30 Haziran 2009

SON

Uzun zamandır konuşmadığım birinden forward olarak aldığım Can Dündar yazısını aynen koyuyorum buraya, çok güzel! Bahsedilen film de "alınacak DVD'ler" listesine yazılası...




Dünyaca ünlü bir fotoğrafçı... Şöhrete ve paraya doymuş. Yaşadığı büyük kentin gürültüsünden, sürekli çalan telefonların sesinden, ha bire “Kendini toparla” diyen sıkıcı öğütlerden sakınabilmek için müzikle tıkıyor kulaklarını...

Arabayla eve döndüğü bir gece yarısı, yine kulağında notalarla keskin bir virajı alırken ölümcül bir kazadan kıl payı kurtuluyor.
Çarpmak üzere olduğu aracın penceresinde ölümün yüzünü görüyor.
Azrail’iyle yüzleşiyor.
Az kalsın tabutu olacak arabasından inip yürümeye başlıyor.
O andan itibaren, kendisini kovalayan ecelin peşine düşüyor.
Ve ölümü kovalarken, yaşamı keşfediyor.

* * *
Hayranı olduğum
Alman film yönetmeni Wim Wenders’in son filmi “Palermo Shooting” (“Palermo’da Yüzleşme”), hayatı, ölümü ve kendini sorgulamaya davet ediyor izleyicisini...

Ölümle yüzleşmesinin ardından Palermo’da ikinci hayata başlayan fotoğrafçı, eski hayatını kirli bir elbise gibi çıkarıp atıyor üzerinden... Bu güzelim
Akdeniz adasında, kulağında müzikle saatlerce yürüdükten sonra cep telefonuna göz atıyor:
“Yokluğumda 23 kişi aramış” diyor.
“Yokluğum” dediği, “varlığı” aslında...
Belki de ilk kez kendisi için “var” olduğu saatler...

O adada tanışıp sevdiği kıza, “görmediği hiçbir şeye inanmadığını” söyleyince şu cevabı alıyor:
“Bense sadece görmediklerime inanırım:
Tanrı, aşk, yaşam gibi...”
* * *
Filmin bir sahnesinde çobanlık yapan zengin bir işadamı, yeni hayatına doğru yürüyen fotoğrafçıya bir hayat dersi veriyor:
“Bazen bir şeyleri son kez yaptığımızı fark etmeyiz. Belki o yüzü son görüşümüzdür ya da o yoldan son geçişimiz... Bir şarkıya kulak verirken onu bir daha hiç dinleyemeyeceğimizi bilmeyiz; birinde tattığımız aşkı, bir daha hiç yakalayamayacağımızı bilemediğimiz gibi...
“İşte o yüzden, her şeyi son kez yaşar gibi doyasıya yaşamalıyız.”

* * *
Michael Jackson’ın “son konseri”ne hazırlanırken ölüvermesi bana bu sahneyi hatırlattı.Basın toplantısında kararlı bir edayla “Bu kesinlikle en son konserim olacak” diyordu.
En iyisi olsun diye çabalıyordu.
Bizse, gençliğimizin efsanevi pop starını sahnede son kez izleyebilmek için bilet arıyorduk.

Oysa hayat, kendisine rağmen plan yapılmasından hiç hoşlanmazdı.
Onun, başka bir “son” planı vardı.
* * *
O yüzden, siz siz olun, hiçbir şey için “son” demeyin.
Neyin gerçekten “son” olduğunu bilemezsiniz.
Hayat bazen, sonuncuyu çoktan yaşatmıştır size, esaslı bir finali bile çok görür; bazense “Bir daha olmaz” zannettiğiniz şeyi, ummadık anda karşınıza çıkarıverir.
En iyisi, her şarkıya son kez dinler gibi kulak vermek, her baharı bir dahakini göremeyecekmiş gibi içine çekmek, her dostla, ana babayla son buluşmaymış gibi sımsıcak kucaklaşabilmek, her aşkı en sonuncuymuş gibi doyasıya yaşayabilmektir.

yaratıcısın... yaratıcılar...


