03 Ağustos 2010

Bir doz ağva ve süren etkileri :)


Ağva, İstanbul'da olup tatile çıkmaya fırsatı olmayanları tatil havasına sokmak için ideal bir yer. Aslında oldukça huzurlu, daha çok sevgiliyle başbaşa gidilip takılmalık bir yer olarak anılır hep. Biz bunun tersini ispatlayacak şekilde kalabalık bir ekip ile gittik, oldukça hareketli takıldık, sarhoş olduk, zıpladık, hopladık, koştuk, cozuttuk, eğlendik.


Ama giderken amacınız denize girip yüzmek olmasın. Güneşlenmek olsun, içmek olsun, huzura ermek olsun, sevişmek olsun ama yüzülecek deniz biz bulamadık. Bulursanız da öyle bir yer lütfen bana da söyleyin. Biz alışveriş yapmak için merkeze inmeler ve deniz arayışları dışında otelimizdeydik.

Bir de sakın ola ki İstanbul'a yakın kaçmalık yer, ucuz ucuz bir sürü konaklayacak yer vardır, yanılgısına düşmeyin, gayet Çeşme'den filan pahalı oteller. Üstelik rezervasyon yaptırmadan giderseniz, haftasonu yer bulmanız da oldukça zor oluyor.

Arabasız giderseniz zorunlu olarak dere kenarındaki otellerden birini seçmeniz gerekecek; ama arabanız varsa dere kokusundan ve merkezden uzak seçeneklere yönelebilirsiniz.

Biz yeni açılmış, daha birinci ayını doldurmamış Villa Pina Garden'da kaldık. Üç kişilik odaya (bir yuvarlak iki kişilik yatak + ek yatak) gecelik 450 TL verdik. İki arkadaşımız da merkezden 1,5 km kadar uzakta başka bir otelde kaldılar, ama sadece uyumak için oraya geçtiler, onun dışında yemek ve havuz fasıllarında bizimle birlikteydiler. Orası fiyat olarak çok daha uygundu. (120 TL iki kişilik oda)

Oteli ben çok sevdim. Odaları oldukça eğlenceli döşenmiş. Bizim odamızdaki yatak yuvarlaktı, kadife mor koltuklar ve tablolar da çok seksiydi. Yine odanın içindeki şömine ve jakuzi de cabası.

Telefonda "Otelde havuz var mı?" diye sorduğumuzda "Olmaz mı?" diye cevap aldığımız için şaşalı bir havuz bekliyorduk; ama minicikti havuz. Yüzmelik değil, serinlemelik. Yine de yeşillik dolu manzaraya bakarak şezlonglarda yatması pek keyifli oluyordu.

Akşam yemeğimizi yiyip tatlı tatlı sohbet ettikten sonra, erkeklere bir şişe viski, bize bir şişe tekila ile odamıza kapandık. Bizim vazgeçilmez alkol oyunumuz "Ben hiç..."i oynadık önce, sonra yıllar sonra şişe çevirmeceye niyetlendik. Kahkahanın da alkolün de dibini gördük. Oyunlarda olanlar oyunlarda kalır gereğince ve çektiğim bütün fotoğrafların gizli kalmasına söz verdiğim için sadece geceden sonraki görüntüyü paylaşıyorum:

Sabah güzel bir kahvaltı ettik; ancak bence filtre kahve ve taze portakal suyu olmaması çok büyük bir eksikti. Kahvaltıdan sonra havuzda ve jakuzide biraz daha takıldık.

Halk plajı olmayan, gizli koy arayışlarımız sonuçsuz kalınca, Barış'ın yoldaki mangalcılardan göz hakkı niyetine topladığı tavuklar ve sarmalar eşliğinde İstanbul'a doğru yola çıktık.
Piknikçi trafiğine takıldık; ama arka koltukta biz baya baya tekila hazırlıyorduk. Tekelden tekila bardaklarını, otelden tuzluğu, yemek yediğimiz yerden limon kesmelik bıçağı araklamıştım. O yüzden tam takımdık arabada.

Sonuç olarak molalarda yerimde duramıyorum, ağaçların tepesinde geziniyordum.


Gerçekten iki günde bile tatil ruh haline girilebileceğini görmüş oldum, çok eğlendiğim iki gün geçirdim, harika insanlarla tanışmış oldum. İçlerinden bir adamı azıcık daha kayırabilirim tabii, o ayrı. :) Kafa dinlemiş, neşe takviyesi almış olarak normal hayatlarımıza geri döndük.

Bu ekibin kafa boşaltmalık haftasonu kaçamaklarının gelenekselleşmesini talep ediyorum!

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım