14 Haziran 2009

portobello cadısı

Kitapların benim elime doğru zamanda geçmesini sağlayan özel bir kitap perisi mi var; yoksa ben her zaman okuduğum kitaptan kendime mesaj çıkarma potansiyeline mi sahibim? (cevap çok zor değil sanki... ; ) )

Portobello Cadısı'nın anlatımı oldukça farklı. Ortadan kaybolmuş başkahramanımız Athena'yı herkes kendisine göre anlatıyor. Kimisinin sevgilisini çaldığı için nefret ettiği, kimisinin aşık olduğu,kimisinin sorumsuzlukla suçladığı, kimisinin hayatını değiştiren insan olarak yansıyor bize. Farklı insanların farklı bakış açılarından Athena'yı tanıyoruz ve bütün roman bu şekilde ilerliyor.

Athena da oldukça renkli bir karakter. Bir Romen ama annesi onu çok küçük yaşta terk edince, Beyrutlu oldukça zengin bir aile tarafından evlat edinilip, Şirin Halil adını alıyor. Daha sonra Şirin isminin kökenlerini ele vereceği, Avrupa'da zorluklarla karşılaşma ihtimali olduğu göz önünde bulundurularak adı Athena olarak değiştiriliyor. Beyrut'taki savaş dönemlerinde İngiltere'ye kaçıyorlar ve Athena üniversite okuyan bir genç kızken, çocuk doğrumayı kafaya takıp üniversitedeki eğitimini yarıda kesip evleniyor.

Sonrası bambaşka coğrafyalarda geçen bir serüven. Arap Emirliklerinde emlakçılık yapmaktan, Transilvanya'da gerçek annesinin peşine düşmesine kadar... Bir de özel güçlerini keşfedip, içindeki Aya Sofia'nın ortaya çıkışı ve bunun başına açtığı belalar var.

Anlatımıyla olduğu kadar konusuyla da sıradışı. Finali de oldukça şaşırtıcı. Çok gerçekçi romanları sevenlere tavsiye etmem; ama gerçek dünyayla bağlantıları koparmadan biraz mistizm eklemek için ideal.

Can Yayınları // 261 sayfa



Gayet hoş bulduğum tespitlerden bazıları:


<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Üniversiteye gitmişler, çünkü üniversitelerin çok önemli sayıldığı bir zamanda birisi onlara bu dünyada yükselebilmek için diploma sahibi olmak gerektiğini söylemiş. Bu yüzden de dünya bazı olağanüstü bahçıvanlar, fırıncılar, antikacılar, heykeltıraşlar ve yazarlardan yoksun kalmış.

- <!--[endif]-->Yerleşik dinler artık kimliğimiz ve yaşam nedenlerimiz konusunda temel sorular sormuyorlar. Tam tersine, sırf belli bir toplumsal ve siyasal örgütlenmeye uyum sağlayacak bir takım doğmalar ve kurallarda yoğunlaşıyorlar. Dolayısıyla gerçek maneviyatı arayan insanlar yeni yönlere yöneliyorlar. Bu da ister istemez dinlerin, güç yapıları tarafından bozulmasından önceki ilkel dinlere geri dönüş anlamına geliyor.

- <!--[endif]-->Mutluluğun aşk olduğunu söylüyorlar. Oysa aşk mutluluk getirmez, hiçbir zaman da getirmemiştir. Tam tersine sürekli bir kaygı durumudur aşk, bir savaş meydanıdır; kendi kendimize sürekli olarak acaba doğru mu yapıyorum diye sorduğumuz uykusuz gecelerdir.

- <!--[endif]-->Şimdilerde ideal güzellik zayıf olmaktır, ama binlerce yıl önce tanrıça imgeleri şişmandı. Aynı şey mutluluk için de geçerli. Bir dizi kural vardır. Bunlara uymazsan bilincin mutlu olduğun düşüncesini reddeder.

- <!--[endif]-->Benden nefret ediyor olabilir, ama belki de bu yüzden yetilerini bu kadar hızlı geliştirmiştir. Benden daha yetenekli olduğunu kanıtlamak için. Nefret bir insanı olgunlaştırdığında, sevmenin bir çok yolundan birine dönüşür.


Ve bizzat bana yazıldığı hissine kapıldığım satırlardan bazıları:


Ne istiyorsun? Mutlu olmayı isteyemezsin çünkü bu hem çok kolay hem de çok sıkıcı. Yalnızca aşık olmayı isteyemezsin, çünkü bu olanaksız. Ne istiyorsun? Hayatını doğrulamak, hayatını elinden geldiğince yoğun yaşamak istiyorsun. Bu hem bir tuzak, hem de bir coşku kaynağı.
Kendini tedirgin hissettiğin veya kafanın karışık olduğunu sandığın zamanlarda kendine gülmeye çalış. Kuşkular ve kaygılar içinde kıvranan, dünyada kendi sorunlardan başka bir sorun olmadığını sanan o kadına kahkahalarla gül

Senin ve benim gibi insanlar için hayatın sembolü tam bir daire çizmiş, kendi kuyruğunu ısıran yılandır. Biz kendimizi durmadan yok eder ve yeniden oluştururuz.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

"Mutluluğun aşk olduğunu söylüyorlar. Oysa aşk mutluluk getirmez, hiçbir zaman da getirmemiştir. Tam tersine sürekli bir kaygı durumudur aşk, bir savaş meydanıdır; kendi kendimize sürekli olarak acaba doğru mu yapıyorum diye sorduğumuz uykusuz gecelerdir"
Hiç alakası yok. Evet, uykusuz geceler vardır ama heyecandandır. Mutluluk getirir, hem de ayakların yere değmemecesine. Aşkta sorgu-sual, kaygı yoktur. Aşıksındır, o kadar basit. Kaygı ve doğruluğunu sınama eylemleri, aşk gerçek ve uzun süreli birlikteliğe dönüşmeye başladığında geçerlidir.

zillosh dedi ki...

yabancısı sayıLdığım bir konu : )) ama benim olduğumu sandığım her dönemde kaygı vardı. aradı mı, ne giysem, acaba nereye gideceğiz... : )

Adsız dedi ki...

Kaygı değil onlar, "tatlı telaş"... :)

Pinterest'im

Instagram'ım