Bugün artık bu kadarına dayanamayıp iki final sınavımı birden ektim. Yarınki -şimdilik son- sınavımdan sonra yeniden biricik misyonum olan "keşfetme"ye başlayacağım. Filmler, kitaplar, mekanlar, etkinliklerle dolu post.lar gelecek. Ama bugünlük yine sağda solda görüp bayıldıklarımdan oluşan bir post... Bol şans dileyin bana n'olur en fazla dört tane bütünleme sınavı kaldırabilir bu bünye çünkü! =)


# Homo Erasmus! Gerçekten de doğru. Benim tek vodkayla sarhoş olan arkadaşımın bile Erasmus dönemlerinden sonra şişe devirir hale gelmesi başka nasıl açıklanabilir ki? Erasmus demek parti demek parti demek alkol demek! Buyrun homo sapiens'in homo erasmus evrimi:

Çarpıcı bir tepki! Türkiye'de yapmaya kalksan, üzerine sürdükleri yetmezmiş gibi "Senin de sahibin olayım anam!" diye laf atarlar o da ayrı mesele.

Güzel kafa yaratıcılığı tetikler mi sorusunun cevabı:
Hiç asansörlerde onlarca tuşa bakıp da iyi de hangisi bizim girdiğimiz yere çıkıyor, hangisi lobi, hangisi garaj diye kafanızın karıştığı olmadı mı? Azerbaycan'da olayı çözmüşler: Hayata çıkış!

Tekirdağ "Rakı"m tabelasının evrimi:

Yaratıcılık gördükçe, denedikçe, düşündükçe gelişen bir şey midir; yoksa yaratıcı mı doğulur?

27 Haziran 2009

çikolatalı kahveli bir pazar



Ben çikolata seviyorum. Hatta sütlü bütün tatlıları seviyorum. Ama iyisi güzeli lezzetlisi olacak, yoksa didikleyip didikleyip bir kenara atıyorum. Daha önce de bir sürü çikolatalı yazı yazdım.

Ama her zaman yurtdışına gidip sana ne getireyim diye arayanlar olmadığından, dolabımda her zaman merci bulunmuyor, her zaman öyle kalkıp doğru düzgün çok çeşitli çikolata satan yerlere gidip çikolata alışverişi de yapmam mümkün olmuyor. Hele bu sıcakta, öyle alıp çantaya atınca, eve gelene kadar çikolatadan başka her şeye benziyorlar.

O yüzden market çikolatalarına razı oluyorum. Fenalar mı, hiç değil. Tam tersine Ülker, Nestle ve Milka sevenlerdenim; ama paketleri çok özensiz, çok çirkin; ona bozuluyorum. Almanya'da, Hollanda'da market raflarındaki albenili paketleri özlüyorum.


Sanki Nestle bu takıntımı bilirmiş gibi, yeni %70 kakaolu çikolatasına çok şık zarf biçiminde bir karton paket yapmış. Paket de çok kullanışlı, çikolata da çok lezzetli. Lindt tadında, muz ve çilek gibi meyvelere çok yakışıyor.

Ülker de Gusti serisinin paketine diğerlerinden daha çok özenmiş. Diğerlerinden daha şık olmuş; ama çikolatası hayal kırıklığına uğrattı beni.

Yine de biricik aşkım kahvenin yanında ve sınav dönemimde her türlü "gideri" var : ))

niye bizim böyle afişlerimiz yok?

Bu reklam gülmekten öldürdü beni. Bakıp geçmeyin daha dikkatli bakın. Slip almışken, çorap da almak şart! Hahah =)) Bundan sonra erkek çorabının masum bir şey olduğunu düşünmemi beklemesin kimse benden...


Bu da bir erkek iç çamaşır firmasının afişi, yine şahane!

Sex... More sex... No more sex... Yaratıcı!
Hepsi cinsellik içerikli bunların, aklın fikrin nerde kızım senin diyen varsa; onlara da aşağıdakilerden verelim:

Vejeteryan restoranının reklamı:

Dünyanın en geyik müteahidinin eseri:

Ve çarpıcı bilinçlendirme çalışmaları, biri kirlilik diğeri kumar hakkında:



mutasyona uğramış aşklarım

Karşı cinsin kaşına gözüne, kokusuna, boyuna posuna aşık olma kabiliyeti olanlardan değilim ben. Olanları da anlamıyorum zaten. Bacak mı, el mi, ayak mı, göz mü, saç mı; hepsinin daha güzeli bir başkasında bulunabilir. Arkadaş sayımızın 500leri aştığı ve canımızın istediği herkese bilgisayar başında iki tıkla ulaşabildiğimiz bir devirdeyiz ne de olsa...

Birilerini diğerlerinden daha özel kılan da birlikte paylaşılanlar, birlikte yaşananlar, anı torbasına atılanlar oluyor ki, bu aşk değil. Bu paylaşımın iki insanı yakınlaştırması...



Ben bazen hiç tanımadığım insanlara aşık oluyorum. Bu da aşk olmayabilir gerçi; ama hayatımdaki aşka en yakın duygu. Fiziksel özellikleri yüzünden değil, yaptığı veya yarattığı bir şey yüzünden...

Bir hatun var mesela, inanılmaz güzel iletiler yazıyor, inanılmaz güzel şarkı sözleri ve şiirler bulup çıkarıyor ve süper fotoğrafları var. Sapığı gibiyim, her gün bakıyorum facebook sayfasına neler olmuş diye. Hayatımda hiç bir sevgilimin sayfasıyla bu kadar ilgilenmedim. Bir adam var, inanılmaz güzel fotoğraflar çekiyor. Bayılıyorum, ölüyorum bitiyorum. Bu kadar harika şeyler ortaya çıkarabildikleri için onlara aşık oluyorum.

Aa ne güzel fotoğraf çekmiş, aa ne güzel yazı yazmış, aa ne güzel tasarım yapmış diyip geçemiyorum. Bilmek istiyorum, onları yaratma süreçlerini takip etmek istiyorum, o insan ne yer ne içer, nasıl yaşar, nelerden ilham alır bilmek istiyorum. Her şeylerini merak ediyorum. Hani aşk bir insanın her şeyini merak etmekmiş ya, şu andaki sevgilimden daha çok merak ediyorum ben bu insanları...

Açıklama: Bu post blog konseptiyle çok alakasız oldu farkındayım; ama kendimi çok suçlu hissettim tam da son cümledeki şey yüzünden, birilerine itiraf edip rahatlamam lazımdı : ))

Güzel olmanın bir çok yolu var. Kendin ol!


Son zamanlarda gazetelerde gördüğüm en güzel reklam. Lee'nin...
Gazetenin sağ alt köşesinde bu fotoğraf ve altında iki cümle:
Güzel olmanın birçok yolu var. Kendin ol.

Hep alışmışım reklamlarda aynı tip kadınları görmeye, o yüzden on dakika bakakaldım fotoğrafa; çarptı ve etkiledi.

Hemen oturdum bilgisayar başına neymiş bu "make history" diye... Mayıs 2009'da başlamış ve tam bir yıl katılım süresi olan bir fotoğraf yarışması kampanyasıymış. Ödülü de tam 250.000euro!!

Benim favorim Türkiye'den bir fotoğraf oldu: "Choosing religion"


Çok değişik çalışmalar var. Rastgele üç tanesi daha aşağıda, herkesin "make history" anlayışının ne kadar farklı olabileceğini incelemek keyifli oluyor. Diğer fotoğraflara bakmak ve katılımcı olmak için buradan buyrun!


Müzik notu: Yeni olmasa da bu aralar çok eğlenerek dinlediklerimden: The Bird and The Bee- Fucking Boyfriend

26 Haziran 2009

Tasarım harikaları voL 1



Ben her şeyi kıskanma potansiyeline sahibim. Bir fotoğraf görürüm keşke bunu ben çekmiş olsaydım derim, bir yazı okurum keşke bunu ben yazmış olsaydım derim.... Ama en çok tasarımlar karşısında kapılıyorum bu hayranlık & kıskançlık karışımı duygulara. Sıkılmadan saatlerce tasarım sitelerini inceliyor ve bloglarını okuyorum.

