıyorum. Büyük bir motivasyonum var erken uyanmak için: filmekimi biletleri lale kart için satışa açılıyor ve benim filmlere göz atıp hangilerini izleyeceğimi seçmem lazım.
Fakültede okurken, devam mecburiyetim olmadığından, bazı günler uzun bir uyku çekip, yatak tembelliği yaptıktan sonra, Taksim'e çıkardım. Alkazar Sineması'nda bomboş salonda bir Avrupa filmi seyreder, kitapçıları dolaşır, sonra birileri ile buluşup Nevizade'de bira içer veya eve gelip yazılar yazardım. Film festivali varsa, kapıdaki sıralara girer, içerdeki filmin ne olduğunu bile bilmeden, yer bulduğum her filmi izlerdim. Aylak, acelesiz, plansız, her şeye fazlasıyla zamanım olan, çok fazla film izleyip, çok fazla kitap okuduğum günlerdi.
Artık bütün filmlere online olarak ulaşmak mümkün olsa da, film festivallerini çok sevenlerden ve hiç kaçırmayanlardanım. Çünkü bana o ruhu ve o günlerimi hatırlatıyor. İstanbul'a taşındığım 2004 yılından beri aksatmadığım tek alışkanlık olarak varlığını sürdürüyor.
O yüzden hatırlatmayı görev bilirim, atladıysanız filmekimi 3 Ekim'de başlıyor.
Cuma günü, iş çıkışında Eftelya Balık'tayım. Leziz mezelere göbek rakısı eşlik ediyor. Karşımda oturan adamın hem harika hikayeleri var, hem de kendisi gerçekten uzun zamandır tanıştığım en değişik karakterlerden biri. Önümdeki deftere bir Dünya haritası çizip, seç bir yeri diyor. Hayat beni yine seyahatlerle sınıyor.
Saat 10:00'da evde olmaya söz vermiştim, o sırada saat 10:30 olmuş bile, yogitam arıyor "Nerdesin? Çabuk gel." diye.
Gecenin devamı 'cici eşim' Gizem ile tamamen spontane biçimde Colonie, Unter, Parantez şeklinde akıyor. Kahkahalar, sohbetler, saçmalıklar birbirine karışıyor, en sevdiğimiz ruh halimiz geri dönüyor, gece çok uzuyor.
Cumartesi gözlerimi açıyorum. Salonun ortasına gelişigüzel atılmış yüksek topuklu ayakkabılarıma takılıyor gözüm. Kendimi iyi hissettiren bir kare: Kadınsı, pervasız ve üzerinde düşünülmemiş...
Bu blog sayesinde tanıdığım, bu seneki Roma ve Belgrad seyahatlerimden önce bana harika tavsiyeler vermiş Buket ile buluşuyoruz. Kendime anneannemi hatırlatacak bir takı almaya niyetlendiğimi okuyunca, bana bir takıcı tavsiye etmişti, birlikte gitmeye bir de kahve içmeye karar vermiştik.
Asmalımescit'te buluşuyoruz, ilk durağımız Petra Pera oluyor. Özellikle pastel tonları, heykel gibi yüzükleri, kimsede olmayan parçaları ve doğal taşları seviyorsanız buraya yolunuzu düşürmelisiniz.
Sonra Galata'ya iniyoruz. Nihan Buruk'un defilelerinde kullandığı parçaların satıldığı NIAN'da her şeyden tek bir tane var. Yani bunun bir büyük veya küçük bedeni var mı diye soramıyorsunuz, şanslıysanız ve beğendiğiniz parça üstünüze olursa, gayet uygun fiyata tasarım bir parça kapmış oluyorsunuz. Ben o gün şanslı günümdeyim, beğendiğim beyaz elbiselerden birini deniyorum ve cuk diye üstüme oturuyor. Mağazada çalışanlar da en az benim kadar seviniyor: Sonunda bu elbise birine oldu, diyorlar.
