31 Ocak 2011

Over-dose ilham: Design*Sponge

Kendimi bildim bileli, kendimi bir yere ait hissetmek konusunda problemlerim vardı. Ailemle yaşarken 'nasıl olsa üniversiteyi kazanıp gideceğim' vardı aklımda. Üniversitenin ilk iki senesinde yaşadığım Cihangir'deki muhteşem eve zaten geçici bir süreliğine yerleşmiştim. Sonra taşındığım Fındıklı'daki ev lokasyon olarak muhteşem olsa da fazla küçük ve yüksek zemin olduğu için 'daha iyisi bulunana kadar bir durak' görevi gördü. Ardından bir süre Anadolu Yakası'nda yaşadım ve daha oraya taşınırken bile içten içe ilk fırsatta yeniden Avrupa Yakası'na döneceğimi biliyorum.

Bu bahsettiğim evlerin hiçbirinde iki seneden daha az yaşamadım. Düşününce yerleşmek ve benimsemek için oldukça yeterli bir süre. Yine de bu evlerin tamamını "yatak-duş" ile sınırlı ve pansiyon havasında kullandım. Mutfağa hiç girmedim, eşyalarımı hiç tam olarak yerleştirmedim, evde uyumak, ders çalışmak ve duş almak dışında neredeyse hiç zaman geçirmedim...

İlk defa şimdi yaşadığım evde aidiyet hissediyorum. Koşa koşa eve gidiyorum, evde çok keyifli vakit geçiriyorum, köşe bucak temiz olmasını sağlıyorum... Böyle hissetmemi sağlayan pek çok farklı faktör var. Bu evin tamamen benim ihtiyaçlarıma ve yaşam düzenime göre sıfırdan yaratılmış olması, evdeki duvar renginden çatala kadar her şeyin benim seçimim olması, öğrencilikten çalışma hayatına geçmenin dinlenmeyi zorunlu kılıyor olması, mevsimlerden kış olması, evcil hayatı daha da keyifli kılan Aşk...

Öyle ya da böyle dekorasyona merak saldım. Ev eşyası satan mağazalara, internet sitelerine, dekorasyon dergilerine ve tasarım web sitelerine. Gidip Hermes'ten mobilya almıyorum tabii, mobilyalarımın çoğu IKEA veya siparişle marangoza yaptırma. Ama bu dergiler, mağazalar, bloglar, web siteleri inanılmaz fikir veriyor. "Aa bunu ben de yaparım." diyorum, veya elimde fotoğrafla "Ben bunu istiyorum" diye döşemecileri geziyorum, annemle babama "Şöyle şöyle bir şey istiyorum nasıl olur?" diye akıl danışıyorum, akla hayale gelmeyecek kadar ucuz fiyatlara benzerlerini buluyorum. Nasıl keyifli bir işmiş!





 


Özellikle de Design*Sponge bu konuda bir ilah! Türkiye'deki çoğu dekorasyon dergisinin oradan kopya çektiğini de fark ettim. Başına oturdum mu saatlerce kalkamıyorum! Muhteşem evler, muhteşem fikirlerle dolu! Şiddetle tavsiye ediyorum...






Fotoğrafların tamamı Design*Sponge'tan!
Evinize aşık değilseniz, bazı değişiklikler yapmak istiyorsanız bu siteye göz atmadan adım atmayın. O kadar iyi.