Bu hafta en sevdiğim, en eğlenceli bulduğum beş tasarım:


1- Sperm şeklindeki kaşıklar. Eğlenceli bulanlar için yemek daha güzel hale gelir. İğrenç bulanlar için zayıflama bahanesi olur; iştahları kapanır.





2- Araba kılıfı şeklindeki çadır. Camping alanı bulmadan her park yerine çadır kurmak isteyen interrailciler için müthiş hayat kurtarıcı olur.




3- KingKong musun, Prens mi?! Tartıya çıkıp sayılara bakıp sinirlerini bozmaya son. Tartılıyorsun ve kaç kilo çektiğini değil, kim olduğunu öğreniyorsun. Süper!




4- Sandalyelerin hafif arkaya doğru olduğunda daha rahat olduğu hepimizin malumu. Ben hala "Düşüceksin Sezo bi düzgün dur!" diye azar işitenlerden biriyim, oturduğum sandalyeyi hep hafifçe arkaya yatırdığım için. Bu tasarıma o yüzden bayıldım, kafa patlatma riski olmadan keyifli oturuş.




5- Güneş açtı artık yaz geldi; yağmurlu kasvetli günlerden birazcık uzağız. Ruh hali, hava ile doğrudan bağlantılı olup da kışları mavi gökyüzüne hasret kalan benim gibiler için tasarlanmış bir şemsiye...

Michael Jackson



Bizden büyükler için daha manalıdır, MJ büyük ihtimalle. Hepsi "gençliğim ölmüş" gibi hissediyorum havasındalar zaten. Yine de 86 doğumlu olarak benim için de bir idol bir efsanedir MJ. İlkokulda annemin babamın dinlediği Cat Stevens ve Beatles dışında bildiğim tek Türkçe olmayan şarkılar MJ'ınınkilerdi... İlkokuldaki okuma bayramında MJ dansı yapan çocuğa aşık olmuştuk, hepimiz evde Moonwalk yapmaya çalışmıştık, MTV'den TOP100'u sadece MJ görebilmek için izlerdik... Hala oldies but goldieslerde beni en çok dans ettiren 10 şarkının için MJ'ninkiler mutlaka vardır.

Şimdi bu yazıyı MJ'ı nasıl sevdiğimi anlatmak için yazmadım aslında. Birinci enteresanlık insanların yarısının çoğunun onun öldüğü haberini Facebook'tan alması! Facebook ciddi ciddi dedikodu portalı boyutunu aşıp haber kaynağına mı dönüşüyor ne?!

İkincisi genel bir yas havası esmekte. Bu yas da son derece ingilizce "RIP" olarak dışa vurulmakta. İkisi de bana fazla gereksiz geliyor. Şöyle ki evet MJ benim de hayatımda bir idoldür; ama son 10 senede yaptığı hiç bir şey yüzünden değil. Son yıllarda sadece başarısız albümler yapmakla, burnuna 8273 estetik daha yaptırmakla, çocuk tacizciliğinden yargılanmakla, mikrop kaparım diye abuk hallerde gezmekle meşguldü. Yani kendini mahvediyordu, yıllar önce bir saniye görmek için televizyon başında pinekleyen ben adını duyduğumda "Amaaan yine napmış manyak?" diye dalga geçer hale gelmiştim.

Oh iyi oldu öldü demeye çalışmıyorum. 50 yaş artık genç sayılan bir yaş, erken bir ölüm, üzücü. Ama bu kadar yas havasına gerek yok. Adam 20 sene daha yaşasaydı bizim hayatımıza yeni şarkılar yeni showlar katabilecek miydi? Hiç sanmam. Burnu düşecekti belki...

Konser listesine Türkiye'yi kesinlikle koymayan, bunun açıklamasını da son derece aşağılayıcı bir biçimde yapan MJ'nin ölümü eski şarkıları ve moon walk'u bizde varken hiçbirimizde bir kayba yol açmamıştır, söylemeye çalıştığım şey de bu.

Ayrıca "toprağı bol olsun" denir bizde Müslüman olmayan biri öldüğünde RIP nedir yahu, ispanyol biri öldüğünde de İspanyolca mı söylemek gerekecek yani?