Buket sayesinde yaptığım üçüncü keşif, yine Buket sayesinde ilk defa içeri girdiğim Yasemin Özeri'nin mağazası oluyor. Satılan parçaların dokuları ve kesimleri harika, düz renk gömlek ve elbiselerle dolu odalar var. İçerideki her parçaya bayılıyorum, özellikle sonbaharda sık sık yolumu düşereceğimden emin olduğum bir mağaza burası.
(Aşağıdaki fotoğrafta boynumdaki kolye ve bileklik Petra Pera'dan, önümdeki elbise NIAN'dan.)
Keşiflerden sonra, harika ganimetler toplamış ve oldukça keyif almış olduğum için, Buket'i bir blog yazmaya ikna edip, bütün bu tavsiyeleri daha fazla kişiye ulaştırmasını sağlamak var aklımda; ama çok başarılı olduğum ne yazık ki söylenemez.
İkimizin de henüz gitmeye fırsat bulamadığı Karaköy Gümrük'e oturuyoruz. Karaköy'ün popülerliği sonucunda, her geçen gün burada yeni bir yerler açıldığı ve malesef pek çoğunun çok standart yemekler ve berbat bir servis ile hayal kırıklığı yaşattığı malum. Siz de bu hislere maruz kaldıysanız, kesinlikle bir sonraki istikametiniz Gümrük olsun.
Dekorasyonundaki her bir parça çok keyifli, tuvaletinden, kibritine; tabağından tabelasına kadar her şey uyumlu ve çok zevkli. Çalışanlar oldukça güler yüzlü ve ilgili. Servis bir kere olsun aksamadı, garsonu yakalamak için sohbetimizi bölüp el kol sallama çabalarına girmemize hiç gerek kalmadı.
Yerel lezzetlerde kalmaya karar vermişler, mutfağına bonfile, parmesan ve somon sokmamak konusunda kararlılar. Başlangıç olarak aldığımız bazlama üstü karides ile leziz bir açılış yaptıktan sonra yediğimiz ana yemekler de gerçekten leziz.
Keyfli bir hayal sohbeti ile bir şişe şarabı devirdiğimiz sırada, Karaköy'de olmanın avantajı ile çok tatlı bir karşılaşma yaşıyoruz, masamız bir anda kalabalıklaşıyor, dedikodunun dibine vuruyoruz.
Oradan kalktıktan sonra, inanılmaz eğlenceli bir haftasonu geçirdiğim, bir zamanların Mr. Prozac'i ve onun arkadaşları ile buluşuyorum. İstikametimiz Club Albüm. Ben gündüz alışverişe çıktığım kıyafetlerleyim ve ortamdaki en spor insanım. Hemen Mr. Prozac'e yapışıp, "Beni tuvalete götür." diyorum ve aldığım elbiseyi giyiyorum. Çeşme'de çok iyi pratik yapmışım, hemen hemen bütün şarkılara hakimim, avaz avaz eşlik ederek tam bir gurur tablosu oluyorum :))) Cinler devriliyor, gözler kayıyor, danslar güzelleşiyor.
Pazar gününe oldukça geç başlıyorum. Mailleri cevaplamak, çamaşır yıkamak gibi rutin işlerimi hallettikten sonra, koltukta sızıp kalıyorum. Uykumun arasında telefonumda O'ndan "I'm back" mesajını görünce kendime geliyorum. Üstüme bir şeyler geçirip hemen evden çıkıyor, kendimi O'nun kollarına atıyorum. Bu adam, bana uzun zamandır hissetmediğim güzellikte şeyler hissettiriyor ve yaşatıyor.
Hala California'daki muhteşem maceralarımızı yazmaya fırsat bulamamış olsam da, O artık İstanbul'da.
Bu, bana o kadar gerçek dışı geliyor ki... İstanbul'da geçirdiğimiz günlerde O'nun San Francisco'ya dönecek olması nedeniyle sınırlı zamanımız vardı; sonra ben oraya gittiğimde İstanbul'a dönüş tarihim belliydi. Hep, birlikte geçirebileceğimiz zamanların bir sonu vardı. Şimdi onunla aynı şehirde olmamız ve aramızda saat farkı kalmaması ancak hayalini kurabileceğim kadar harika bir şey olmasına rağmen, o kadar inanamıyorum ki, bu gelişmenin gerektirdiği kadar sevinemiyorum bile. Sadece onu yeniden gördüğüm için mutluyum. İstanbul'da olduğunu benimsemek için, zamana ihtiyacım var. Onunla güzel zamanlara...
