'Az'ın bazen 'çok' olduğunu daha yeni yeni öğreniyorum. Daha az dışarı çıkıyorum; ama daha çok yeni şey keşfediyorum. Daha az alkol tüketiyorum; ama daha çok keyif alıyorum. Daha seçiciyim; ama daha çok içime siniyor her şey.
Sırf cumaları dışarı çıkmak alışkanlık olduğu için her cuma dışarı çıkmıyorum mesela eskisi gibi. Güne göre değil, katılmak istediğimiz etkinliğe göre plan yapıyoruz. Bunun biraz doymakla da alakası var galiba. Sarhoş halime, ertesi gün bütün vücudum ağrıyacak kadar dans etmeye, sırf kendini göstermek için bir yere gelenlere geçtiğimiz altı yıl boyunca epeyce doydum. Farklı gelmiyor... Cazip hiç...
Oldukça keyifli bir şekilde yeni yıla başladıktan sonra yılın ilk haftası oldukça dolu dolu geçti. Dışarıda yenilen yemekler konusundaki hayal kırıklıkları yüzünden evde mutfağa girmeye başlamamdan ve izlediğim bale ile tiyatro oyunundan daha sonra bahsedeceğim. Şehrimize yeni açılan mekanlardan ikisi ile başlayayım 2011'in yazılarına :))
♥
1) Rose Marine:
Cihangir yakın bir geçmişe kadar canlılığını yitirmeye başlamış, güzel mekanlar Asmalımescit ile Şişhane taraflarında yoğunlaşmıştı ki, Cihangir'de bir bir açılan yeni mekanlar sayesinde yeniden cıvıl cıvıl oldu o taraflar.
Cihangir'deki mekanlarda her telden müşteri görmek mümkündür. Çoluklu çocuklu aile, bilgisayarını kapıp gelmiş tek insanlar, ders çalışanlar, dedikodu yapanlar, öpüşüp koklaşan çiftler, toplantı havasındaki gruplar... Rose Marine de bu geleneği bozmayan bir müşteri kitlesine sahip.
Yemeklerini tatmadım, ama kahvaltı menüsüne bayıldım. Şöyle ki kahvaltı tabağı diye fiks bir şey dayamıyorlar burnunuza. Çeşit çeşit peynirler, zeytinler, hamur işleri, müsliler, meyveler, reçeller vs vs var menüde, siz kendi kahvaltı tabağınızda ne görmek istiyorsanız onu yaratıyorsunuz. Pek keyifli! Peynir zeytin tereyağı kombinasyonundan sıkıldıysanız taze meyveli yoğurt, poğaça, filtre kahve gibi tamamen kişisel zevkinize uyan bir tabak yaratabilirsiniz.
Kış bahçesinde sigara içiliyor olması şahane; ama o pek gösterişli devasa sobalar kesinlikle orayı ısıtmaya yetmiyor. Yarım saat keyifle oturuyorsunuz, sonra buz parçası oluyorsunuz.
Bir de belki yılbaşı dönemi diye öyleydi, ama her yerden bir şey sarkıyor olması bir süre sonra çok rahatsız edici oluyor. Her milimetrede bir süs bir aksesuar, her telden!
Ben dekorasyon olarak en çok tuvaletlerini beğendim, kendimi Virginia Woolf'a misafirliğe gitmiş gibi hissettim.
♥
Time Out İstanbul'u çok severim ben. Adliye yollarındayken veya koridorlarında hakim beklerken trafikte Lounge FM dinlemek kadar yatıştırıcı ve keyif verici bir etkiye sahip. Ama yeni yılın ilk sayısında fena hayal kırıklığına uğrattı beni. Bir kere kapağı çok başarısız. Uzaylılara ister çok meraklı olun, ister tam bir saçmalık olduğunu düşünün ama İstanbul'u anlatan bir derginin ana konusu olabilecek bir şey değil. (Lafı geçmişken uzaylılara ilişkin en sevdiğim şey de Murathan Mungan'ın Üç Aynalı Kırk Oda'daki Alice Harikalar Diyarında'sıdır. Okumadıysanız şiddetle tavsiye ediyorum. Gerçekten çok komik, çok keyifli.)
Bir de benim asıl takıldığım konu yeni açılan mekanlardan bahsedilen kısımdaki yazılardan birkaçı hariç hepsinin Merve Arkunlar tarafından yazılmış olmasıydı. Okur bakımından gerçekçilik ve tarafsızlığı zedeleyen bir şey bu bence. Tek bir kişinin gözlemlerini okuyacaksam TimeOut'u değil blogları tercih ederim ben.
Yine de TimeOut'ta hem ilanını hem tanıtım yazısını gördüğüm Torro cuma gecesi planlarımızın rotasını uzun zamandır uğramadığımız Asmalımescit'e düşürdü. İspanyol gecesi yapacak, tapaslarla lezzetten dört köşe olacak, sangrialarla kafayı bulacaktık.
♥
2) Torro: Bir zamanlarki gözdelerimiz Parantez ve Bezgin'in sokağına girip, bu mekanlardan aşağı yürüyünce Torro'yu görmemeniz imkansız. Ben bu mekanları bilmiyorum derseniz, Babylon'un paralelindeki sokak diyelim. Kıpkırmızı tenteleri ve kırmızı ağırlıklı dış görünüşüyle son derece davetkar. İstanbul'da görmeye çok alışkın olmadığımız kadar cool, şık ve güleryüzlü güvenlikleri var kapıda. Off Pera'dan tanıdık olduğumuz Bacardi bidonları da sigara içen müşterilerle dolu. İçerideki dekorasyon güzel, çalan müzikler İspanyol tarzıyla alakasız bir biçinde house müzik olsa da süper gidiyor. Yemeğinizi yerken bir yandan da kımıl kımıl yapıyor sizi, olduğunuz yerde dans etmeye başlıyorsunuz.
Gelgelelim şu İstanbul'daki tapas porsiyonlarına zaten bir anlam veremiyorken Torro işi daha da abartıp mini-ötesine düşürmüş. Fıstıklı köfte, cheese pie, cajun tavuk parçaları, patatas bravas istedik. Hepsi çok lezzetliydi. Ama porsiyonlar fiyatlara kıyasla abartı küçük.
"Tapas demek bu demektir." diyenlere "Hadi canım oradan!" diye isyan ediyorum. Uzuunca bir seyahatimizde tapasın anavatanında pek çok restoranda tapas yemişliğim olduğu için bu konuda ukalalık yapma hakkını kendimde buluyorum. Evet, yemek porsiyonu kadar büyük olmaz tapaslar; fakat iki çeşit tapas ile tıka basa doyarsın. Bir tabağa fındık büyüklüğünde dört köfte koymak tapas değil, kazıklamaca tapas derim ben ancak. Çok aç olmamamıza rağmen, iki kişi altı çeşit tapas yedikten sonra bile kendimizi doymuş hissedemedik torroda. Porsiyonları büyütmezlerse yemek kısmı yürümez.
Sangria'ya gelince... İstanbul'daki her sangria yapan yerde hayal kırıklığı yaşadıktan sonra (ya sıcak şarabı soğutup sangria diye veriyorlar ya da aşırı şekerli oluyor) sonunda lezzetli bir sangria içme fırsatı bulduk. Ama sangrialara da alkolü resmen damlatmışlar. Bir sürahi gerçek sangria ile üç kişi gerçekten sarhoş olduğumuzu bilirim ben. İçinde rom var, portakal likörü var, şarap var, votka var ne de olsa. Ama Torro'da iki kişi bir sürahiyi devirip, üzerine birer büyük bardak daha götürdükten sonra çakırkeyif bile olamadık.
Özetle keyifli bir gece geçirdik, o çok özlenen İspanya mooduna girdik. Size de bir gece keyif yapmalık tavsiye ederim. Ama bir kerelik güzel mekan, müdavimi olunacak tapas bar hala aranmakta!
Elinizde güzel bir sangria tarifi varsa onu da bana iletirseniz pek bir şahane olur hani :)
♥
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder