24 Aralık 2011

as long as you love me so: let it snow let it snow let ittttt snoooow!


Muzicons.com

Sokaklar süslendi, her zamanki gibi Nişantaşı ve Akaretler ışıklandırmasıyla göz kamaştırıyor. Bugün itibarıyla İstanbul'a kış sezonunun ilk karı da yağdı, bizi yeni yıl ruhuna hazırlamak ister gibi... Bütün mağazaların vitrinlerinden indirim yazıları bize göz kırparken, her taraftan karşımıza yılbaşı konseptli ürünler çıkıyor: Noel Babalar, çam ağaçları, çanlar...

Yeni yıl benim için tam bir gerginlik sebebi: "Yılbaşında ne yapıyorsun?" sorusunu duymaktan hiç hoşlanmıyorum, çünkü yılbaşı programlarını hep son dakikaya bırakanlardanım. Yılbaşından önceki hafta kızlarla bir ön yılbaşı ev partisi adetim vardı, bu sene o kadar çabuk bitti ki, pre-party'e bile hazırlıksız yakalandım. Bir de hiç dışarı çıkmayan insanların yılbaşı gibi özel bir günde dışarı çıkma ihtiyacı hissetmesini anlıyorum, bu bir kenara. Ama bizim gibi zaten olağan hayatında her akşam dışarıda yemek yiyen, haftada bir iki gece dışarı çıkan insanlar için, 31 Aralık akşamı, her zamankinden kötü yemek ve servis için, her zamankinin iki katı ücret ödemek oldukça saçma bir hal alıyor. Hiçbir şey yapmazsan da kendini eksik hissediyorsun.


Yılbaşı beni bu kadar gererken, Chritmas ruhuna da hastasıyım!  Bir kere kış tatili yapıyor adamlar! Alışveriş yapmak, hediye paketlemek, uzun zamandır görüşmedikleri arkadaş ve aile ferdleri ile görüşmek, dinlenmek, yeni ajanda almak,bu yılki hindisini nasıl pişirsin diye düşünmek, yeni yıla dair hayaller kurmak için tatilleri var! (Evet bu konuda biraz kıskancım :) )

Bunun için özel bir tatilimiz olmasa da, ailece benim için bir nevi mekke olan Euro Flora'ya gittik. Konsept dekorasyon ve DIY projeleriniz için çok çeşit ve uygun fiyat arıyorsanız, özellikle de yılbaşından önce mutlaka yolunuzu düşürmeniz gereken adreslerden burası. [Euro Flora'dan daha önce de şurada bahsetmiştim.]



Bu alışveriş faslı sonucunda evde bir klasik, bir frapan ağacımız oldu! Ve tabii yılbaşı partisi için de bir sürü aksesuarımız:


18 Aralık 2011

Şeytan marka giyer!

Hayatımız dişimizi sıkmakla geçiyor. Dişini sık, durumu idare et ki, bir sonraki aşamaya geçebilesin.

İçinde korkunç bir enerji, sokaklarda koşup oynama şevki varken, dişini sıkıyor, okuldan eve gelince ders çalışıyorsun ki, sınavda başarılı olup düzgün bir liseyi kazanabilesin. O yaşlarda sanıyorsun ki ohh düzgün bir liseyi kazanırsan, zaten otomatikman üniversite sınavında başarılı olacaksın.

İyi bir lisede okumaya başlıyorsun, bakıyorsun ki o kadar basit değilmiş. Okul- özel ders- dershane- boş olan her vaktinde test çözme döngüsüne giriyorsun. Dişini sık, şimdi hayatında üniversite sınavına hazırlanmak dışında her şeyden vazgeç ki, iyi bir üniversitede okuyabilesin. Kandırılıyorsun. Sanki iyi üniversiteden mezun olur olmaz, bütün şirketler seninle çalışabilmek için sıraya girecek!

Hadi şanslı olanlardansın, iyi bir iş buldun, bu sefer de en alt kademeden başlayıp dişini sıkıyorsun ki, daha da yükselebilesin.

Eğer bahtsız bedevi değilsen, sonuç koca bir hiç olmuyor tabii o kadar emek ve çabadan sonra. Ama işteki sıfatı "junior" ile başlayan biri olarak, kısa iş geçmişimle bile çok rahatça görebildiğim bir şey varsa o da "dişini sıkmakla" "cozutmak" arasındaki ince çizgiyi tutturmak gerektiği. İş hayatında transkriptin ve sorumluluk bilincin kadar önemli başka şeyler de var: iletişim kabiliyetin, kendini pazarlayabilmen, yaşanmışlıkların ve çevren. Eğer dişini sıkmayıp tamamen keyfi yaşadıysan, yaşanmışlığını kullanabileceğin bir işin olmuyor. Diğer taraftan da dişini sürekli sıkıp, başka şeylere zaman ayırmadıysan, bu sefer de "ışığın" olmuyor.

Cuma günü okula diplomamı teslim almaya giderken, bu haftalardaki "yolluk kitabım"ın da son sayfalarını okudum: Şeytan Marka Giyer.

Kitap 1854 yılında Henry David Thoreau tarafından söylenmiş bir sözle başlıyor: "Yeni giysiler gerektiren tüm işlerden uzak durun."

Ve sonra kendinizi Andrea'nın macerasının (yoksa işkencesinin mi desek?!) içinde buluyorsunuz.

Türkiye'de  yaşayan genç kızların yarısından fazlasının sahip olmak için her şeylerini feda edebilecekleri bir işe kabul ediliyor Andera: Vogue ile kapışan, dünyanın en meşhur moda dergilerinden olan Runway'in başındaki moda ilahı sayılan Miranda'nın asistanı oluyor.

Andrea, moda ile alakası olmayan, hayatı boyunca da moda sektöründe hiçbir iş yapmak gibi bir hayali bulunmayan, yazı yazmak isteyen bir üniversite mezunuyken bir anda kendisinden markalı kıyafetler giymesi, davetlere gitmesi, moda kraliçesinin her türlü ayak işine koşturması bekleniyor. O ise başlarda aynanın karşısında kendisi ile, "Bakire işi (ööö) bu sütyeni ve bu pamuklu külotunu (iki kere öööö) giyen bu kız Runway'in bir parçası gibi mi görünmeye çalışıyor? Hah! Bu boklarla asla olamaz!" diye dalga geçerken, bir süre sonra kendisine bedava verilen parçalarla moda dergisinden fırlamış gibi giyinmeye başlıyor.