Ve bir hafta daha bitiyor, daha güzelleri başlamak üzere...
8 yorum:
harıka. bomba hikayenın sonundaymıs meğer. sankı ben kavuştum sevgılımle, o denli bir mutluluk yanı.
hadı bakalım. :)
ayrıca Ankara'ya bır daha geldıgınde haberleşmek isterım, nıhayetınde bana verecegın bir kartvızın var hala :)
sevgıler
harıka. bomba hikayenın sonundaymıs meğer. sankı ben kavuştum sevgılımle, o denli bir mutluluk yanı.
hadı bakalım. :)
ayrıca Ankara'ya bır daha geldıgınde haberleşmek isterım, nıhayetınde bana verecegın bir kartvızın var hala :)
sevgıler
Bayiliyorum yazilarina! Bircok yeni yer kesfediyorum her seferinde de :) Petra Pera'yi biliyordum ama digerleri not alindi!
Bu arada bomba gercekten sondaymis ve umarim uzun soluklu ayni sehirde kalirsiniz! :)
Bir gun kismet olsa keske uzun uzun sohbet etsek, cok sevgiler! Iyi bayramlar!
Yine cok guzeldi, seni okumayi seviyorum!
Sevgili pazarlarıseverim, ahhh inanamadığım için sanırım en sonda bir yerde kaldı. "Hikayenin sonu" demeyelim ama nolur, hikayenin yepyeni bir başı. Belirsizlik ve sürprizlerle dolu. Ankara'ya curcuna içinde gelmediğim ilk fırsatta mutlaka, gerçekten çok isteyerek haber uçuracağım.
Elifcimm, yaa ne kadar mutlu oldum. Umarım o notlardan benim kadar keyif alırsın! :) Hahaha şu anda kendimden utanarak itiraf ediyorum ki yepyeni tripler geliştirdim aslında, aynı şehirde kalmaya dair korkularım da var, o sıradışı "şey"i kaybetmeye dair... O kadar muhteşem ve olağandışı şeyler yaptık ki birlikte, normal hayat aktivitelerini yaptığımızda o "şey" kaybolacak diye korkumdan sinemaya gitmeyi bile reddediyorum :))) ayrıca neden olmasın, bilmediğim hikayeleri kahve eşliğinde dinlemeye bayılırım.
Sevgili Adsız, çok teşekkür eder, çok öperim. :)
Katılıyorum herkese bombası sonunda çikolatası sonunda dondurma gibi hahah :)) Tartışmasız enerjin keşiflerin hep harika Sezen, İstanbul'a gelsem de gitsem oralara diye düşünürken hep, La Gioia'ya geldiğini görmek :)) Bir dahaki Ankara ziyaretine bir kahve içsek mi artık? :)
Sezencim, o kadar sevindim ki çok çok çok güzel günleriniz olsun :)
Yazını okumaya nasıl daldıysam ki, (güneş telefonumun ekranına inanılmaz vurduğu için zar zor görürken) I'm back yazısını görünce ben bile şaşırdım seni tahmin edemiyorum.
Çok öpüyorum seni :)
:)) Ben de ilk okuduğumda, nasıl yani back, temelli mi back, bir haftalığına falan mı back?!? şeklinde şöyle bir afalladım ve her şekilde çooook sevindim senin için. Korkularını da anlıyorum, büyü bozulacak mı diye endişeleniyorsun ama bence hiç takılma böyle şeylere, anı yaşa, tadını çıkart. Bence siz, içinizdeki bu hislerle, aynı şehirde de çok uçuk ve farklı bir hikaye yaşarsınız birlikte. ;)) Çok mutlu günler olsunn. :)
Yorum Gönder