28 Ocak 2011

A) Bale B) Tiyatro C) Sinema D)Margarita

Eskiden her davete katılır, her plana dahil olurdum."Amaaan nolcak, hoşuma gitmese de altı üstü bir-iki saat" der geçerdim.  Boş zamanlarım azalınca inanılmaz kıymetlendi! Bir iki saat "altı üstü" denemeyecek kadar uzun bir zaman dilimi oldu hayatımda. Artık bana gerçekten keyif vermeyen hiçbir şey yapmaz oldum. Mesela geçen hafta bir açılış partisine gittik. Mekanın sahipleriden birinin başka bir işletmesinde çılgınlar gibi eğlenmişliğimiz var, o yüzden burası da çok tutacak, çok güzel olacak biliyorum. Gelgelelim açılış partisinde duramadım bile. İçerisi elimde içki tutamayacağım kadar kalabalıktı. İçerisi yüzünde mimik olmadan, sadece ses çıkartarak tamamen yapmacık bir şekilde kahkaha atan kadınlarla doluydu. Üzerime içki döküldükten ve arkamda dans eden kız üstüme çıktıktan sonra (ki bütün bunlar 10 dakika içinde oldu) ben gittim. Eskiden olsa "Amaan evde oturmaktan iyi işte" derdim. Artık öyle değil, gerçekten keyif veren bir şey yoksa dinlenmeyi tercih ediyorum.

Siz de artık farklı bir şeyler yapmak, keşfetmek isteyenlerdenseniz son zamanlarda gittiğim, izlediğim, beğendiğim birkaç etkinliği şiddetle tavsiye ediyorum:

A) Otello / Devlet Opera ve Balesi:



İkimiz de Avrupa yakasında yaşıyor, Avrupa yakasında çalışıyor, trafiksiz bir şekilde iş-ev arasında mekik dokuyabiliyor olsak da, haftaiçi bir gün iş çıkışı üşenmedik Aşk ile bale izlemek için karşıya geçtik. İş çıkışı ne yaptığımı soran arkadaşlarıma karşıya geçiyorum bale izlemek için, dediğimde. "Yok artık!" benzeri tepkiler aldım. Koştur koştur geç kalmamak için Süreyya Operası'na giderken etkinliğe tektük insanın katılacağından o kadar emindik ki önceden bilet almaya bile gerek görmemiştik. Bir gittik kapıda upuzun bir kuyruk! Neyse bilet bulduk ve Otello'yu izledik. Hep tiyatro formatında izlemeye alıştığımız Otello, İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından bu sefer bale olarak düzenlenmiş.


Baleyi izlemekten keyif aldığım aldığım kadar, hafta içi bir gün kocaman salonun dolu olmasından da keyif aldım. Etkinlik takvimi için buraya tık!



Bir de utanarak itiraf etmeliyim ki Süreyya Operası'nın yüzlerce kez önünden geçmiş olmama rağmen daha önce içine hiç girmemiştim. Bayıldım! O yüzden Otello'yu özellikle burada izlemenizi tavsiye ederim. Haydarpaşa Garı gibi çeşitli projeleri hayata geçirebilmek için kazayla (!) yanmadan önce bir görmüş olun burayı da en azından.

B) Bazı Sesler / Tiyatro 0.2

 "Var olan düzendeki bağımlılıklarımızla bir yüzleşme. Düzenin raylarını yerine oturtmaya çalıştığımız dünyamız. Hayatımızın yönlendiği gerçekler. Atlar. Alkol. Seks. Politika. Şiddet. Aile. Bazı Sesler kendi sesini unutmaya başladığın ve yabancılaştığın dünyana yüksek sesle sesleniyor. Dengeni bozan ve yön duygunu tekrar bulmanı cesurca isteyen bir yolculuğa çıkartıyor."

Dot sayesinde tanıştığımız dekorsuz, oyuncu ile izleyici arasında mesafelerin kalktığı ve bariz bir sahnenin olmadığı tarzda oyunlar oynadığını biliyordum Tiyatro 0.2'nin; ama ne yalan söyleyeyim bu kadar iyisini beklemiyordum!
Şizofren bir kardeş, ailenin sorumluluklarını yüklenmiş bir abi, şizofren kardeşin akıl hastanesinden arkadaşı olan çok ilginç bir evsiz, hepsinden daha zengin ama şiddet problemleri olan bir adam, hamile bir kadın... 

Muhteşem bir oyunculuk, harika müzikler...

