31 Mart 2012

ahtapot. saraylı. tarak. alinazik. enginar tatlısı. sushi. tembel dürüm. ye ye ye çıtır çıtır.

İnsanın yaşadığı hayatın zirvesi ile dibi arasında çok ince bir çizgi var. İnsan bir gün ışıklar ve gülücükler saçarken, ertesi günü kendisini göz yaşları ve sancılar arasında berbat bir halde bulabiliyor. Şok oluyor, anlamaya çalışıyor, gözünü açıp kapatıyor, çaresiz kalıyor.

Hayta ve zibidi üniversite yıllarımı geride bırakıp, en temel amacımı "eğlenmek"ten, "haz almaya" çevirdiğimden beri hayatım üzerinde kontrol sahibiydim. Elbette iyi veya kötü süprizler oluyordu zaman zaman; ama bunlar ne yapmam gerekenleri, ne de yapmak istediklerimi bozuyordu.

Çarşamba, aynada kendimi görünce beğendiğim günlerden biriydi, üzerinde çalıştığım bir dosyada olumlu gelişmeler olmuştu, Almanya'ya kafa dinlemeye kaçan bir arkadaşımla öğle molasında Kanyon'da buluşup kahve içip keyifle sohbet etmiş, o sırada çok tatlı bir Mushaboom takipçiyle denk gelip, ayak üstü laflamıştık, akşam da Aşk ile güzel bir yemek yemiştik. O akşam uyudum, ertesi gün korkunç bir sancıyla uyandım. Üşütmüşümdür geçer diye kendimi akşama kadar oyaladım, akşam dayanamaz hale gelince bir ilaç yazsınlar diye hastaneye gittim. Çıkışta Bambi'den bir yengen mideye indiririm, gece de Demir Leydi'yi izleriz, sabah da işe gider olağan düzenime dönerim diyordum ki, avucumu  yaladım, iç kanama teşhisi ile acilde yatan hasta statüsüne geçtim. Dannn! Işıldayan ben gitti, yerine bitkin ve zırlayan bir ben geldi.


Hep derdim ki, şöyle evde boş birkaç günüm olsa okunmayı bekleyen kitaplarıma yumulur, bir sürü yeni blog keşfeder, araştırmak istediğim konulara odaklanır, evdeki kağıt hazinemi ayıklar, yemek kitaplarına baka baka birşeyler pişirir, onlarca film izlerim. Hastaneden sonra günlerce evde yattım; ama gerçekten hiç ama hiçbir şey yapmadım. Hani "Blogu hiç bu kadar yazısız bırakmamıştın, neler oluyor?!" diye meraklananlar oldu ya, bunlar oluyordu.

Sonuç olarak, ameliyata gerek kalmadı, her şey yoluna girdi ve hayatımdaki harika insanlar sayesinde de keyfim yerine geldi. Bu haftadan sonra kendime iki söz verdim 1) Çocukken "Herşeyin başı sağlık" diyen büyüklere gülüp geçerdim; ama gerçekten sağlık olmayınca ne keyif, ne birşey yapma isteği oluyormuş. Bizim kuşak çok kötü beslenen, düzensiz uyuyan ve çok koşturan bir kuşak. Hepimiz öyleyiz ve bu artık normal geliyor; ama artık biraz duyarlı olacağım. Sağlıklı yaşam yazıları görmeye başlarsanız buralarda şaşırmayın o yüzden :)) 2) İnsanın sabah kalkıp gittiği bir işi olması, gerçekten hayatını düzene sokuyor. Öyle ya da böyle kalkıp giyiniyor, makyajını yapıp evden çıkıyorsun. Diğer türlü kalkmayı erteliyorsun, yapacaklarını erteliyorsun, erteleye erteleye paçoz ve mutsuz oluyorsun. Talih kuşu başıma bile konsa çalışmaya devam etmeye söz verdim kendime.

Veee şimdi artık ahkam kesmeyi bırakıp, lezzetli şeylerden bahsetmeye başlıyorum. Bu haftasonu değişik bir şeyler tatmaya ne dersiniz? :)


1) Cibalikapı Balıkçısı: 
Annem her ay İstanbul'a geldiğinde balık yemek istiyorum diye tutturuyor, gittiğimiz hiçbir yer de onu tam manasıyla etkileyemiyordu. Yazın yine daha kolay, boğazın dibinde açık havada oturdun mu, iki kadeh de içtin mi ne yediğinin çok bir önemi kalmıyor. Ama yaz gelene kadar o balıktan gerçekten keyif almak için, illa ki leziz mezeler gerekiyor. Çok uzun zamandır en iyi balıkçılar ve en lezzetli mezeler listelerinde Cibalikapı Balıkçısının adını görüyor; ancak bir türlü gitmeye fırsat bulamıyordum. Sonunda gittik.



Yeri Kadirhas Üniversitesi'nin biraz ilerisi. Cibalikapı Balıkçısı çok tutunca, biraz ilerisine bir de Cibali Balıkçıs açılmış, dikkatli olun bu konuda. Bir de sakın ola ki rezervasyon yaptırmayı unutmayın. Kim gider Haliç'e balık yemeye derseniz, ayakta kalırsınız, biz gittiğimizde boş masa yoktu. Mezeler ve ara sıcaklar o kadar lezzetliydi ki, balık yemeğe yer kalmadı midemizde. Börülce salatasından, ahtapota her şey çok ama çok lezzetli. Ama yeni lezzetlerin peşindeyseniz, şarap soslu tarak, saraylı ve enginar tatlısı aklınızı başınızdan alabilir. Bunların üçünü tadmadıysanız, gerçekten bir şeyler kaçırıyorsunuz.



 2) Havuzlu Restoran:

Yıllarca İstanbul Üniversitesi'nde okudum, okuldan çıkışta soluğu Nevizade'de aldığımızdan (o zamanlar şimdiki Atiye Sokak gibi çok modaydı Nevizade) bir kere olsun Kapalıçarşı'da yemek yememiştim. O civarlarda bir işim olduğunda bir müvekkilimin ısrarı sonucunda öğle yemeğinde soluğu Kapalıçarşı'da aldık. Hayatımda yediğim en hafif peynirli beşamel sosu orada tattım. Peynirli ve beşamel soslu patlıcan ve Alinazik gerçekten lezizdi.


3) Benim öyle Beyazıt'ta Haliç'te işim olmaz diyorsanız;

Quick China'nın California Roll'leri sushi sevmeyenlere bile kendini sevdirir.


Macrocenter'da hazır satılan deniz ürünleri salataları beklediğimden çok daha lezzetliydi ve onu tattıktan sonra eminim pek çok balık restoranı da bu hazır salataları servis ediyor. (Joke'tan kalma tabak da evdeki en sevgili objelerimden.)


Bizim İsviçreli damadımızın İstanbul'a gelişinin şerefine yaptığımız gibi evde rakı-balık faslının da keyfi ve sohbeti de bir başka oluyor.


Benim gibi tembeller için de harika bir şarap yanı spesyalim var. Yufka pide, Polonez karabiberli füme et ve hellim tek ihtiyacınız olan şeyler:


Keyifli , lezzetli bir haftasonu olsun hepinize.

Pinterest'im

Instagram'ım