"Sıradan" olarak tabir edilebilecek tek bir kişinin bile olmadığı, oldukça şahsına münhasır. çatlak ve renkli karakterlerden oluşan, Brezilya dizilerini aratmayacak olaylar yaşanan bir ailede dünyaya geldim ben. Hayatım boyunca en zorlandığım şeylerden biri de "Nerelisin?" sorusunu cevaplamak oldu. Sonunda insanlara uzun uzun anlatmak yerine, ne annem, ne de babam Adanalı olsa da, ben orada doğup büyüdüğüm ve kendimi oralı hissettiğim için Adanalıyım, diye cevaplamaya başladım kestirmeden.
Çocukluğunu film berraklığında hatırlayanlardan değilim, yalnızca hatırladığım bazı anlar var. Bir de sonradan defalarca dinlediğimden hatırlıyormuş gibi olduklarım...
Çocukluk yıllarımda Adana'da neredeyse hiç bir şey yok. İncirlik'e yakın olması büyük avantaj "boşboşçular" olarak anılan Amerikan Pazarı ve İncirlik'te çalışan tanıdıklar sayesinde ülkenin başka hiçbir tarafında bulunamayan Amerikan malı çocuk bezlerine, lastik ayakkabılara, kremlere, parfümlere filan ulaşabiliyoruz. Sık sık boşboşçulara gittiğimizi hatırlıyorum çocukluğumda. Ama yiyecek sıkıntılı. O yıllarda İstanbul'da yaşayan anneannemin gelişlerini dört gözle beklerdik bu yüzden. Anneannem gelirken, Divan'dan pasta ve Şütte'den salam getirirdi. Ben bunlardan çok, bana getirdiği Kinder Surprise çikolataları beklerdim. Anneannemin Adana'ya gelişi, Kinder Surprise'e kavuşmak demekti benim için.
Bir de İstanbul'dayken benim için özene bezene ördüğü kazak ve hırkaları getirirdi gelirken. Annem beni o yıllarda, çocuk kıyafetlerinin az bulunmasına rağmen o kadar zevkli ve şık giydirirmiş ki, anneannemin ördüğü bu kazakları kesinlikle beğenmezmişim bacak kadarken. Ertesi gün, dolabıma yerleştirilen bu kazak ve hırkaları alıp, kapının önüne koridorda yere atar ve odamın kapısını kapatırmışım küçük cadı olarak.
Anneannemin gelişlerini hatırlamama rağmen, gidişlerini hatırlamıyorum. Sadece bir kere anneannemi havalimanında uğurladıktan sonra, annemin hüngür hüngür ağlamasına çok şaşırdığımı hatırlıyorum. "Başım çok ağrıyor." diye kandırmıştı beni. Bir de bir kere yataklı tren ile dönmüştü anneannem İstanbul'a. Eşyalarını yerleştirmek için trene binmiştik, büyülenmiştim içinde yatak olan ulaşım aracı karşısında. O giderken, benim o trene binememiş olmama çok üzülmüştüm. Galiba şimdi, Avrupa'da yataklı trenle seyahat etmekten bu kadar çok keyif almamda bunun etkisi vardır.
Anneannemin Şaşkınbakkal'daki evine gidişlerimizi hatırlıyorum. Bayılırdım o eve... Her şeyi atan annemin aksine, her şeyi biriktiren anneannemin evi benim için definelerle doluydu. Her çekmece, her dolap saatlerce kurcalanabilirdi. Bir de kocaman bir kütüphanesi vardı. Hayatı boyunca nerede olursa olsun asla aksatmadığı öğle uykuları vardı anneannemin. Yatağa eline kitabını almadan gitmezdi kesinlikle. Saatlerce kitap okur, okurken de her şeyi unuturdu. Çok imrenirdim ona. Okuma yazmayı çok hızlı sökmem, ilkokulun ilk yıllarında dünya klasiklerini yalayıp yutup, anneannemin kitaplarına sulanmaya başlamam bu yüzden.
Hala bu kadar kitap okumayı sevmem de onun sayesindedir. Yıllarca okuyup, beğendiğim romanları ona taşıdım, roman karakterlerinin canlı kanlı insanlarmışçasına dedikodularını yaptık: "Aşağılık herif, karısından gizli gizli neler yaptı!"