Şiddet var, romantizm var, sevgi var, nefret var, espri var, küfür var... Oyun resmen suratınıza, kalbinize çarpıyor. İzlediğim en iyi oyunlardan biri. Şiddetle tavsiye ediyorum. İzlemezseniz gerçekten bir şey kaçırmış olursunuz.

Oyun tarihleri ve rezervasyon bilgisi için tık tık!
Bir de oyuna giderken yanınıza bir paket sigara almayı unutmayın, oyun arasında bütün izleyiciler koşa koşa dışarı çıkıp bir sigara içti. Ne demek istediğimi izlediğinizde anlarsınız ;)


 


C) Ne bunlar böyle fazla entel dantel tavsiyeler, gelemem ben böyle şeylere diyorsanız da; şimdi gösterimde olan Love & Other Drugs'ı tavsiye edebilirim. 

Sanatsal olmayan, köpük, keyifli bir film. Biraz Viagra belgeseli, biraz parkinson bilinci, biraz aşk, biraz dram, biraz kahkaha. Güzel vakit geçirtiyor. En azından baş rolde kız çok güzel, adam çok yakışıklı. Bol bol gülüyor, bol bol duygulanıyorsunuz.

4) Sinema filan da kesmez beni bu soğukta en azından ısınmalık alkol lazım diyorsanız da Akaretler'deki  der die das yollarını tutup bir margarita yuvarlayın derim ben. Son zamanlarda içtiklerimin en en en iyisi! 


Ne zaman buranın önünden geçsem tam karşısına "wer wie was" isimli bir mekan açma isteği kaplıyor içimi :))


18 Ocak 2011

Sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor!







Sıkıntı öldürüyor. Çok geçici, anlık, maksum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. Sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor çünkü.

Murat Uyurkulak, Tol












Boşluğun yaraladığı hafızamız, anımsamayı da unutmayı da bilmiyor.

Ayşegül Devecioğlu - Kış Uykusu 







Çaresiz bir şekilde hayatımızdan daha çok keyif almaya çabalarız ama keyif veya mutluluk veren her şey ya pahalı ya da zararlıdır.

Magritte Schreiner - Hayal Kırıklıkları Kitabı










Başkaldırmak için bir şeyi benimsemek, ciddiye almak, ona bağlanmak, o bağlılığın yükünü duymak gerekmez mi?

Bilge Karasu - Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı











Hayat bir panayırdır, biraz hüzünlü, biraz neşeli, biraz tehlikeli, biraz cömert, biraz tesadüfi, biraz kırık.

Jaques A. Bertrand -Terazinin Hüznü





İnsan mutluluğu ender rastlanan bir olgudur. Mutlu çağlar değil, yalnızca mutlu anlar vardır.

John Berger -  Ve yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü



Hepimiz ölüme bir hayat borçluyuz.

Salman Rushdie - Geceyarısı Çocukları







Metis Yayınları geçen seneki muhteşem esprili İllallah Ajandası'ndan sonra, bu sene de her sayfasında Metis Yayınları'ndan çıkan romanlardan güzel cümlerlerin bulunduğu çok şık bir defter yapmış. Yukarıdaki cümleler benim bu aralar notlarla doldurduğum sayfalardaki cümlelerden en sevdiklerim...

Foto 2: Retro inside by Goaddicted
Foto 3: Fly by Brvno
Foto 6: Here goes the bubble by mi4
Foto 7: This modern love ii by mi4

16 Ocak 2011

Acemiler / tembeller için "Mutfak 101"

Kimileri yemek konusunda hem doğuştan yeteneklidir, hem de mutfağa çok meraklıdır. Kimilerinde özel bir merak veya yetenek olmasa da çocukluğundan beri mutfakta annesine yardım etmekten gelen bir pratiklik ve bilgi yer etmiştir. Kimileri de her zaman leziz yemeklerle büyümüş, mutfağa çok nadiren girmiştir, yalnız yaşamaya başladığından beri de ya üşengeçlikten, ya bilmemekten hep dışarda yer veya 'yemeksepeti' kullanır.

Ben sonunculardanım. Anne tarafımın Egeli oluşu evimizde masanın vazgeçilmezini zeytinyağlılar yapmıştır. O kadar lezzetli olurlar ki, ben hala dışarıda yediğim her zeytinyağlıya bok atarım. Adana'da uzun bir süre yaşamam et kültürümü geliştirmiştir. Ki Adana'nın mutfağı da sanıldığının aksine kebaptan ibaret değildir, oldukça leziz pek çok komşu ülkeleden (mesela Suriye) ve şehirden (mesela Antep, mesela Urfa) taşınan spesyaller de Adana mutfağına yer etmiştir. Sonra da yaklaşık altı senelik bir "üç öğün dışarıda yeme" sendromu  ve seyahatlerde "Buraya özgü ne varsa onu yemek istiyorum!" tutturmaları sonucunda hep farklı ve lezzetli şeyler yedim. Sonuç olarak artık dışarıda yediğim yemekler beni çoğu zaman tatmin etmemeye başlayınca, Aşk'ın da şevklendirmesi ile yavaş yavaş evde mutfağa girer oldum.

Aşk ile benim için kahvaltının yeri apayrı. Hatta gecenin bir vakti film izlerken acıkınca bile hiç üşenmeden kalkıp çay demleyip kahvaltı sofrası kurduğumuz oluyor.

Kahvaltı keyfinin kahvaltılıkların kalitesiyle doğru orantılı olduğunu düşünüyorum ben. "Tahsildaroğlu" beyaz peyniri şiddetle tavsiye ediyorum, mutlaka deneyin. Benim buzdolabımın demirbaşı haline geldi. Bir de kahvaltı sofrasında dilimlenip, üzerinde zeytinyağı gezdirilip kekik serpilmiş domates mutlaka olmalı bence.

Yandaki fotoğrafta gördüğünüz sigara börekleri de Superfresh'ten. Dondurulmuş ürün mü ay çok sağlıksız diyorsanız da, üzgünüm dışarıda yediğiniz şeylerin %90'ının bunlar olduğu ile yüzleşin! En azından evde bildiğiniz, temiz ve kaliteli yağda kızarıyorlar.

Bir de yogitamın bana aldığı yemek kitabından yaptığım çok pratik ve bir o kadar da lezzetli bir kahvaltılık:

Öncelikle fırınınızı ısınması için çalıştırıyorsunuz. Bu sırada bir kaseye yumurta kırıp güzelce çırpıyorsunuz. Ardından içine zeytinyağı, kırmızı pul biber atıyorsunuz. Beyaz peyniri ufalayıp buna ekliyorsunuz. Arzu ederseniz maydonoz da ekleyin. Ben peynirli her şeye inanılmaz yakıştırıyorum maydonozu.

Daha sonra bu karışımı bol bol ekmeğinizin üzerine sürüyorsunuz. Ben karışımın içine zeytinyağı eklediğim için ekmeklerin üzerine başka bir yağ sürmüyorum.

Ekmekler yapışmasın diye yağlı kağıda dizip 200 derece fırında 10 dakika kadar pişiriyorsunuz. Yummy! 

Bundan sonra da haftada en az bir kere Aşk ile keşfettiğimiz mutfak tüyoları ve tariflerini buradan veriyor olacağım. En sağlıklı, en iyi yol olacakları gibi bir iddiam kesinlikle yok. Diğer yandan en tembel veya en acemi tarafından da hazırlanabilecek kadar pratik ve üstelik de pek lezzetli olduklarını garantiliyorum. :)

En keyiflisinden bir pazar olsun! 


11 Ocak 2011

Bir kere daha: "Hızlı değil, hazlı hayat!"

Yer Teşvikiye Yokuşu. Çok güzel bir küçük kız çocuğu annesinin elinden tutmuş uslu uslu yürüyor. Daha doğrusu sesini çıkarmadan annesinin adımlarına yetişmeye çalışıyor. Anne belli ki çalışan bir kadın. Çocuk da yaparım kariyer de havasında olanlardan. Şık bir iş kıyafeti giymiş ve saçları kuaför elinden çıkmış. Ama hem kıyafetinin, hem saçının üzerinden yoğun bir gün geçmiş belli. Bir elinde kızının eli, diğer elinde market poşeti, kulağı ile omzu arasına bir telefon sıkıştırmış harıl harıl işle ilgili talimatlar veriyor birilerine. Telefonu kapatıyor, kızı tatlı tatlı "Anneciğim bugün okuduğum kitapta anlamadığım yerler oldu benim. Mesela..." diye söze başlıyor. Anne onun sözünü kesip, "Gerizekalı mısın?! Bir kere daha okusaydın! Ben bütün gün koşturup duruyorum görmüyor musun!" diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlıyor. Yorgunluktan kaynaklanan bütün tahammülsüzlüğü muhtemelen okumayı bile yeni yeni öğrenen kızına patlıyor.

Yer Kadıköy- Karaköy vapuru. 
Yine çok güzel küçük bir kız çocuğu. Konuşmalarından daha sonra öğrendiğim üzere babaannesi olan ortayaşlı bir kadının kucağında oturuyor. Babaanne aklımızdaki babaanne imajından oldukça uzak fıstık gibi bir kadın. Çok şık giyinmiş, vücudu fit, saçlar çok bakımlı... Biraz ileri yaşta doğum yapmış bir anne olabilirdi pekala.
Hemen yanlarında oturan bir başka vapur yolcusu amca minik kızın güzelliğine iltifatlar ediyor. Sonra Sultanahmet yarımadasını geçerken "Bu camiilerin hangileri olduğunu biliyor musun?" diye sorup, küçük kıza tek tek öğretiyor onları. Babaanne  "Götürüyorum onu sık sık o taraflara; ama yaşı çok küçük galiba bunlar için. Çok aklında kalmıyor. Yine de alışkanlık kazansın, müze sergi gezme adabını öğrensin, biraz kulak dolgunluğu bile olsa iyidir, diye düşünüyorum." diyor. Torunu ile birlikte Pera Müzesi'ndeki Kahlo'ların sergisine gidiyorlarmış.


İki küçük kız çocuğu. İkisi de çok güzel, ikisi de maddi olarak ortalamanın üzerindeki ailelerde doğmuşlar, aşağı yukarı da aynı yaşlardalar. Biri hızlı tempoya şimdiden ayak uydurmak zorunda, diğeri daha yavaş daha keyifli daha keşfede keşfede yaşama lüksüne sahip.

Peki ya biz? Biz artık kendi hayatımızı yönetme yetkisine sahibiz, ama sürekli artan bir tempoda yaşıyoruz. Kitaplar, kişisel gelişim bıdı bıdıları, eğitimciler hep bir ağızdan bize daha hızlı olmamızı, daha çok çalışmamızı söylüyor. Hıza alışınca yavaşlayamıyorsun, vicdan azabı ve bir şeyleri kaçırdığın paranoyası peşini bırakmıyor. Düşününce asıl güzellikleri ve mutluluk sebeplerini koşarken kaçırdığını fark ediyor insan.

Bir kere daha emin oldum ben "Hızlı değil, hazlı hayat!" yaşamak istiyorum!

Foto 1:  A Child (by zlty dodo)
Foto 2: Slow Down (by kittysyellowjacket)
Foto 3: Sleep Deprivation (by FatherofGod)
Tamamı deviantart'tan.

08 Ocak 2011

İstanbul'da iki yeni mekan: İster kahvaltıya, ister sangria'ya!

'Az'ın bazen 'çok' olduğunu daha yeni yeni öğreniyorum. Daha az dışarı çıkıyorum; ama daha çok yeni şey keşfediyorum. Daha az alkol tüketiyorum; ama daha çok keyif alıyorum. Daha seçiciyim; ama daha çok içime siniyor her şey.