25 Haziran 2009

Hukukla dans! ,)

Sonunda gerçekten kafayı yedim : ))
Ardarda günlerde iflas ve ticaret sınavı olan bir kimsenin normal kalması zaten mümkün değil de...Ben gerçekten cozuttum... On senedir bale yapmıyorum, ama ayağımın altına ticaret hukuku ve iflas hukuku kitaplarını alınca üç beş figur geldi aklıma =)

iühf gerçeği = delirmek*



u

durex yaratıcılığı =)

Bugün birinin twitter iletisi sayesinde keşfettim Durex babalar günü reklamını: "Rakip firmaların ürünlerini kullananların,babalar gününü kutlarız"
İnanılmaz yaratıcı ve esprili, bayıldım.
Durex'in reklamlarını kim yapıyor bilmiyorum; ama hepsi birbirinden şahane.


Meyve aromalı olan ürününün reklamı:





24 Haziran 2009

bir sürü işe yarar şey...

Bu aralar ders çalışmak için devamlı evde olduğum için ve ders çalışmaktan daha çok dergi & gazete & internet yumulması yaşadığım için uçandan kaçandan haberim oluyor. Günde 10 tane post iLe yetişilemez & oku oku bitmez bir bloga dönüştürmek de istemiyorum burayı. O yüzden kısa kısa çok şeyden bahsedeceğim.



# 1: Doors Group davetiyle üye olduğum, kişiye özel onun ilgi alanlarına uygun olarak havadis maili yollayan bir site var: Brandlive. Benzerlerinden çok daha kaliteli, kesinlikle laubali değil ve dolu dolu içerikli. Daha önce havadis maili yollayan üyeliklerden bahseden yazımda, Brandlive'dan bahsetmeme sebebim, kurum daveti gerektirmesi, öyle hadi üye olayım ben de demenin yetmemesiydi. Ama yoğun istek üzerine, sınırlı sayıda kullanıcıya üyelik imkanı açmışlar şimdi. Bence kaçırmayın, doğrudan buraya bir uğrayıp kaydolun.


# 2: Çırağan barbekü gecelerine başlamış. Parasını nereye harcayacağını şaşırıp, en uyduruk çantası Vespa fiyatında olanlardan kesinlikle değilim; ama arada sırada kendimi şımartmayı seviyorum. Üstelik diğer yerlerdeki limitsiz alkol etkinliklerine kıyasla ve sadece günlük havuz faslı 250 euro olan Çırağan için gayet verilebilir bir fiyat: 145TL. KDV ve limitsiz yerli şarap, bira, anlaşmalı rakı markaları, meşrubatlar, çay, kahve dahil üstelik.





# 3: Adrenalin tatiller diye bir mail ve video dolanıyor ortalıkta. Mail haline buradan, video haline buradan ulaşabilirsiniz. 2 ve 3 numaraları zaten yaptım, diğerleri de direk ölüme davetiye yemez yapamam. Ama bu yukarıda resimleri olan Japonya'daki New Beach acayip ilgimi çekti. Japonlar ne kadar enteresan insanlar yahu, her seye bir çözüm buluyorlar.

#4: Teknolojik konulardan çok anlamadığımı itiraf ediyorum. Babaanne gibi değilim neyse de, kurdu da değilim. Geç keşfediyorum, geç adapte oluyorum. Mesela diğer maillerimi google mailime yönlendirebileceğimi ve yine diğer mail oturumlarımı hiç açmadan google hesabımdan hotmail ve ymail mailimden mail yollayabileceğimi yeni keşfettim. "Eee günaydınn!" diyenleri böyle güzel şeyleri benimle paylaşmaya davet ediyor, benden beter olup hala böyle bi mucizeden yararlanmayanlara da şiddetle şuradan konuyu incelemelerini tavsiye ediyorum.



#5: Sertab'ın "Bu böyle"si gerçekten güzel şarkı. Dinledikçe dinleyesi geliyor insanın.