Yine de yaptığı işten hiç keyif almıyor. Buna rağmen Miranda'nın yanında bir sene çalışırsa, onun referansıyla asıl hayal ettiği işe girebileceğini düşündüğü için sürekli dişini sıkıyor. Bu bir sene bir bitsin, asıl istediğim işi yapacağım diyerek. Hayatı işi, dolayısıyla da hayatı Miranda'nın istekleri oluyor. "Şu an acil kalp nakli yaptırmam gerekse işten kovulmayı göze almadan onu bile yaptırmam." diyecek kadar çok çalışıyor. Ve Miranda'nın yapıldığında ardından "teşekkür ederim"i dahi gelmeyen isteklerinin ardı arkası kesilmiyor. Bu kadar çok çalıştığı için en yakın arkadaşından, ailesinden, sevgilisinden kopmaya başlıyor.

Bir seçim ile karşı karşıya kalıyor: Sürekli harika görünmek, pahalı elbiseler giymek ve davetlerde gezmek mi? Yoksa sevdiği insanlarla dış görünüşü yüzünden yargılanmadan keyifle vakit geçirmek mi? 
"Bu iğrenç Manhattan dünyasında yarı oturulabilir durumdaki evler, yarı normal erkeklerden bile daha az bulunuyordu ve daha çok rağbet görüyordu."

" 1.78 boya 52 kilo sıkı bir gece geçirmek için pek uygun değildi ama anlaşılan moda dergisinde iş bulmak için gayet uygundu."

"Kimsenin vücudunda olmasa bile, yağlar herkesin zihnindeydi."

"Eğer hızlı, ince, sofistike, inanılmayacak kadar çağa uygun ve insanın yüreğini burkacak kadar havalı bir yer arıyorsanız burası sizin için Mekke demekti."

" O kadar erken kalkıyordum ki, insanlara kaçta kalktığımı söylemeye utanıyordum. Elbette geçmişte de çok erken kalkıp, erken saatteki bir uçak ya da bir sınav için yedide hayata başladığım olmuştu. Ama şimdi kalktığım saatler genellikle eskiden hızlı bir gece geçirip yatmaya gittiğim saatler olurdu. Bu çok farklıydı. Sürekliydi, acımasızcaydı, insanlık dışı bir şeydi ve gece yarısından önce yatmayı da asla başaramıyordum."

"Her anını sevmeni istiyorum, bütün oyunları, filmleri, insanları, alışverişi ve kitapları. Bu yaşamının en güzel zamanı olacak, bundan eminim."

"Küstah tavrımı değiştirsem belki kovulmamak için küçük bir şansım olabilirdi ama dağılmış öz kontrolümün tek bir parçasını bile arayıp bulacak halim kalmamıştı." 

Kitabı okurken, daha önce hiç duymadığım markaları da keşfetmiş oldum. Dempsey & Carroll'un ham ipekten notluklarını ve Judith Leiber'ın gereksiz pahalı ve bence çirkin clutch'larını bilmemekle bir şey kaçırmıyormuşum ama 2003'ten sonra ortalıktan kaybolan Katayone Adeli'nin ceket kesimleri epeyce güzelmiş.

Okuması kolay, içeriği eğlenceli köpük bir kitap olmasına rağmen, illa ki her okuduğu kitaptan bir anlam bulup çıkarmaya bayılanlar için, dişini sıkmakla, başlarım böyle işe demek arasındaki ince çizgide gezinip, güzel mesajlar veriyor.


"Ya gidenler nasıl giyinecek emin değilim, bunu giysem çok abartı kaçarım diye endişeleniyorum. Ama şunu giyip de çok sönük kalmak istemiyorum" çelişkisine düşmüş her kadının kulağına küpe bir bilgi de içeriyor:

"Kuşkun varsa kendini bir üst duruma değil, bir alt duruma uydurman daha makul olur."

11 Aralık 2011

Kanat, Mantı, Balkabaklı Cheesecake, Mangolu Sufle mi? Yoksa 35 kg. olmak mı?

Ben hayatımın hiçbir evresinde çok hamarat bir kadın olmadım. Akşam yeniden bozulacak yatağı toplamak için zaman harcamaktansa beş dakika daha fazla uyumayı; haftada bir ütü yapmaktansa bir ay çamaşır yıkamasam yetecek kadar kıyafet ve iç çamaşırı sahibi olmayı; eve geldiğim zaman ortalığı toparlamaktansa kitap dergi okumayı tercih edenlerdenim. Annem, bizim aileden nasıl böyle bir kadın çıktığına inanamıyor; çünkü bizde kadınlar hem çok marifetlidir, hem de sıkıntılarından ve üzüntülerinden yemek pişirerek uzaklaşırlar.


Bense o kadar yemek pişirmiyorum ki, şimdi oturduğum eve taşınırken aldığım tüp, 14 aydır bitmedi! Hatta Aşk ile ilk kavgamızı da, eve gelip ona nohutlu pilav pişirip, kendimi aslan sütü eksik sofra kurdum havalarına sokmuşken, onun pilavı görüp "Yanında ne var?" diye sorma gafletinde bulunması üzerine yapmıştık. :))

Günde iki öğünü dışarıda yiyince, bir süre sonra insanın canı benzer şeyleri yemekten sıkılmaya başlıyor; ama bazı lezzetler ve bazı lezzet durakları var ki insan ne kadar giderse gitsin doyamıyor. İşte dönüp dolaşıp hiç sıkılmadan masasına oturduklarım ve büyük bir hevesle gidip hayal kırıklığı ile çıktıklarım:

1) BiBuçuk: Bizim için büyülü bir adres. "BiBuçuk'a mı gitsek?" diyince, "Ya ben çok aç değilim", "Bilmem ki, şimdi çok da canım çekmedi." gibi bahaneler kesinlikle söz konusu olmuyor.
Daha güzel kanat ben hiç bir yerde yemedim! Abarttığımı düşünen herkesi de götürdüm, haklılığımı kanıtladım. Kanat leziz,biralar buz gibi servis ediliyor, Bağdat Caddesi'ndeki şubesini bilmiyorum, Taksim'dekinde çalan müzikler de keyifli. 

Taksim'de ve aç olduğunuz bir gün, Mango'nun karşı sokağına dalın, "canlı müzik var buyrun" diye kolunuza yapışan adamlardan kendinizi kurtarın, yolun sonuna kadar yürüyün, BiBuçuk tabelası karşılar sizi zaten.

Fiyatlar çok ucuz değil, hatta bence barbekü sos isteyince ondan ek ücret almaları utanmazlık, ama siz boşverin bunları, söyleyin leziz kanadınızın yanına bir isli bira, bakın keyfinize.



2)Fıccın: Ben birlikte çok vakit geçirdiğim kişilerin yeme içme alışkanlıklarını bir süre sonra benimsemeye başlıyorum. Her gün mantı yeme potansiyeline sahip bir sevgili ile olunca, sonunda bir hafta mantı yemeyince mantı mantı diye sayıklar hale geldim. İstanbul'daki bütün mantıcıları büyük bir hızla deniyoruz. Hala en favorimiz Bodrum Mantı. Casita'da yediğimiz mantıdan çok mutlu olmasak ve masaya çatlamış kırılmış baharatlıklarda servis yapıyor olmalarını aklımız almasa da eve yakınlığı yüzünden oraya da gitmeye devam ediyoruz.

Geçenlerde bir gün değişiklik yaptık, uzun zamandır uğramadığımız bir yere gittik: Fıccın! Çerkez mutfağından yemekler sunan bir restoran burası. Büyümüş büyümüş, bütün sokağa sahip olmuş aradan geçen zamanda. Ama lezzetini hiç bozmamış. Henüz tatmadıysanız, bir gün yolunuzu düşürmenizi meze ve mantısını tatmanızı tavsiye ederim.

02 Aralık 2011

I kiss better than i cook!

Üniversite hayatım Cihangir, Taksim, Beyazıt, Etiler ve Ortaköy-Hisar sahil hattında geçti benim. Okulum Beyazıt'taydı, Cihangir'de yaşıyordum, yemek yemek, sinemaya gitmek, gece dışarı çıkmak, birer kadeh bir şey içmek için tek adresimiz Taksim'di. Bir de fiks menülü canlı müzik furyası vardı, onun için arada Etiler'e giderdik. Bir de bütün pazara yayılan kahvaltı keyifleri için istikametimiz sahil olurdu. İstanbul benim için bu semtlerden ibaretti.

Maslak ile 2008 yılında tanıştım. Work & Travel ile Amerika'da geçen aylardan sonra, kendi paramı kazanmanın keyfine varmışken, döndüğüm gibi İstanbul'da da iş başvuruları yapmaya başlamıştım. Biletix'ten iş görüşmesine çağrıldığımda, Maslak'a ilk defa adımımı attım. Birkaç yıl sonra Young Guns macerası benim yolumu tekrar Maslak'a düşürdü. Bütün bunlardan sonra, tamamen tesadüfler sonucunda, bugün hala çalıştığım ve bana hukuku ve avukatlığı sevdiren ofis ile yollarım kesişti. 1,5 yıldan uzun bir süredir de bu ofiste çalışıyorum. Haliyle benim için Maslak, iş ile özdeşleşmiş bir semtti ve perşembe günü son defa Maslak'a gittim, son defa Maslak'ta çalıştım. Taşınıyoruz!

Taşınmalar ve gitmeler bana her zaman iki zıt hissi aynı anda yaşatır. Paketlenmiş koliler hafif bir hüzün yaşatırken, yeni bir yere gidiyor olmak da içimi heyecanla doldurur. Yepyeni bir başlangıç! Kart yerine göz taraması ile açılan kapılar, göz taramasından hangi kata çıkacağını bilen akıllı asansörler ilk başta insana kendini çok havalı hissettirse de; bundan sonra camı gerçekten açılan içeri temiz hava giren bir ofiste ve Kanyon'a birkaç adım mesafede çalışacak olma fikrini de ben çok sevdim.

Bütün bunların yanında çok hoş olan bir şey de, uzun bir süredir taşınma hazırlıkları sebebiyle oldukça yorucu bir ortamda çalıştıktan sonra, bu cuma tatil olmaktı. Sabah alarmsız, vücudumun istediği saatte uyandım. Aşk ile, Beşiktaş'taki haftasonları önündeki uzun kuyruk ile bende her zaman merak uyandıran oldukça salaş Çakmak Kahvaltı salonuna gittik. Günlerden cuma olduğu için sıra filan yoktu, oturduk güzel peynirler ve özellikle de çok lezzetli bal kaymak ile güzel bir kahvaltı yaptık. Hiç acele etmeden, kitapçıları, mağazaları gezdik, o sırada okuldan çıkan kardeşimi de kaptık, Starbucks'ta saate bakmadan kahvelerimizi içtik ve sonra benim metrodaki billboard'larda görüp de merak ettiğim tog.concept'i gezmek üzere Trump Towers'a gittik. 12 mimar, 12 ünlü isim ile 12 tane Trump Towers evi döşemiş. Giriş 10 TL, toplanan paralar da sokak çocuklarına yardım için harcanacakmış.

Öncelikle söylemeliyim ki, herkesin düştüğü yanılgıya düşmeyin bu insanlar gerçekten burada yaşıyor ve size yaşadıkları evin kapılarını açıyor değiller. Sadece bu ünlü isimlerin alışkanlıklarına, hayat tarzlarına göre düzenlenmiş evler bunlar. Gerçeklikten de oldukça uzaklar, çünkü bir çoğunda gardrop olmadığı gibi, olan gardroplar da bu insanların sadece aksesuarlarının dahi sığamayacağı büyüklükteler mesela. Ben o yatakodalarından birine, şimdi yaşadığım evdeki dolabımı götürüp koysam geriye yatak koyacak yer kalmaz. Eczacıbaşı'ların evinde yatakodası bile yoktu. Bunun "biz yatakodamızı herkese açmayız" şeklinde özel hayata saygı mesajı mı, yoksa "Ne yatağı? Biz uyumadığımız için bu kadar başarılıyız!" mesajı mı olduğunu biz çözemedik.

Benim favorilerim Mahmut Anlar tarafından dekore edilen Ayşe Arman ile Sandra Arslanoğulları tarafından dekore edilen İzzet Çapa evleri oldu.


 Ayşe Arman'ın evindeki bütün yatakodasını kaplayan yatak ve sadece duvar dibindeki yüksek keyif köşesine bittim. Bir gün elverişli bir evim olursa yapmak üzere aklımın bir kenarına yazdım. Mutfaktaki "i kiss better than i cook" da çok manidardı.

İzzet Çapa'nın evi aynen restoranları gibi, eğlenceli bir curucuna içindeydi:

24 Kasım 2011

Bazılarının işi sadece MELEK olmak…

Zaman zaman yazılarımda "yogitam" diye bahsettiğim biri var biliyorsunuz. Hayatında tesadüflere ayak uydurarak oldukça radikal değişiklikler yaparken, İstanbul'a taşındığında yine tesadüfen benim ofisteki oda arkadaşım olmuştu ve birlikte yogaya başladığımızda aramızdaki ilişki iş boyutunu oldukça aştı. Hala meslektaşım, ama kendisi ile paylaştıklarım meslektaşlıktan çok öte. Benim modaya karşı anti duruşum bazı hemcinslerimi çok rahatsız ederken, o da 'eurocuklarını' bozdur bozdur kıyafetlere yatırırken, "Kıyafetlerle ilişkini onlara sahip olmaktan, onları yazmaya çevirsen ya" esprilerimiz sonucunda, kendisi konuk yazarımız olarak Mushaboom'da, huzurlarınızda:


Bu benim ilk yazım! Canım arkadaşım seni konuk blogger yapalım dedi, ben "ufff! puff! ben yazamam ki" dedim ve sonunda nasıl oldu anlamadım buradayım. İlk edebi eserimde(!) sizlere meleklerden bahsetmek istiyorum, evet evet gerçekten de meleklerden, yani aslında Victoria’s Secret`in meleklerinden ;)

Yakında Türkiye’de Nişantaşı’nda ilk mağazasını açacak olan Victoria’s Secret, 9 Kasımda, 2011 yılının merakla beklenen meşhur ve görkemli showunu gerçekleştirdi.