Sırf cumaları dışarı çıkmak alışkanlık olduğu için her cuma dışarı çıkmıyorum mesela eskisi gibi. Güne göre değil, katılmak istediğimiz etkinliğe göre plan yapıyoruz. Bunun biraz doymakla da alakası var galiba. Sarhoş halime, ertesi gün bütün vücudum ağrıyacak kadar dans etmeye, sırf kendini göstermek için bir yere gelenlere geçtiğimiz altı yıl boyunca epeyce doydum. Farklı gelmiyor... Cazip hiç...

Oldukça keyifli bir şekilde yeni yıla başladıktan sonra yılın ilk haftası oldukça dolu dolu geçti. Dışarıda yenilen yemekler konusundaki hayal kırıklıkları yüzünden evde mutfağa girmeye başlamamdan ve izlediğim bale ile tiyatro oyunundan daha sonra bahsedeceğim. Şehrimize yeni açılan mekanlardan ikisi ile başlayayım 2011'in yazılarına :))



1) Rose Marine:
Cihangir yakın bir geçmişe kadar canlılığını yitirmeye başlamış, güzel mekanlar Asmalımescit ile Şişhane taraflarında yoğunlaşmıştı ki, Cihangir'de bir bir açılan yeni mekanlar sayesinde yeniden cıvıl cıvıl oldu o taraflar.

Cihangir'deki mekanlarda her telden müşteri görmek mümkündür. Çoluklu çocuklu aile, bilgisayarını kapıp gelmiş tek insanlar, ders çalışanlar, dedikodu yapanlar, öpüşüp koklaşan çiftler, toplantı havasındaki gruplar... Rose Marine de bu geleneği bozmayan bir müşteri kitlesine sahip.

Yemeklerini tatmadım, ama kahvaltı menüsüne bayıldım. Şöyle ki kahvaltı tabağı diye fiks bir şey dayamıyorlar burnunuza. Çeşit çeşit peynirler, zeytinler, hamur işleri, müsliler, meyveler, reçeller vs vs var menüde, siz kendi kahvaltı tabağınızda ne görmek istiyorsanız onu yaratıyorsunuz. Pek keyifli! Peynir zeytin tereyağı kombinasyonundan sıkıldıysanız taze meyveli yoğurt, poğaça, filtre kahve gibi tamamen kişisel zevkinize uyan bir tabak yaratabilirsiniz.

Kış bahçesinde sigara içiliyor olması şahane; ama o pek gösterişli devasa sobalar kesinlikle orayı ısıtmaya yetmiyor. Yarım saat keyifle oturuyorsunuz, sonra buz parçası oluyorsunuz.

Bir de belki yılbaşı dönemi diye öyleydi, ama her yerden bir şey sarkıyor olması bir süre sonra çok rahatsız edici oluyor. Her milimetrede bir süs bir aksesuar, her telden!

Ben dekorasyon olarak en çok tuvaletlerini beğendim, kendimi Virginia Woolf'a misafirliğe gitmiş gibi hissettim.



Time Out İstanbul'u çok severim ben. Adliye yollarındayken veya koridorlarında hakim beklerken trafikte Lounge FM dinlemek kadar yatıştırıcı ve keyif verici bir etkiye sahip. Ama yeni yılın ilk sayısında fena hayal kırıklığına uğrattı beni. Bir kere kapağı çok başarısız. Uzaylılara ister çok meraklı olun, ister tam bir saçmalık olduğunu düşünün ama İstanbul'u anlatan bir derginin ana konusu olabilecek bir şey değil. (Lafı geçmişken uzaylılara ilişkin en sevdiğim şey de Murathan Mungan'ın Üç Aynalı Kırk Oda'daki Alice Harikalar Diyarında'sıdır. Okumadıysanız şiddetle tavsiye ediyorum. Gerçekten çok komik, çok keyifli.)

