22 Ağustos 2010

Hayatı planlamak imkansız; ama düş kurmakta serbestiz...

En yakın kız arkadaşlarımla ne zaman toplansak işten, sağlıktan, gelecek planlarından önce hayatımızdaki adamlardan konu açılır. Rapor verir gibi sırayla anlatırız ilişki nasıl gidiyor, nelerden şikayetçiyiz, nelere bayılıyoruz... Sonra da herkes yorum yapar. Bir nevi toplu ilişki terapisi gibi!

İnanılmaz bir önyargımız olduğunu da daha yeni keşfettim. "Ciddi ilişki" diye bir terim uydurmuşuz popomuzdan, sürekli de kullanıp duruyoruz. Hayatımızda tek bir adam varsa ve biz öylesine takılmanın bir adım ilerisine geçmişsek, o ilişkinin artık "eğlenceli" olamayacağına, aksine bizi sorumluluklara boğacağına inanmışız. İnanmışız çünkü hep öyle olmuş. Birlikte çok eğlendiğimiz, bize kendimizi harika hissettiren adamlar "sevgili" sıfatını alır almaz sıkıntıya boğmuş bizi. Hayatımızı kısıtlamış, canımızı sıkmış, keyfimizi kaçırmış... Biz de istikrarlı ilişkileri "ciddi ilişki" olarak anmaya başlamışız. "Ciddi bir ilişkin varsa deliler gibi içemezsin, kız arkadaşlarınla çıkıp dağıtamazsın, fırlamalık yapamazsın. Dışarı çıkma anlayışın daha az içilip daha az dans edilen gecelerle, başbaşa yenilen yemeklerden ibaret kalır."a kendimizi inandırmışız.

En son ciddi ilişkimden sonra tövbe etmiştim. "Yok istemiyorum bir süre hayatımda hiçbir adam, yaz boyunca uğraşamam sevgiliyle. Bana göre değil bu işler. Hiç bir halt yemesem de yiyebilecek kadar özgür olma ihtimalimi seviyorum." demiştim. Takılıyor, geziyor, tozuyor, çok eğleniyordum. Derken bir adamla tanıştım...


Adamla tanışmamız ve tanıştıktan sonra birlikte yaptığımız ilk şey (sabahın 5:00'inde caddede buluşup Ağva'ya gitmek) zaten hayatımdaki iki ayrı efsane oldu.

Aylar önce benim yazdığım yazının altına bir yorum gelmişti. "Hayatının Prozac'ini bulunca böyle olduysan, kimbilir Ecstacy'sini bulsan kimbilir nolurdu?" diye. Ben de düşünmüştüm "Sahi nolur acaba?" diye. Artık biliyorum, İstanbul sınırları içinde olmama rağmen 86,5 saat eve girmezmişim! Enerji verici öpücükler, reddedilemeyecek kadar güzel planlar, biraz eğlence, biraz huzur, biraz yaramazlık, biraz keyif derken, perşembe sabahının köründe işe gitmek için evden çıkar, evin yolunu ancak pazar akşamı bulurmuşum. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle!

Birlikte oturup "Biz neyiz?" , "Ne olacağız?" sorgulamalarının yapılmadığı, oldukça sıkılgan benim birlikte hiç sıkılmadan günler geçirebileceğim, sonra ondan ayrılır ayrılmaz da kendimi eksik hissedeceğim, bütün arkadaşlarımın "Ne tatlı oldunuz siz böyle!" dediği, başka hiç bir erkeğe ihtiyaç duyulmayan, hem eğlenceli hem de huzurlu bir ilişkinin varlığına inancımı çoktandır kaybetmiştim.

Şimdi geçmişten yaralı "o"nun ve hiç yara almamış olsa da aradığı gibi bir ilişkinin varlığına inançsızlaşmış "ben"im yollarım kesişti. Birlikte nereye gittiğini bilmediğimiz, çok da umursamadığımız bir yolu gerçekten çok keyif alarak yürüyoruz. Ben onun yaralarına iyi gelir miyim bilmiyorum; ama o varlığına inancımı kaybettiğim gibi bir ilişkinin varolabileceği konusunda bana gerçekten umut veriyor.


Ayrıca "86,5 saat eve girmedin de ne yaptın?" derseniz, genellikle daha önce bahsettiğim (bkz: Ara Cafe) (bkz: İstanbul'da nereye gitsek?) yerlerdeydik. Yukarıdaki fotoğraf Flavio'dan, ayrıca Kiki'de de cumartesi gecesi Görkem mükemmel bir performans sergiledi, çaldığı her şarkı birbirinden güzeldi. Gerçekten sabaha kadar dans ettik hepbirlikte. Kurtları poposunda birikmiş olanlara şiddetle tavsiye edilir. Yeni keşfettiğim iki gıcır mekan Up Lounge ve Akın Balık'tan da en kısa zamanda bahsedeceğim.

Bir de artık bizim de bir "Kadın Sığınma Evi"miz var. Sevgilisine sinirlenenler, geceden kalanlar, ruhu sıkılanlar burada buluşuyor. :))

Günün şarkısı da: Fast & Loud - Stephen Pompougnac - Juliette Oz

2 yorum:

zey0zey dedi ki...

adresi yaz evin =)

Beril Öke Gülen dedi ki...

eğlenceli bir yazı olmuş, çok tanıdık bir şeyler buldum :)
teşekkürler..

Pinterest'im

Instagram'ım