Türkiye’de Yılbaşı gecelerini evde geçirenlerin vazgeçilmezi olan, tüm kadınların biraz fesatlıkla ama genelde hayranlıkla izlediği, vay anasını bunlar kadınsa biz neyiz acaba diye sordukları meleklerle karşınızdayım.


Ülkemizde en çok tanılan baş meleklerden Adriana Lima ablamız defileden bir kaç gün önce yaptığı açıklama ile şahsen benim yüreğime indirdi. Şöyle ki, ablam defileden 6 hafta önce sadece yeşil sebze yiyip günde 2 saat spor yapıyormuş. Bu kadarla da kalmayıp podyuma çıkmadan 12 saat önce su bile içmiyormuş ve tamamen aç ve susuz halde podyuma çıkıyormuş. Kızımız umarım bir gün show sırasında açlıktan ölüp gitmez.






Ama açlığına rağmen Acun sayesinde Türkiye’de ününe ün katan Adriana Lima, her zamanki gibi o gece de nefes kesti.


20 Kasım 2011

Hey tanrım bana üç tane, üç de yetmez beş tane, beş de yetmez yedi tane. Ver ver ver ver ver allahım ver!

 Benim üniversiteye başladığım yıllarda üç koca hayalim vardı. Kocadan ziyade, düğünlereydi merakım. Üniversite okurken şöyle doğulu, geleneklerine göreneklerine sıkı sıkıya bağlı bir adamla evlenecektim. Davullu zurnalı, çeyizli, kına geceli, atlı eşekli, altın bileklikli bir düğün olacaktı. En gelenekselinden... Sonra üniversite bittikten sonra yurtdışına yüksek lisansa giderken, bu adam izin veremeyecekti, ben de ne münasebet diyecektim, boşanacaktık. Ben yüksek lisansımı yaparken de Hristiyan bir adamla aşk yaşamaya başlayıp, bir kilise düğünü yapıverecektim. Sonra tabii Türkiye'ye dönmek isteyecektim, o işlerini ayarlayamayacaktı filan, yine boşanacaktım. En son da böyle uçlarda gezinmeyen, kafa dengi bir adamla, gelinlik bile giymeden, şöyle şık bir tayyörle sadece nikah yapacaktım.

Şimdi bakınca çok komik geliyor tabii.

Evlenmek erkek açısından hayat kolaylaştırıcı bir şey aslında, çünkü eskisi gibi evin bütün geçimini erkekler sağlamıyor, kadınlar da çalışıyor, kadınlar da para kazanıyor. Gelgelelim diğer yandan kadınların çalışmalarına rağmen, evi derli toplu tutmak ve yemek pişirmek gibi sorumlulukları devam ediyor. Bu yüzden de erkeklerin evlilikten kaçıp, kadınların evliliğe daha meraklı olmasını kesinlikle anlayamıyorum.  Tastamam 25 yaşıma geldim, "evlenmek" benim gözümde hala altından kalkılamayacak kadar büyük bir sorumluluk.

Kesin olan bir şey varsa, o da genç evlenmenin yeniden trend olduğu.
Anne babalarımızdan sonraki kuşakta, "evlenmeden birlikte yaşama" akımı başlamıştı. Kadınlar "çocuk da yaparım kariyer de" diyordu, kariyerleri belli bir noktaya gelmeden evlenmek ve çocuk yapmak planları içine girmiyorlardı. Sanırım sonra o kadınların kariyerleri belli bir çizgiye ulaştığında, yaşıtları olan adamlar da artık onlardan 10 yaş genç kadınlarla ilgi gösterdikleri için, bu akım rafa kalktı.

Farkındasınızdır, gayet güzel para kazanan, gayet rahat hayatlar yaşayan adamlar bile artık "bekar çapkın" anılmak için yırtınmıyor, erkenden nikah masasına oturuveriyor.

Bu aralar davetiyeler ve facebook'taki ilişki durumu güncellemeleri ardıardına geliyor. Yakın arkadaşlarımın neredeyse hepsi hala bekarlıklarını korurken, ilk defa yakın bir arkadaşım bunu bozuyor ve bugün akşam evleniyor.(Oturmuş bu satırları yazarken bile benim giyecek bir kıyafet bulamamış olmam ayrı bir konu.)



Kızımızı kocasına bekarlığa veda partisizyollayacak değildik ya; organizasyon için kolları sıvadık. Bir sürü aksilik, karasızlık, fikir değişikliğinden sonra cuma akşamı Nahide Rüya Adası'nın yolunu tuttuk. Bekarlığa veda partisi yapmayı düşünüyorsanız, burayı şiddetle tavsiye ederim.




Kapıda şişelerden votka hüpleten oyuncak tavşanlardan sonra, şatafatlı gerçek drag queen'ler sizi karşılıyor. Elinize bir mum tutuştuyorlar. Sağda Zeki Müren'in solda Amy Winehouse'un resmi, hangisini anmak isterseniz, onun önüne mumunuzu yakıp koyuyorsunuz. Sonra masanızın yolunu tutuyorsunuz.







Masanızın meleği kadehlerinizi doldurup, masanızı mezelerle donatmaya başlarken, serum gibi tutturulmuş bir rakı şişesi ile dolaşan rahibe kılığında, inanılmaz güzel bir drag queen de keyfiniz yerinde mi onu soruyor.

Hatta bizim rahibemiz "Kız ayol evlenilir mi, evlenmek günah!" diye vaaz bile verdi. :)














05 Kasım 2011

i have done nothing at all today and it feels awesome!

Cuma
19:45
İşten eve geliş. Derhal üzerine rahat bir şeyler geçir. Isıtıcıya su koy, o kaynarken, sabah evden çıkarken çalıştırdığın çamaşır makinesini boşalt, çamaşırları as.
20:00
Benim için bekarlık ve yalnızlıkla özdeşleşmiş olan nuddle'in en pratik hali Leader Ramen paketine kaynayan suyu doldur. O demlenirken, çamaşır makinesine bir posta daha çamaşır at, gece giyeceğin kıyafetleri seç.
20:08
Nuddle hazır. Şimdi yavaşla. Karıştırmayı çok sevdiğin alışveriş dergilerinden birini al önüne. Alışveriş rejimindesin unutma. Almak için değil, incelemek için bakıyorsun dergiye.
20:15
Karnın da doydu. Dip boyanı sür saçına. Onun bekleme süresinde, ojelerini yenile. Duşa gir, saçlarını kurut. Elbiseni geçir, biraz makyaj.
21:00
Evden çıkmaya hazırsın.

Benim için olağan hale gelmiş bir tempo. Hem çalışacağım, hem gezeceğim, hem de bakımsızlaşmayacağım mücadelem. Sabah uyanıp spora giden, spordan sonra kuaföre geçen, öğleden sonra alışverişini yapıp, arkadaşları ile buluşan dergiden fırlamış gibi görünen kadınları kıskansam mı, küçümsesem mi karar veremiyorum bu yüzden.

Şimdi önümde yavaşlamak, keyif çatmak için tastamam 4 gün var. Bir kenarda sıranın gelmesini bekleyen kitap ve filmlere yumulmak, ertelenen ufak tefek işleri halletmek için 4 gün! "Hayret, bir yerlere gitmiyor musun?!" diyenler oluyor. Gerçekten çok hazırlıksız yakalandım ben bu bayram. Fırsatım olmadı planlamaya. O yüzden dinlenme, toparlanma, ilerideki günleri planlama, okuma, izleme ve hayaller kurma tatili ilan ettim bu dört günü.


Geride kalan bir haftada keşfettiklerimi paylaşıp tembellik günlerini resmen başlatıyorum! :)

1) Birsen Tezer: Daha önce hiç denk gelmemiştim kendisine, geçen hafta Hayal Bistro'da dinledim. Hem jazz'dan, hem Türk Sanat Müziği'nden esintiler taşıyor. Güzel bir sesi, sakin telaşsız bir söyleyişi var. "En sevilmeyen şarkım geliyor" diyebilecek kadar da kendisiyle barışık bir kadın. İçkinizi yudumlayarak, sakin ve güzel bir performans izlemek isterseniz, 15 günde bir Hayal Bistro sahnesindeymiş. İlla ki bir gün denk gelirsiniz.



2) Türkiye'de in-yer-face olarak anılan tiyatro türünün başarılı örneklerini sergileyen Dot, yeni bir oyunla karşımızda bu sezon: Öksüzler. Dot'un oyunlarına kendinizi ne kadar hazırlarsanız hazırlayın, yine de sizi çarpıyor. Şiddet, seks, argo unsurları tabularınızı yerle bir ediyor her seferinde. Bu seferki oyunda, daha öncekilerden farklı olarak olaylardan ziyade, karakterlerin psikolojileri ön plana çıkartılmış. Oyunculuk o kadar iyi ki, sahneye atlayıp dövmek istiyorsunuz içlerinden birini.

Tiyatroyu sıkıcı ve eski moda bulanlardansanız, bu tür ile barışmanız için güzel bir fırsat olabilir bu oyun. Dot'un web sitesi için tık!


3) İş dolayısı ile iki gün Bursa'daydım. Biliyorsunuz bayılırım bir şehirde bir gün geçirsem de yapılacaklar listesi oluşturmaya. Bu sefer şehirde fazla bir şey keşfetmeye fırsatım olmadı. Sadece iş için gidecek olanlar için tüyolar verebilirim. Almira Otel, şehrin en eski demirbaş otellerinden, içi de yenilenmiş, şehir merkezine de yakın. Müşterileri birbirine iki çok zıt kitle: Arap aileler ile iş için geldiği her hallerinden özellikle de takımlarından belli insanlar. Özellikle de kahvaltı salonunda irnoik ve izlemesi eğlenceli bir kitle oluşturuyor bu tezat.

02 Kasım 2011

Mushaboom8'de ne var ne yoksa hepsi burada! =)

Eylül 2008'den bu yana hayatımda neredeyse her şey değişti. Saç rengim, giyim tarzım, evim, hayata bakışım, yaşam düzenim, mesleğim, hayallerim, hayattan beklentim...
Blog yazmak bazen bir hobi, bazen zevk, bazen sorumluluk, bazen paylaşma ihtiyacı gibi farklı boyutlar kazansa da eylül 2008'den beri hayatımda sabit kalan tek şey oldu. Sabit dostluklarım ve ailemin yanı sıra tabii.
Birbirinden çok farklı konularda yazıları ve etiketleri düzenlemek çok uzun zamandır aklımdaydı; ama bir türlü fırsat bulup yapamıyordum. Sonra o kadar uzun boş zamanı aslında hiç bulamayacağımı kabul edip, her boşlukta biraz biraz el atarak sonunda bütün yazıları gruplamayı başardım! :)
Eskiden yazdığım yazılara da göz atmış oldum böylece, bir kısmına bayıldım "ne kadar güzel ifade etmişim" diye kendimle gurur duydum, bir kısmıyla da düpedüz dalga geçtim. Yine de onları bile silmeye kıyamadım. Değişimimin aynası gibiler ne de olsa.

Bütün yazılar aşağıda detaylarını bulabileceğiniz başlıklar altında tag'lendi. Yukarıda da bütün etiketleri görebiliyorsunuz artık. Moodunuza göre, ne okumak isterseniz onlara tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bazı yazılar birden fazla etiketin içeriğine uyduğu için onlarla birkaç kere karşılaşabilirsiniz bunu da dip not olarak belirteyeyim ve etiketlerin içinde neler var onlara geleyim:

1) İstanbul: Bu şehre olan aşkım malum. Keşfetmeye doyamıyorum. Ev-iş arası gidip gelmek için toplamda 3-4 saat harcayan, şehrin tadını çıkarmak için gereken paraya sahip olmayanlar için ne kadar eziyetliyse; zamanı, parası veya zamanı parası olmasa da tadını çıkarmaya şevki olanlar için de o kadar mucizevi bir şehir. Sanat etkinlikleri, gece hayatı, tarihi eserler, yeşil parklar, leziz yemekler yapan restoranlar, tezatlar...
Bu etkiletin altına iki ayrı başlık kondurdum: Sanatsal Etkinlikler ve Bar/Club/Cafe/Restoran
Tiyatrolar, festivaller, sergiler, konserler sanatsal etkinliklerin altında, gezip tozduğum mekanlar bar/club/cafe/restoran'ın altında. Ne sanat konusunda uzmanım, ne de yemek gurusuyum. Çok gezen bir insanın izlenimleri tadındaki bu yazıların tamamına bu başlıklardan ulaşabilirsiniz.