Yazları Bodrum'a giderdik. Bodrum günlerinden geriye, benim cicili bicili pembe eşyalarımın üstüne yatıp, geri almaya çalıştığımda hırlayan, anneannemin kızkardeşinin köpeği Ceviz'i hatırlıyorum sadece. Annemle babamın gezmeye giderken, beni anneanneme bıraktıklarında, anneannemin benim yemek yemememden sıkılıp, beni sahile götürüp, garsona "Bir köfte, bir patates, iki bira" siparişi verdiğini, garsonun "İkinci birayı sonra getireyim, ılınmasın."ına karşılık, "Yok şimdi getir, biri çocuğun." diyip, üç yaşındaki bana bira içirdiğini ve o zaman kuzu gibi olduğumu yıllar sonra öğrendim. Ben onunla hayatımın ilk biralarını yuvarlarken, o muhtemelen yıllarca ayrılmaz parçası olan deri sigaralığından bir sigara çıkarıp, keyifle tüttürmüştür. Çok keyifli sigara içerdi anneannem.
Anneannemin İstanbul'daki hayatının ayrılmaz parçaları da yengem ve kuzenlerimdi. Yengem ile anneannemin ilişkisi, "gelin ile kaynana anlaşamaz"ın tam aksiydi; inanılmaz lezzetli kekler pişiren yengem anneannemin kızı gibiydi. Her şeyi birlikte yaparlardı ve yıllarca aynı evde yaşadılar.
Kuzenlerimden en büyüğü Besim'i anneannem "romantik eros" diye severdi. Besim, küçükken "babaanne" diyemeyip, "Bade" diyerek, anneannemin adını "Bade"ye çevirmişti. Hala gerçek adı söylendiğinde yadırgarım, onu herkes "Bade" olarak tanıdı çünkü.
Ortanca Esin, her zaman en matrak olandı, bütün aile havadisleri ondan kahkahalar atılarak alınırdı. Yıllar sonra kardeşim doğduğunda ve kesinlikle yemek yemediğinde, anneannemin işini kolaylaştırmak için, kafasına bir peruk takıp, eye liner ile yüzüne benler çizip, garip kıyafetler giyerek ve eline bir piknik sepeti alarak, "Duganga duganga var imiş bir duganga alırmış çocukları koyarmış sepetine" diye bir şarkı söyleyerek evin içinde gezmeye başlar ve kardeşim korkudan anneannemin saatlerdir yedirmeye çalıştığı her şeyi yalamadan yutardı. Yıllar sonra anneannemin evinde, Esin'in düğün hazırlıklarının yapıldığı yaz, hepbirlikte geçirdiğimiz en keyifli yazlardan biri olmuştu.
En küçük kuzenim Berkin ile yaşlarımız çok yakındı. Anneannemin ikimize birer mısır aldığı, benim mızmızlana mızmızlana mısırdan iki diş alırken, Berkin'in kendi mısırını bitirip, çaktırmadan yandan yandan benim mısırımı dişlemeye başlaması yıllarca kahkahalarla anlatılan hikayelerden biri. Berkin'in düğününde, Paris'te yaşayan büyük dayının iltifatları karşısında attığı kahkahalar ve parlayan gözleri; ve o gece gelin buketi atılırken, ben umurumda olmaksızın havuzbaşında içkimi yudumlarken, anneannemin fırlayıp buketi kapıp bana getirmesi keyifle andığım anlardan.
Ah ne çok dertlenirdi, ben evlenmeyeceğim diye. Beni her gördüğünde, "Darling var mı darling?" diye sorardı. Anlatırdım, keyifle dinlerdi. Gelgelelim bir türlü de beğenmezdi darlingleri. Çünkü ona göre annem ve torunları, kusursuz ve eksiksizdi. Gelinleri de severdi; ama damatlara mutlaka bir kulp bulurdu. Kadın hakim olan anne tarafımda, bütün adamlar ya gömülmüş ya postalanmışken, babam bu sülalede varlığını sürdüren tek adam olmasına ve anneannemin gönlünü hoş tutmak için hepimizden fazla çabalamasına rağmen, anneannem memnuniyetsiz olacak bir şeyi illa ki bulurdu. "Var anneanne darling, geldi ya geçen sefer tanıştı seninle." derdim. "Aaa, olmaz o, başka darling yok mu?" diye sorar, beni gülmekten öldürürdü.
Bir seferinde, çok sevdiğim Belçikalı bir arkadaşımı Adana'ya getirdiğimde, çok mutlu olmuştu. Sarışın renkli gözlü adamları beğenirdi. Her ne kadar "anneanne biz arkadaşız" dediysem de, gelip gidip yüzünde kocaman gülümsemeyle çocuğu süzüp, "Kaçırma bu adamı kızım." diyip durmuştu.
Çok renkli, bu gün oyuncak ile ilgili her müzede kitapta anılan dedemden bahsetmezdi pek, ama onunla yaşadığı, kimsede yokken onlarda araba ve telefon olan günleri keyifle anlatırdı. Birinci sınıf vapurlara bindikleri, gazinolara gidip Müzeyyen Senar dinlemeye gittikleri geceleri anlatırken gençleşirdi. Eski İstanbul'u çok severdi, İzmir'e aşıktı. Yine de onun eşyalarının arasında bulduğu hatıra defterini bulduğumuzda çok şaşırdık, 1975 yılından itibaren her önemli günde yazdığı bu defterin kocasından boşandığı 1988 yılından sonrası boş. "Boşandıktan sonra hayatının anlamı bitmiş" diyip güldük, o da çok gülerdi eminim.
Yıllar sonra, anneannem İstanbul'daki evini kapatıp, annemin yanına Adana'ya geldi. Ben haftasonluğuna veya bir duruşma için günübirlik Adana'ya gittiğimde, kapıdan girdiğimde koşa koşa gelip öper, sonra benden bir adım uzaklaşıp "Dur bakayım sana bir." derdi. Beni iyi ve fıstık gibi görmüşse, kilo almışım demek oluyordu; "Ay kızım bu ne hal!" diye endişelenmeye başlamışsa, çok formumdayım demekti. Bir de takı takmadığım için kızardı hep, "Kadın dediğin takısız sokağa çıkmaz." derdi.
Zamanında Bosna Hersek'ten Türkiye'ye savaş nedeniyle göçmeden önceki aristokrat ve zengin hayat ile savaş sonrası çekilen yokluğun çelişkilerini taşırdı. Çalıştığımız için annem ve benim için çok üzülürdü. Bir kadının para karşılığı hizmet etmesi onun için çok yazık bir durumdu. Kadın yalnız kocasına ve misafirlerine hizmet etmeliydi.
Eliyle açtığı incecik hamurlarla o kadar efsane bir Boşnak böreği yapardı ki, hepimizin arkadaşları, bütün komşular, evimize bir kere olsun girmiş herkes yıllarca ne zaman börek konusu açılsa "Ah, Bade'nin böreği ne güzel" derdi. Bütün erkek arkadaşlarım "Sen de bu börekten yapabiliyor musun?" diye sorardı bana heyecanla. Babam, yıllar önce Adana'ya ilk alışveriş merkezi açıldığında, anneanneme oradan bir dükkan almayı önermişti, Boşnak Böreği yapıp satıp para kazansın diye. Enerjisi yerindeydi ve çok para kazanabilirdi bu işten. Çok sinirlenmişti, para karşılığı birilerine hizmet etme fikri karşısında...
Diğer yandan savaş sonrası kıtlık tramvalarını hayatı boyunca taşıdı. Evde iki kişi olsa bile, her zaman en az on kişilik yemek pişirdi, asla sofada üç çeşitten az yemek olmadı. Hiç bir şeyi de atmazdı. Yıllar yıllar önce, biz kardeşimle hatalı bir tariften portakallı kek yapmaya kalktığımızda ve tarifteki un miktarı hatalı olduğundan, kek yerine, ortaya bir balçık çıktığında, "Siz durun, ben atarım." onu demişti. Aylar sonra, beni o günlerde Sprach Diplom sınavına hazırlayan sevgili Tante Hermi bizdeyken, anneannem leziz bir portakallı kurabiye ikram etmiş, Hermi tarifini istemişti. Anneannem kahkahalar atarak, "Önce balçığa dönen bir portakallı kek yapman lazım" demişti. Bizim o olmayan portakallı kek karışımımızı buzluğa atıp, daha sonra efsane bir kurabiye yaratmıştı.