Bir de benim asıl takıldığım konu yeni açılan mekanlardan bahsedilen kısımdaki yazılardan birkaçı hariç hepsinin Merve Arkunlar tarafından yazılmış olmasıydı. Okur bakımından gerçekçilik ve tarafsızlığı zedeleyen bir şey bu bence. Tek bir kişinin gözlemlerini okuyacaksam TimeOut'u değil blogları tercih ederim ben.

Yine de TimeOut'ta hem ilanını hem tanıtım yazısını gördüğüm Torro cuma gecesi planlarımızın rotasını uzun zamandır uğramadığımız Asmalımescit'e düşürdü. İspanyol gecesi yapacak, tapaslarla lezzetten dört köşe olacak, sangrialarla kafayı bulacaktık.



2) Torro: Bir zamanlarki gözdelerimiz Parantez ve Bezgin'in sokağına girip, bu mekanlardan aşağı yürüyünce Torro'yu görmemeniz imkansız. Ben bu mekanları bilmiyorum derseniz, Babylon'un paralelindeki sokak diyelim. Kıpkırmızı tenteleri ve kırmızı ağırlıklı dış görünüşüyle son derece davetkar. İstanbul'da görmeye çok alışkın olmadığımız kadar cool, şık ve güleryüzlü güvenlikleri var kapıda. Off Pera'dan tanıdık olduğumuz Bacardi bidonları da sigara içen müşterilerle dolu. İçerideki dekorasyon güzel, çalan müzikler İspanyol tarzıyla alakasız bir biçinde house müzik olsa da süper gidiyor. Yemeğinizi yerken bir yandan da kımıl kımıl yapıyor sizi, olduğunuz yerde dans etmeye başlıyorsunuz.

Gelgelelim şu İstanbul'daki tapas porsiyonlarına zaten bir anlam veremiyorken Torro işi daha da abartıp mini-ötesine düşürmüş. Fıstıklı köfte, cheese pie, cajun tavuk parçaları, patatas bravas istedik. Hepsi çok lezzetliydi. Ama porsiyonlar fiyatlara kıyasla abartı küçük.

"Tapas demek bu demektir." diyenlere "Hadi canım oradan!" diye isyan ediyorum. Uzuunca bir  seyahatimizde tapasın anavatanında pek çok restoranda tapas yemişliğim olduğu için bu konuda ukalalık yapma hakkını kendimde buluyorum. Evet, yemek porsiyonu kadar büyük olmaz tapaslar; fakat iki çeşit tapas ile tıka basa doyarsın. Bir tabağa fındık büyüklüğünde dört köfte koymak tapas değil, kazıklamaca tapas derim ben ancak. Çok aç olmamamıza rağmen, iki kişi altı çeşit tapas yedikten sonra bile kendimizi doymuş hissedemedik torroda. Porsiyonları büyütmezlerse yemek kısmı yürümez.


 Sangria'ya gelince... İstanbul'daki her sangria yapan yerde hayal kırıklığı yaşadıktan sonra (ya sıcak şarabı soğutup sangria diye veriyorlar ya da aşırı şekerli oluyor) sonunda lezzetli bir sangria içme fırsatı bulduk. Ama sangrialara da alkolü resmen damlatmışlar. Bir sürahi gerçek sangria ile üç kişi gerçekten sarhoş olduğumuzu bilirim ben. İçinde rom var, portakal likörü var, şarap var, votka var ne de olsa. Ama Torro'da iki kişi bir sürahiyi devirip, üzerine birer büyük bardak daha götürdükten sonra çakırkeyif bile olamadık.

Özetle keyifli bir gece geçirdik, o çok özlenen İspanya mooduna girdik. Size de bir gece keyif yapmalık tavsiye ederim. Ama bir kerelik güzel mekan, müdavimi olunacak tapas bar hala aranmakta!

Elinizde güzel bir sangria tarifi varsa onu da bana iletirseniz pek bir şahane olur hani :)

Pinterest'im

Instagram'ım