#6: Buraya kadar okuduysanız, seviyorum sizi! =)




Maraz'ın keyiflisi











Ne yazsa bayıla bayıla okurum dediğim iki tane Türk yazar vardır: Biri Elif Şafak, diğeri Murathan Mungan. Elif Şafak’ın kurguları ve dili muhteşemdir, Murathan Mungan’ın ise kişi analizleri ve ruh hallerini kelimelere dökme yeteneği ona her seferinde aşık olmama neden olur. Eskiden bunlara Orhan Pamuk da dahildi, ama artık Orhan Pamuk içimi bayıyor, tahammül edemiyorum kitaplarına.

Yeni üçüncüm: Hande Altaylı! Ne öyle çok sıra dışı bir dil kullanıyor, ne de inanılmaz bir kurgusu oluyor romanlarının; ama bir solukta büyük zevkle okutuyor. Ve romanını okurken gerçekten kahkaha atmama neden olan tek yazar. Çok muzur bir kalemi var. Karakterler içimizden birileri, yaşananlar bizim yaşadıklarımız / yaşayacaklarımız ve az karakterle bol aksiyon = elden bırakılamayan kitapla keyif dolu saatler!

İlk romanı “Aşka şeytan karışır”ı okumaya gerçekten önyargılı başlamıştım. Fatih Altaylı’nın karısı olmanın avantajını kullanmak olduğunu düşünmüştüm nedense… Sonra da bu düşüncemden utanmama neden olacak kadar çok beğenmiştim romanı. İkinci ve sonuncu romanı Maraz’ı da yine çok sevdim. Hukuk çalışma aralarında, hafif, yormayan, keyifli cinsten bir kitap ihtiyacımı en iyi şekilde karşıladı.

Tatile çıkıyorsanız, boyutuyla da içeriğiyle de tam plaj çantasına atmalık cinsten bu roman!

Ve her kitaptan sonra olduğu gibi yine altında benim pembe kalemimin gezmiş olduğu satırlar:




<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Artık hayatında Cenk olmadığına göre o daha mı az Aslı’ydı? Aslı’dan Cenk çıkınca sonuç ne olurdu? ‘Saçmalama’ dedi kendi kendine, ‘Elmalardan armutları çıkartamayız. Yoksa çıkartabiliyor muyduk?’

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Aynı mahallede büyümüş, çocukluk ve gençliklerini hiç ayrılmadan bir arada geçirmişlerdi ama son yıllarda birbirlerinin hayatında gittikçe daha az yer kaplar hale gelmişlerdi. Bu kimsenin suçu değildi, sadece hayatın temposu çok hızlıydı.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->O ölünce benim hayatımın bir kısmı kayboldu. Aynı şey sizin için de geçerli. Bizimle ilgili bir sürü şey onun hafızasındaydı ve artık kaybolup gittiler. Ölmek yok olmaksa, yok olmaya başladık işte! Yeryüzündeki varlığımızın bir kısmı silindi.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Üniversiteyi bitirdikten sonra yıllarca tek başına yaşamış ve hiç yalnız olduğunu düşünmemişti. Demek ki yalnızlık birilerinin gidişiyle ortaya çıkıyordu.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Evlilik sadece bir kadın ve bir erkekten ibaret değildi. Dolap, yatak, kanepe, banyo, espresso makinesi, televizyon ve daha bir sürü şey evliliğe dahildi.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Rejim yapmak gibi bir şey değildi bu, basbayağı birini özlemeye benziyordu. Sevgili beyaz paket, güzel beyaz paket, benim güzel sigaram…

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Ali’yi affet, çok pişman, perişan oldu, hata yaptığını biliyor, seni çok seviyor. Aldatılan herkesin ezbere bildiği kalıplardı bunlar, ha bir de şu vardı: Herkes ikinci bir şansı hak eder.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Beni aldattığı için üzüldüm, çünkü bana böyle bir şey olduğunda üzülmek gerektiği öğretildi. Bunun çok kötü bir şey olduğu, hatta insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri olduğunu dinleye dinleye büyüdük. Belki de çok önemli bir şey değildir, bilmiyorum. Belki çok normaldir, belki saçma olan evlenmek ve sadakat sözü vermektir. Aslında bir taraftan bakarsan, iki insan sevişiyor, boşalıp tatmin oluyor, derdi niye bana düşüyor ki. Ben bu olayın içinde yokum bile, beni ilgilendiren bir durum yok ki!

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->“Keşke kocanı o kadar boş bırakmasaydın” diyenler kocalarının telefonlarını kurcalayanlardı. “Ali yakışıklı adam, kadınlar rahat bırakmaz.” Diyenler çirkin adamlarla evliydiler. “Herkes yapar”cılar, çoktan boynuzu yiyen ya da takanlardı. “Çocuk olsaydı şimdi donuna kadar alırdın” diyenler kendilerinin güvencede olduğunu söylemeye çalışıyorlardı. Siz gezerken onların anası ağlamıştı ama şimdi kapı gibi çocukları vardı ellerinde.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Farklı mizaçlarda yaratılıp, aynı sınava tabi tutulmamızın sebebini, öyle bir sınavın neden gerektiğini, neden en baştan kusursuz yaratılmadığımızı, içimize kötülük koyup sonra bizi bunun için yargılamayı aklım bir türlü almadı.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Uzaktan mutsuz bir çifte benziyorlardı, onları gören biri hiç ortak noktası kalmamış evli insanlar olduklarını sanabilirdi. Oysa birbirlerini eğlendirme zorunluluğu hissetmeyecek kadar eski dosttular ve bu yüzden sessizlik sorun değildi. Birlikte gülebilir, birlikte ağlayabilir ya da canları isterse sonsuza kadar susabilirlerdi.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Yaşlanmak ise ihtimallerin azalmasıydı. Sahip olamayacağını bilerek bakmaktı etrafa, geçmiş olsun demekti. Asla o kitaptaki adam ya da kadın olamazdın artık. ‘Sınırlı mutluluklar dönemine hoşgeldiniz’ yazan görünmez bir tabelanın altından geçerdin. ‘gerçekler dünyasına hoş geldiniz! Yetinmeyi öğrendiniz mi, öğrenmeniz gereken tek şeyi?’

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Bir ömür vardı elimizde ve hiçbir şey sığmıyordu içine. Hayat senden bağımsız, başlı başına, apayrı bir canlıydı, bazen seni yutuyordu ve sen içindeyim sanıyordun, işte tam o sırada seni kusuveriyordu.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]--> Utancın kül gibi dağılıp uçtuğu, iki insanın birbirine tutunup düştüğü, unutulmayanın unutulmaz olduğu, hesabının tutulması ve sorulması tamamen gereksiz, müzik olarak nitelenebilecek ve ancak öyle dinlenebilecek, sadece anlardan oluşan kusursuz bir zincir… Şükretme isteği uyandıran, insanı kendinden doğuran, uğruna ömürden uzunca bir sürenin üzerinin seve seve çizilebileceği, hayaliyle bir ömür geçirilebilecek epey zevkli bir sevişmenin ötesinde ve yukarısında iki insanın kendi tanrılarını arama ve bulduklarına inanma hali…

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Peki bana bunu kim yaptı? Ben yaptım. Neden? Çünkü o serserinin biriydi ve onunla olmam mantıksızdı. Sana bir şey söyleyeyim mi, bu dünyada mantıklı olmaktan daha mantıksız hiçbir şey yok.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->İnsan mutlu veya mutsuz olmaz ki. Öyle bir şey yok. Bazen mutlu, bazen mutsuz, genelde mutsuz olur. Kimi zaman idare edersin, kimi zaman edemezsin, bu kadar basit.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Kalabalığın bir parçası olmak, hiç kimse olmaktı ve insan ancak hiç kimse olabildiğinde kendini bir bütünün parçası gibi hissedebiliyordu. Biri olmak, bütünden kopmaktı.

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Dünyanın ve hayallerin bu kadar kolay değişebilmesi ne kadar garipti; ömrünün sonuna kadar birlikte yaşayacağını sandığın biri, üç gün sonra “el” olup çıkıyor ve sen buna alışıyordun.

Ayrıca kitap kapağındaki şaşkın resmin tam tersine gayet hoş da bir kadınmış kendisi.