Ağzından bir kere olsun, geleneksel "Benden geçti" artık lafını duymadım. Ne kadar yaşlansa da, her hafta üzerindeki şort bile ağırlık yapıyor diye onu bile çıkartıp tartılır, annemin dünya kadar para verdiği anti-aging kremlerini araklayıp sürer, her türlü ottan kendisine saç tonikleri, vücut suları yapardı. En çok annemi sever, en çok da ona nazı geçerdi.
Onu en son Teos'ta gördüm. Babam benim odama kocaman bir gardrop almıştı, gittiğimde dolabımı bir açmış, boydan boya anneannemin kıyafetleri ile dolu olduğunu görmüştüm. Terasta, anneannem, kardeşim ve ben otururken, Pina Colada'mı elimden alıp, darlingimi sormuştu, ben de ona parlaklığı kısık telefonumdan fotoğraflar göstermiştim, "Ne bu kızım, adam sana aşkından kararmış." demiş, sonra kahkahalar atarak dedikodu yapmıştık.
Ve 90 yaşında, daha önce hiç hastanede yatmamış bir kadın olarak 3 Eylül'de gözlerini kapattı. Ben girmeye cesaret edemedim; ama yıkanırken görenler söylüyor, mermerin üzerinde bir gram yağ olmayan sütun gibi bacakları ile Afrodit gibi yatıyormuş. Tam gönlüne göre bir yer bulundu, havadar, manzaralı ve tepede. Kokusuz ve renkli çiçekleri hiç sevmezdi anneannem, mutfak masasının üzerinde her zaman bir çay bardağının içinde bir dal yasemin olurdu. Keyifle karar verdik, yanına bir yasemin ağacı dikmeye...
Sevgili Bade'm, doğduğum gün defterine yazdığın gibi, "tatlı, mutlu, düzenli" bir hayat geçirmek için elimden geleni yapacağım, takısız sokağa çıkmayacağım, 'darling'lerime sürekli kokulu beyaz çiçekler aldırıp, seni anacağım. Huzur içinde uyu, hepimize harika hikayeler ve anılar bıraktın...
Çocukluğunu film berraklığında hatırlayanlardan değilim, yalnızca hatırladığım bazı anlar var. Bir de sonradan defalarca dinlediğimden hatırlıyormuş gibi olduklarım...
Çocukluk yıllarımda Adana'da neredeyse hiç bir şey yok. İncirlik'e yakın olması büyük avantaj "boşboşçular" olarak anılan Amerikan Pazarı ve İncirlik'te çalışan tanıdıklar sayesinde ülkenin başka hiçbir tarafında bulunamayan Amerikan malı çocuk bezlerine, lastik ayakkabılara, kremlere, parfümlere filan ulaşabiliyoruz. Sık sık boşboşçulara gittiğimizi hatırlıyorum çocukluğumda. Ama yiyecek sıkıntılı. O yıllarda İstanbul'da yaşayan anneannemin gelişlerini dört gözle beklerdik bu yüzden. Anneannem gelirken, Divan'dan pasta ve Şütte'den salam getirirdi. Ben bunlardan çok, bana getirdiği Kinder Surprise çikolataları beklerdim. Anneannemin Adana'ya gelişi, Kinder Surprise'e kavuşmak demekti benim için.
Bir de İstanbul'dayken benim için özene bezene ördüğü kazak ve hırkaları getirirdi gelirken. Annem beni o yıllarda, çocuk kıyafetlerinin az bulunmasına rağmen o kadar zevkli ve şık giydirirmiş ki, anneannemin ördüğü bu kazakları kesinlikle beğenmezmişim bacak kadarken. Ertesi gün, dolabıma yerleştirilen bu kazak ve hırkaları alıp, kapının önüne koridorda yere atar ve odamın kapısını kapatırmışım küçük cadı olarak.
Anneannemin gelişlerini hatırlamama rağmen, gidişlerini hatırlamıyorum. Sadece bir kere anneannemi havalimanında uğurladıktan sonra, annemin hüngür hüngür ağlamasına çok şaşırdığımı hatırlıyorum. "Başım çok ağrıyor." diye kandırmıştı beni. Bir de bir kere yataklı tren ile dönmüştü anneannem İstanbul'a. Eşyalarını yerleştirmek için trene binmiştik, büyülenmiştim içinde yatak olan ulaşım aracı karşısında. O giderken, benim o trene binememiş olmama çok üzülmüştüm. Galiba şimdi, Avrupa'da yataklı trenle seyahat etmekten bu kadar çok keyif almamda bunun etkisi vardır.
Anneannemin Şaşkınbakkal'daki evine gidişlerimizi hatırlıyorum. Bayılırdım o eve... Her şeyi atan annemin aksine, her şeyi biriktiren anneannemin evi benim için definelerle doluydu. Her çekmece, her dolap saatlerce kurcalanabilirdi. Bir de kocaman bir kütüphanesi vardı. Hayatı boyunca nerede olursa olsun asla aksatmadığı öğle uykuları vardı anneannemin. Yatağa eline kitabını almadan gitmezdi kesinlikle. Saatlerce kitap okur, okurken de her şeyi unuturdu. Çok imrenirdim ona. Okuma yazmayı çok hızlı sökmem, ilkokulun ilk yıllarında dünya klasiklerini yalayıp yutup, anneannemin kitaplarına sulanmaya başlamam bu yüzden.
Hala bu kadar kitap okumayı sevmem de onun sayesindedir. Yıllarca okuyup, beğendiğim romanları ona taşıdım, roman karakterlerinin canlı kanlı insanlarmışçasına dedikodularını yaptık: "Aşağılık herif, karısından gizli gizli neler yaptı!"
Yazları Bodrum'a giderdik. Bodrum günlerinden geriye, benim cicili bicili pembe eşyalarımın üstüne yatıp, geri almaya çalıştığımda hırlayan, anneannemin kızkardeşinin köpeği Ceviz'i hatırlıyorum sadece. Annemle babamın gezmeye giderken, beni anneanneme bıraktıklarında, anneannemin benim yemek yemememden sıkılıp, beni sahile götürüp, garsona "Bir köfte, bir patates, iki bira" siparişi verdiğini, garsonun "İkinci birayı sonra getireyim, ılınmasın."ına karşılık, "Yok şimdi getir, biri çocuğun." diyip, üç yaşındaki bana bira içirdiğini ve o zaman kuzu gibi olduğumu yıllar sonra öğrendim. Ben onunla hayatımın ilk biralarını yuvarlarken, o muhtemelen yıllarca ayrılmaz parçası olan deri sigaralığından bir sigara çıkarıp, keyifle tüttürmüştür. Çok keyifli sigara içerdi anneannem.
Anneannemin İstanbul'daki hayatının ayrılmaz parçaları da yengem ve kuzenlerimdi. Yengem ile anneannemin ilişkisi, "gelin ile kaynana anlaşamaz"ın tam aksiydi; inanılmaz lezzetli kekler pişiren yengem anneannemin kızı gibiydi. Her şeyi birlikte yaparlardı ve yıllarca aynı evde yaşadılar.
Kuzenlerimden en büyüğü Besim'i anneannem "romantik eros" diye severdi. Besim, küçükken "babaanne" diyemeyip, "Bade" diyerek, anneannemin adını "Bade"ye çevirmişti. Hala gerçek adı söylendiğinde yadırgarım, onu herkes "Bade" olarak tanıdı çünkü.
Ortanca Esin, her zaman en matrak olandı, bütün aile havadisleri ondan kahkahalar atılarak alınırdı. Yıllar sonra kardeşim doğduğunda ve kesinlikle yemek yemediğinde, anneannemin işini kolaylaştırmak için, kafasına bir peruk takıp, eye liner ile yüzüne benler çizip, garip kıyafetler giyerek ve eline bir piknik sepeti alarak, "Duganga duganga var imiş bir duganga alırmış çocukları koyarmış sepetine" diye bir şarkı söyleyerek evin içinde gezmeye başlar ve kardeşim korkudan anneannemin saatlerdir yedirmeye çalıştığı her şeyi yalamadan yutardı. Yıllar sonra anneannemin evinde, Esin'in düğün hazırlıklarının yapıldığı yaz, hepbirlikte geçirdiğimiz en keyifli yazlardan biri olmuştu.
En küçük kuzenim Berkin ile yaşlarımız çok yakındı. Anneannemin ikimize birer mısır aldığı, benim mızmızlana mızmızlana mısırdan iki diş alırken, Berkin'in kendi mısırını bitirip, çaktırmadan yandan yandan benim mısırımı dişlemeye başlaması yıllarca kahkahalarla anlatılan hikayelerden biri. Berkin'in düğününde, Paris'te yaşayan büyük dayının iltifatları karşısında attığı kahkahalar ve parlayan gözleri; ve o gece gelin buketi atılırken, ben umurumda olmaksızın havuzbaşında içkimi yudumlarken, anneannemin fırlayıp buketi kapıp bana getirmesi keyifle andığım anlardan.
Bir seferinde, çok sevdiğim Belçikalı bir arkadaşımı Adana'ya getirdiğimde, çok mutlu olmuştu. Sarışın renkli gözlü adamları beğenirdi. Her ne kadar "anneanne biz arkadaşız" dediysem de, gelip gidip yüzünde kocaman gülümsemeyle çocuğu süzüp, "Kaçırma bu adamı kızım." diyip durmuştu.
Çok renkli, bu gün oyuncak ile ilgili her müzede kitapta anılan dedemden bahsetmezdi pek, ama onunla yaşadığı, kimsede yokken onlarda araba ve telefon olan günleri keyifle anlatırdı. Birinci sınıf vapurlara bindikleri, gazinolara gidip Müzeyyen Senar dinlemeye gittikleri geceleri anlatırken gençleşirdi. Eski İstanbul'u çok severdi, İzmir'e aşıktı. Yine de onun eşyalarının arasında bulduğu hatıra defterini bulduğumuzda çok şaşırdık, 1975 yılından itibaren her önemli günde yazdığı bu defterin kocasından boşandığı 1988 yılından sonrası boş. "Boşandıktan sonra hayatının anlamı bitmiş" diyip güldük, o da çok gülerdi eminim.
Yıllar sonra, anneannem İstanbul'daki evini kapatıp, annemin yanına Adana'ya geldi. Ben haftasonluğuna veya bir duruşma için günübirlik Adana'ya gittiğimde, kapıdan girdiğimde koşa koşa gelip öper, sonra benden bir adım uzaklaşıp "Dur bakayım sana bir." derdi. Beni iyi ve fıstık gibi görmüşse, kilo almışım demek oluyordu; "Ay kızım bu ne hal!" diye endişelenmeye başlamışsa, çok formumdayım demekti. Bir de takı takmadığım için kızardı hep, "Kadın dediğin takısız sokağa çıkmaz." derdi.
Zamanında Bosna Hersek'ten Türkiye'ye savaş nedeniyle göçmeden önceki aristokrat ve zengin hayat ile savaş sonrası çekilen yokluğun çelişkilerini taşırdı. Çalıştığımız için annem ve benim için çok üzülürdü. Bir kadının para karşılığı hizmet etmesi onun için çok yazık bir durumdu. Kadın yalnız kocasına ve misafirlerine hizmet etmeliydi.
Eliyle açtığı incecik hamurlarla o kadar efsane bir Boşnak böreği yapardı ki, hepimizin arkadaşları, bütün komşular, evimize bir kere olsun girmiş herkes yıllarca ne zaman börek konusu açılsa "Ah, Bade'nin böreği ne güzel" derdi. Bütün erkek arkadaşlarım "Sen de bu börekten yapabiliyor musun?" diye sorardı bana heyecanla. Babam, yıllar önce Adana'ya ilk alışveriş merkezi açıldığında, anneanneme oradan bir dükkan almayı önermişti, Boşnak Böreği yapıp satıp para kazansın diye. Enerjisi yerindeydi ve çok para kazanabilirdi bu işten. Çok sinirlenmişti, para karşılığı birilerine hizmet etme fikri karşısında...
Diğer yandan savaş sonrası kıtlık tramvalarını hayatı boyunca taşıdı. Evde iki kişi olsa bile, her zaman en az on kişilik yemek pişirdi, asla sofada üç çeşitten az yemek olmadı. Hiç bir şeyi de atmazdı. Yıllar yıllar önce, biz kardeşimle hatalı bir tariften portakallı kek yapmaya kalktığımızda ve tarifteki un miktarı hatalı olduğundan, kek yerine, ortaya bir balçık çıktığında, "Siz durun, ben atarım." onu demişti. Aylar sonra, beni o günlerde Sprach Diplom sınavına hazırlayan sevgili Tante Hermi bizdeyken, anneannem leziz bir portakallı kurabiye ikram etmiş, Hermi tarifini istemişti. Anneannem kahkahalar atarak, "Önce balçığa dönen bir portakallı kek yapman lazım" demişti. Bizim o olmayan portakallı kek karışımımızı buzluğa atıp, daha sonra efsane bir kurabiye yaratmıştı.