2) Güzel Yazılar ve Sözler:  Bir kitapta, dergide, filmde, gazetede hoşuma giden bir cümle veya yazı gördüğümde ve not etme ihtiyacı duyduğum kadar hoşuma giden bir cümle duyduğumda onları da paylaşmadan duyamıyorum. Okuyunca bayıldığım ve 'keşke ben yazsaydım' diye düşündürenlerin tamamı burada.
3) Kitap: Bugünlerde, her evde buzdolabı olması kadar yaygın bir biçimde, çocuğu olan her ailede yatılı bir bakıcı mevcut olsa da, ben daha geleneksel biçimde anneanne ve babaanne ile büyüyen çocuklardandım. Birbirinden çok farklı karakterlerde, birbirinden çok farklı hayatlar yaşamış bu iki kadının da benim alışkanlıklarımda ne kadar etkisi olduğunu gün geçtikçe daha net görüyorum. Kitap okuma alışkanlığımı anneannemden aldım ben mesela. Öğle yemeğinden sonra, kitabını eline alıp uzanıp saatlerce kitap okumak, sonra da uyumak bugün bile değişmeyen bir ritüelidir. Yeni yeni okumayı öğrendiğim yıllarda anneannem ile kitap okuma yarışı yapardık. Sırf onun kalın kitaplarını kıskandığım için, sınıf arkadaşlarım 20 sayfalık resimli kitaplar okurken, ben dünya klasikleri serilerini, anneannemle yarışarak bitirmiştim. Hala da sıkı bir okuyucuyum, ayda en azından 2-3 kitap deviririm. Hiçbir zaman can sıkıntısı çekmememin en büyük sırrı bu olabilir. Dünyanın her yerinde her koşul altında, elimde ilgimi çeken bir metin varsa saatlerce oyalayabilirim kendimi. Okuduğum kitaplar hakkındaki görüşlerim ve kitaplarda altını çizdiğim satırların hepsi bu başlık altında. 

4) Hayat ve Aşk Yazıları: Bu bloga başlarken, baş role kendimi koymamaya, sadece keşfettiklerimi yazmaya karar vermiştim. Olmadı! Hissettiklerimi, kadın-erkek ilişkilerini, hayata genel bakışı, yaşam tarzı sorgulamalarımı hep buradan yaptım. Ve belki de en çok sevilen yazılarım hep bunlar oldu. Ben kendimi anlatırken, birileri o yazılarda kendini buldu. Bu yazılardan sonra harika mailler aldım hep, kendini mutsuz eden ilişkisini bitirme kararı alanlar, depresyondan çıkıp hayatı yeniden sevmeye başlayanlar, okudukları ile yarası yeniden kanayanlar... Bunun yazıların muhteşem olması ile bir alakası yok tabii. Değiller de. Sadece içtenler ve aslında hepimiz aynı şeyleri yaşıyor ve hissediyoruz. Farklı zamalarda. Bu yüzden de bu başlık altındaki yazılardan mutlaka birkaçında kendinizi bulacaksınızdır.
5) Acemiler ve Tembeller İçin Mutfak 101: Hamarat ve yemek pişirmeyi çok seven kadınlarla dolu bir ailem olsa da, ben gerçekten hiç yemek pişirmeyenlerdenim. Kardeşimin arkadaşları "Sizin evde mutfak var mı?" diye sorunca bunu biraz daha net gördüm :) Kahvaltı dahil olmak üzere bütün öğünlerimi dışarıda yiyorum. Arada sırada mutfağa girip bir şeyler yapmayı denersem ve sonuç güzel olursa paylaştığım çok pratik tarifleri bu başlık altında topladım. Bir ayda dışarıda yemek yemeğe harcadığım toplam paranın ne kadar olduğu ile yakın zamanda yüzleştim. O yüzden daha sık mutfağa girmeyi, Mutfak 101'de daha çok tarif paylaşmayı planlıyorum. Göreceğiz bakalım!

6) Seyahatlerim: Ne zaman için sıkılsa, ne zaman hayat zor gelmeye başlasa, ne zaman kafam karışsa hiç şaşmayan iyileşme reçetem: "gitmek"tir. Benim için önemli olan nereye gittiğimden ziyade, gitme hissi. Bu satırları yazarken de Türkiye sınırları içinde bambaşka bir şehirde güzelce bir oteldeyim hatta. Seyahat ederken sürekli günlüğümsü notlar tutuyorum, bunlardan daha blog yazısına dönüşmeyi bekleyen onlarcası var. Türkiye'den seyahatler ve Yurdışı olmak üzere ikiye ayırdım bu yazıları da.



7) Dişi-sel: Tam anlamıyla bir kadın bloguna dönüşmek istemesem de, sonuç olarak alışveriş yapmayı seven, fırsat bulabildiği kadarıyla kendisine bakmaya çalışan, topuklu ayakkabılara, minicik eteklere, bronz tene tapan bir kadınım ben de... Alışveriş, giyim ve bakım ile ilgili bütün yazılarım bu başlık altında.

8) Dekorasyon: En az kıyafet alışverişi kadar zevkli bir şey de ev alışverişi yapmak. Kendi keyfime ve zevkime göre sıfırdan yarattığım ve dömeye de yavaş yavaş devam ettiğim minicik bir evim var. Dekorasyon dergilerini ve bloglarını karıştırıp ilham almaya, bütçeyi çok yormayan adresler keşfetmeye ve dizayn tanrılarının elinden çıkan parçalara sahip olma hayali kurmaya bayılıyorum. Yaşadığım yeri güzelleştirdikçe, daha da evcil bir kadın olmaya başladım. Evinizi daha çok sevmek istiyorsanız bu yazılara bir göz atın derim.
9) Bir doz ilham: Yaratıcı olan her şey bu başlık altında. O yüzden içeriği en kalabalık başlık bu olabilir. Güzel fotoğraflardan, yaratıcı reklamlara, afiş tasarımlarından, el işlerine hepsi birbirinden yaratıcı ve keyifli yüzlerce şey bu başlıkta.

10) Çekici siteler ve bloglar: Ben blogları da kitap okur gibi okuyanlardanım, en eski yazıdan en yeniye doğru... O yüzden reader'ını her gün kontrol edip en son yazılara göz atan düzenli blog okurlarından olamıyorum. Bir bloga kilitleniyorum, en az bir hafta içeriğinde ne var ne yoksa okuyorum. Bana başından sonuna okumayı tamamlatacak kadar güzel blogları da tabii ki sizinle paylaşıyorum.



11) Filmler: Evde sevgiliyle keyif yapmaktan bahsedince aklıma gelen ilk şey film izlemek oluyor. Kızlarla da cumartesi geceleri çantaya birer bira atıp vizyondaki romantik komedilerden birine gitmeyi de adet haline getirdik. Tek başıma kaldığımda da Uzakdoğu ve Avrupa filmlerini izlemeye bayılırım. Canınız sıkıldığında, ne izlesem diye düşündüğünüzde belki bu başlık altındaki yazılar size ilham verebilir.

12) DIY: Bu da yine önümüzdeki günlerde içini doldurmayı planladığım (daha doğrusu umduğum) başlıklardan biri. Kesmeye, biçmeye, dikmeye, yapıştırmaya bayılan biri olmama ve sağda solda görüp uygulamak üzere biriktirdiğim do-it-yourself taslakları yığınlara ulaşmasına rağmen, gidip gerekli malzemeleri alıp oturup uğraşmaya bir türlü fırsat bulamıyorum malesef. Ama ben şunu yaptım, nefis de oldu, derseniz sizi bendeki bu eksikliği doldurmak üzere konuk yazar olara ağırlayabiliriz Mushaboom8'de seve seve :)

Umarım bir gün bütün hayatımı bu kadar düzenlemeyi becerebilirim :))
Sevgiyle, keyifle kalın!

Fotoğraf Notu: Bir kısmı Yvette Inufio'ya, bir kısmı Gennie'ye ait, geri kalanı meçhul :) biliyorsanız bana iletiniz, düzeltelim...

24 Ekim 2011

İmdat fomo oldum!



Muzicons.com
Günlerden pazartesi...
Sendromsuz olanından.
Çünkü üç haftadır haftasonları 09:00-18:00 arası dersteydim. Haftasonlarının da haftaiçinden pek bir farkı yoktu haliyle. Üç haftasonumu bu enerji hukuku programına ayırdım, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir alanda kapsamlı sayılabilecek bir bilgim, bir de sertifikam, ikisinden daha kıymetlisi yeni bir bakış açım ve ufkum oldu. Bu kursa gitmesem ne yapacaktım? Daha çok uyuyacak, daha çok keyif çatacak, daha önce 38472384 kere gittiğim yerlere bir kere daha gidecektim.
Değişiyorum. Büyüyorum. Sıradanlaşıyorum.
Tembellik yapmanın, koşturmadan keyfini çıkara çıkara yaşamanın ne kadar harika olduğunu unutuyorum. Her saniyemi bir şey yaparak değerlendirmek istiyorum. Kendimi daha az dinliyorum. Daha az işimle alakası olmayan şey okuyorum. Yazılarım niteliğini kaybediyor.

Yaptığım işi her geçen gün daha çok seviyorum. Keşfettikçe keşfedesim geliyor, aynı gün içinde önüme gelen üç iş arasında hiçbir ortak nokta bile olmaması merakımı ve heyecanımı tetikliyor. Gelgelelim işte ne kadar planlı, programlı ve netsem; iş haricindeki saatlerde o kadar dağınık olmam alt üst ediyor her şeyi. Girmek istediğim sınavlara mı çalışsam? Okunmayı bekleyen kitaplarıma mı yumulsam? Birbiri ardına gelen şahane etkinliklerden (konser, tiyatro vs vs) birine mi katılsam? Biraz bakım mı yaptırsam? Yemek yapmaya mı başlasam? Bu arada bir de sürekli bir toplanma sebebi mevcut: Arkadaşlarımın doğum günleri, işteki terfiler, yıl dönümleri, uzak bir yerlere çalışmaya veya yüksek lisans yapmaya gidenlerin vedaları, gelenlerin hoşgeldinleri, nişanlar, düğünler, bekarlığa vedalar, yeni iş bulanlar... Tabii bir de soğuyan havaların bünyeyi evcilleştirmesi var. Aman kimseye ayıp olmasın, aman bir şey kaçırmayayım diye oradan oraya savruluyorum.


Biliyorum, benim her an her yerde olmama bakıp "Hayat sana güzel!" diye düşünen çok var, ama inanın benim en büyük hayalim suçluluk duymadan ve hiçbir şey yapmada yarım gün yayılabilmek. İm-kan-sız! Hiçbir şey yapmıyorsam bile  illa ya bir şey okuyacağım, ya bir şey planlayacağım, bir şey araştıracağım. Meğerse bu modern çağın hastalığıymış. Açılımı fear of missing out. Yani sürekli bir şeylerden geri kalmaktan korkmak. 

En en en sevdiğim dergi XOXO The Mag'in oku oku bitiremediğim ve doyamadığım ekim sayısında Yonca Karatoprak'ın yazısıyla keşfettim fomo'yu. Buyurun bakalım tanıdık gelecek mi?

"Saat 21:00. İkinci toplantıyı da devirmişsin. Beynin fokurdamaya başlamışken telefonuna bir öesaj düşüyor: 'Bütün kızlar toplandık. Dedikodu çoktan başladı gelmiyor musun?' Tabii unuttun bu toplanmayı. Yorgunsun. Tek ihtiyacın bir yatak ve sessize alınmış telefon. Yapamıyorsun."


16 Ekim 2011

Gizli ve ucuz alışveriş adreslerim:


Muzicons.com


"Alışveriş yapayım biraz." diye evden çıkan kadınlardan biri olmadım ben hiçbir zaman. Tek seferde taşıyamayacağı kadar çok parça alanlardan da... Bu sezon bebe yaka modaymış, kendime bebe yakalı elbise almalıyım diye, bebe yaka avına çıkmak da hiç bana göre değil. Ama mesela dolabımda üç tane bebe yakalı parça var. Hepsi de yakın zamanda alındı, çaktırmadan.

Ben hastalıklı bir şekilde kaşla göz arasında alışveriş yapıyorum. Yaklaşık her gün tek bir parça. Vitrinde internette gözüme takılıyor, hooop dolabımdaki yerini alıyor. Derken derken derken... Gayet devasa sayılabilecek bir dolap kombinasyonum olmasına rağmen, şu anda evdeki kıyafetlerim o dolaba sığmıyor. Yatağımın sağında solunda kıyafet dolu koliler ve valizler var.

O yüzden kıyafet alışverişi orucuna girdim. Bugün tastamam ikinci haftam. Kararım şöyle: Dolabımdaki -ve dolabıma sığmayan- bütün kıyafetlerimi bir kere giymeden önce yeni tek bir yeni parça almayacağım. Hiç bir koşul ve hiç bir sebep de buna istisna olmayacak. Önce her şeyi bir defa giyeceğim.

Alışveriş orucum boyunca, alışveriş yapmak yerine, sizinle pek gizli ve ucuz alışveriş adreslerimi yavaş yavaş paylaşmaya başlayabilirim. :)

Bana sorarsanız Türkiye'de yaşayan birinin klasik olmayan parçalara büyük paralar vermesi oldukça saçma. Ayakkabı ve çanta konusunda cimrilik yapmamak lazım, ama çok güzel penyeler ve elbiseleri çok ucuza almak mümkün. Ben defalarca pasajlardan pazarlardan topladığım parçaların apaynısını mağazalarda yaklaşık 3 katı fiyatına satıldığına şahit oldum.

İlk adres: Bayram.
Beşiktaş'taki Alkım ve Kabalcı Kitapevleri'nin arasından çıkan sokaktan Beşiktaş Evlendirme Dairesi'ne gider gibi yukarı doğru çıkıyorsunuz. Evlendirme Dairesi'ne yaklaştığınız sırada yolun sağ tarafında kalıyor. Vitrinindeki güzel elbiselerle dikkatinizi çeker zaten.


Çeşit çeşit markaların ihraç fazlalarını bulabilirsiniz burada. Her hafta yeni ürünler geliyor, sık sık kontrol etmekte fayda var. Gidip de elim boş çıktığım şimdiye kadar hiç olmadı. İlk açıldığında fiyatlar gerçekten ucuzdu, bu aralar talep çok arttı, fiyatlar biraz yükseldi; ama yine de piyasaya göre oldukça makul. 40TL'ye güzel bir elbise sahibi olabilirsiniz.

Ruhsat törenimde giydiğim elbiseyi buradan almıştım, çok benzerine Beymen Garage Sale'de rastladım. Yaklaşık 2.000TL daha fazla bir fiyat etiketiyle... :)

İkinci adres, Hasırcı.
Bu dükkan, elbisecinin karşı çaprazında kalıyor. Kapısının önündeki hasır sepetlerden tanıyabilirsiniz. Eminönü'nden bile ucuz fiyatlar ve çok zevkli parçalar var. Evinize dekorasyon ıvır zıvırları almak için ve ufak tefek hediyelik eşyalar için mutlaka uğranması gereken adreslerden.

Dışarıdaki sepetler sizi yanıltmasın, içeride çok tatlı ahşap aksesuarlar da var. Yukarıdaki not mandalları ve aşağıdaki kuyruğuna yüzükler asılabilen kedicikleri çok uygun fiyatlara buradan aldım.



12 Ekim 2011

25. yaşım ve merak edilen "nutella shot" tarifi

Bu aralar her gün bronz pudrayı icat edene teşekkür ediyorum. Bir de kahveyi...
Haftanın yedi günü sabah 7:00'de kalkıp, 7:30'da evden çıkıyorum, çok az uyuyorum, çok şey yapıyorum; uykum geldiğinde kahveye, aynadaki görüntümü yorgun bulduğumda bronz pudraya sarılıyorum.

Özyeğin Üniversitesi'nde Enerji Piyasaları ve Hukuku Programı'na yazılmıştım, ders programını açtığımda neye uğradığımı şaşırdım. Cumartesi ve pazar günleri sabah 9:00- akşam 18:00 arası! Yani gezip tozmak, sevdiğim insanlarla vakit geçirmek, bakım yaptırmak, evi toparlamak, kitap okumak için iş saatlerinden geriye kalan zamandan haftasonları da eksilmiş oldu.

Aslında bu benim işime gelen ve hoşuma giden bir tempo. Ben insanın keyif çattıkça tembelleştiğine; bir şeyler yaptıkça daha çok şey yapacak enerji ve şevki bulduğuna inananlardanım. Ancak bunun bende hastalıklı bir hal almaya başladığını fark ettim.
Pazar akşamüstü Aşk'ın evindeydim, dışarıda inceden yağmur başlamıştı, akşam sinemaya gitmeye karar vermiştik. Beynim hemen bir hesap yaptı; şimdi saat kaç, sinemaya kaç saat var ve sonra ağzımdan istemsizce "Ben eve gidip biraz temizlik yapayım, sonra geleyim." cümlesi çıkıverdi. Keyifli vakit geçirmek için oradaydım halbuki! Ajandamda sürekli o kadar çok yapılacak şey var ki, boş durduğum her an vicda azabı beni ele geçiriyor. Halbuki "hızlı değil, hazlı hayat"ı savunan, hiçbir şeyin tadını çıkaramadan koşanlara kızan da bizzat bendim. Ne zaman bu kadar hızlandığımın bile farkına varamadım.


10.10. Yani benim doğum günüm de böyle bir temponun arasına kaynamış oldu. Bütün gün bir müvekkilin işlemleri için Yeşilköy semalarında bulunup, trafiğe takılıp oldukça geç eve gelebildiğim gün, yani dün, benim doğum günümdü. Biraz iş günü olmasının, biraz yağmurlu havanın etkisiyle doğum günü mooduna girememiştim bir türlü.

İş çıkışı, kızkıza Mushaboom'da toplandık 25 yılı devirmemin şerefine. Eğlenceli tacımı takıp, bilgisayardan nutella shot tarifini açıp, blender'ın başına geçtiğimde keyfim yerindeydi. Koydum koydum karıştırdım, shotlara döktüm, kenarına biraz nutella sürüp servise başladım. Nutella, yeryüzünde en çok sevilen şekerli şeylerden biridir ya, Nutella shot da "ayy ben tatlı içki sevmem" diyenleri bile tavladı. Shotlar atıldıkça muhabbet de şenlendi.

Hediyelerime bile doyamadan, bu sabah 7:00'de gayet formal giyinmiş Havaş ile havalanının yolunu tuttum ve hayatımda ilk defa Bodrum'a üzerimde mont ve ayağımda çizmelerle geldim. Bütün gün çalıştıktan sonra, adliye kapanınca, kendimi Bodrum Merkez'e attım. Önce saçlarımı fönletip kendimi şımarttım, sonra da sahilde güzel bir yemek ile kendimi ödüllendirdim.


Yukarıdaki satırları, Bodrum'da denize karşı oturmuş, uçak saatimin gelmesini bekleyip, keyif çatarken yazıyordum ki, bilgisayarımın şarjı bitti. :) Aslında fena da olmadı, manzaranın daha çok tadını çıkardım. Doğum günümü karambolde kutlamış olsam da,  yeni yaşımın ilk gününü sevdiğim işi yaparak, Bodrum'da ve seyahat ederek geçirmiş oldum. Yeni yaşına nasıl girersen öyle gider, inanışı doğruysa bu yaşımda çok çalışacak ve çok seyahat edeceğim. Yehuuu!

Nutella Shot tarifine gelirsek,
1 su bardağı süt, 2 shot bardağı votka, 2 shot bardağı Beyaz Çikolatalı Mocha Kahve aramolı likor Hare, bir kaç küp buz ve 4 tatlı kaşığı Nutella'yı blender'ın içine atıyorsunuz ve köpük köpük olana kadar karıştırıyorsunuz. Sonra bu karışımı shot bardaklarına sürüp, kenarına tekila shota tuz sürer gibi nutella sürüyorsunuz. Yummy! Biz kalabalıktık o yüzden bu tariftekilerin hepsini ikiyle çarpıp koydum ben.

Orjinal tarifte (kendisi şu linkteydi ama kaldırılmış) Hare yerine Kahlua; normal votka yerine vanilyalı votka vardı. Bizim buradaki markette Kahlua ve Vanilyalı Votka bulamadığımdan biraz uyarlama yaptım ben kafama göre, gayet leziz oldu, hepimizden tam not aldı. Siz bu tarifi mutlaka bir yere not edin derim ben! :)

Bir yaş daha büyümüş olarak öpüyorum hepinizi.

Pinterest'im

Instagram'ım