Müzik notu: Bu yazıda neden dört tane alakasız şarkı olduğunu sorarsanız; hepsinin adı "while my guitar gently weeps" Sırayla Jake Shimabukuro, Beatles, The Jeff Healy Band ve Spineshank!

Kitabın başkahramanı Aslı'nın severek dinlediği bir parça olduğu yazıyor kitapta; ama hangi versiyonu olduğu hakkında bir bilgi yok. Spineshank olmadığından adım gibi eminim aslında ama; kalanlardan hangisi seçemedim... Kitabı okumuş, Aslı'yı tanımış olanlar hangisini yakıştırırlarsa seçsin beğensin alsın ; )

chromeo ve makaslanmış t-shirtum




Bu blogun unisex bir blog kalması için irademi resmen zorluyorum; ama adı bile "ziLLosh" olan biri için bu bazen biraz zor olabiliyor, o yüzden arada bir fırlayan son derece "dişi" yazılar için - mesela bu- erkeklerden özür diliyorum. Ama bence sizi de postlara koyduğum her telden parçalar oyalar =))

Bunun orjinal versiyonunu bulamadım; ama "chromeo" denilen bu grubun / kişinin bütün parçaları "Kendimi dans pistine atasım var" dedirtip kan kaynatacak cinsten. "You're so gangsta" uzun bir dönem beni gerçekten ayıltan kıpırdatan parça olmuştu mesela! You r so gang gang gang gang gang ganster! Needy girl ve bonafied loving electronica seven herkesin yaz playlistinde bulunası cinsten bıcır bıcır...


Gelelim t-shirt makaslama meselesine...

Pek moda oldu, eline makas alıp, t-shirta en afillisinden bir sırt dekoltesi konduruvermek. Hatta sırt dekoltesi pek moda oldu, herkesin sırtı açık bu yaz, her mağazada mutlaka sırt dekolteli bir kaç model var. Dekoltede en sevdiklerimdendir sırt. O yüzden ben de beyaz t-shirtlarımdan biri üzerinde deneme yaptım. Sonuç da güzel oldu hani. Hiç durmayın, giymediğiniz bir t-shirtu bayıla bayıla giyilebilir haline getirmek beş dakikanızı almaz.

Sadece arada epey mesafe bırakın keserken, yoksa arada kalanlar kopabilir. Ben dört parmak boşluk bırakarak kesmiş olmama rağmen, aradakiler incecik iplere dönüştü.

Altımdaki de pantolon niyetine giydiğim bir pijama altı. : ) Instyle'ın bu ayki sayısında vardı, pijama giymek moda olmuş. Sinem chuchamı trendsetter ilan ediyorum bu durumda. Cali'de iş dışında akla hayale gelebilecek her yere bir ya boyunca pembe pijamasıyla gitmişti. Pembe pijama ile okula gidip sınava girmiyorum henüz; ama siyahı gayet iş görüyor. Hem terletmiyor, hem de inanılmaz rahat! Yaşasın pijama modası! Instyle geç kaldın canım, bizde bu moda iki sene önce başladı!

Ayrıca MiuMiu'nun çantalarına tapan, sahip olmak istediği çanta hiç bir zaman chanel veya LV değil, her zaman beyaz veya krem bir MiuMiu olmuş biri olarak, şu çantalarına laf etmeden geçemeyeceğim. Benim çocukluğumda pazardan alıp takardık bu çantalardan. Bende de pembesi vardı, keşke saklasaymışım. MiuMiu'nun pazar çantasını taklit edip 920 dolarcık fiyat konduracağını nerden bilebilirdim ki? =)


23 Haziran 2009

kaçırılmaması gereken bir garage saLe!



Seymel'in 2. Garage Sale'i bu cumartesiymiş. Sadece bir gün boyunca bütün ürünler 5-30 TL arasında olacakmış. Çok eğlenceli ve sıradışı aksesuarlar kapılabilir gibime geliyor.

Yer:
Turnacibasi sok. Anabala pasaji no:23 D/101 Beyoglu
Telefon:
2447362






Pinterest'im

Instagram'ım