Ağzından bir kere olsun, geleneksel "Benden geçti" artık lafını duymadım. Ne kadar yaşlansa da, her hafta üzerindeki şort bile ağırlık yapıyor diye onu bile çıkartıp tartılır, annemin dünya kadar para verdiği anti-aging kremlerini araklayıp sürer, her türlü ottan kendisine saç tonikleri, vücut suları yapardı. En çok annemi sever, en çok da ona nazı geçerdi.
Onu en son Teos'ta gördüm. Babam benim odama kocaman bir gardrop almıştı, gittiğimde dolabımı bir açmış, boydan boya anneannemin kıyafetleri ile dolu olduğunu görmüştüm. Terasta, anneannem, kardeşim ve ben otururken, Pina Colada'mı elimden alıp, darlingimi sormuştu, ben de ona parlaklığı kısık telefonumdan fotoğraflar göstermiştim, "Ne bu kızım, adam sana aşkından kararmış." demiş, sonra kahkahalar atarak dedikodu yapmıştık.
Ve 90 yaşında, daha önce hiç hastanede yatmamış bir kadın olarak 3 Eylül'de gözlerini kapattı. Ben girmeye cesaret edemedim; ama yıkanırken görenler söylüyor, mermerin üzerinde bir gram yağ olmayan sütun gibi bacakları ile Afrodit gibi yatıyormuş. Tam gönlüne göre bir yer bulundu, havadar, manzaralı ve tepede. Kokusuz ve renkli çiçekleri hiç sevmezdi anneannem, mutfak masasının üzerinde her zaman bir çay bardağının içinde bir dal yasemin olurdu. Keyifle karar verdik, yanına bir yasemin ağacı dikmeye...
Sevgili Bade'm, doğduğum gün defterine yazdığın gibi, "tatlı, mutlu, düzenli" bir hayat geçirmek için elimden geleni yapacağım, takısız sokağa çıkmayacağım, 'darling'lerime sürekli kokulu beyaz çiçekler aldırıp, seni anacağım. Huzur içinde uyu, hepimize harika hikayeler ve anılar bıraktın...
8 yorum:
Ne güzel bir insanmış. Tanımış kadar sevdim. Huzur içinde uyusun.
Çok güzel anılar biriktirmişsiniz, mekanı cennet olsun...
Ayyy agladim ışıklar icinde uyusun bade.keske ailenizin hikayesinindaha cok uzun uzun yazsaniz okumak ne guzel hem torunlara hatira kalir
tam da bu benim ananem gibi sanki derken boşnak olduğunu öğrenmem :) boşnak ananeler hep böyle uzun uzun yaşasın torunlarına güzel anılar bıraksın..senin bade'n benim mayka'm huzur içinde uyusun....
beni ağlattın sezen:(
ne tatlı bir bade'ymiş ne tatlı bir anne-anneanne-babaanneymiş..
yasemin kokuları içinde nurlarla dolu olsun..
roman okur gibi okudum yazdıklarınızı
nurlarda uyusun....
çiçek
Çılgın, süper keyifli, renkli, matrak ve Boşnak olmadığı halde şahane Boşnak börekleri yapan ama ne yazık ki uzun zamandır sadece "yatan" bir anneanneye sahip bir kişi olarak, çok farklı hislerle okudum yazını. Ne çok ortak şey buldum bilemezsin. Hem çok mutlu oldum, hem de çok hüzünlendim. İkisi için de.
Huzur içinde uyusun Bade'cik. Ne güzel bir kız ve torun yetiştirmiş.
Anılarınızı çok akıcı bir dille anlatmışsınız. Nurlar içinde uyusun anneanneciğiniz, tam bir balkan kadınıymış, bende biricik kız torunumu badem diye severim, artık anneannenizi hep anımsayacağım, allah rahmet eylesin
Yorum Gönder