roma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
roma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

03 Kasım 2014

Roma'dan neler almalı, ben neler aldım ve size neler getirdim :)


Roma seyahatinden İstanbul'a çılgın gibi alışveriş yüküyle, hayata geçirilecek projelere dair ilhamla, nasıl bir hayat yaşamak istediğim konusunda oldukça kararlı biçimde döndüm. Döndüğüm gibi de yoğun çalışma saatleri gerektiren bir projenin ortasına düştüm.

Kafamın içi de, ajandam da oldukça dolu. Zihnimi ve işlerimi yoluna koyar koymaz bir sürü yazı ile huzurlarınızda olacağım. Bu seferlik valizimden çıkan ganimetlerimin bol fotoğrafı ve az kelime ile karşınızdayım:

İtalya'ya gidince mutlaka yapılması gereken bir şey varsa o da market alışverişi... Türkiye'de gerçekten fahiş fiyatlara satılan makarnalar, filtre kahveler ve peynirlerle bir valizi doldurabilir, aylarca o lezzetlerin keyfini sürebilirsiniz.



Ayakkabı, İtalya'ya gitmişken alınabilecek en mantıklı şeylerden bir diğeri. Çin malı ürünler, malesef Roma'daki pek çok butiği de işgal etmiş durumda; ama Türkiye'de saçma sapan iki giyişte ağzı yüzü kayan markaların ayakkabılarına vereceğiniz paraya, gerçek deri ve taş gibi sağlam ayakkabılar alabilirsiniz.



İtalya benim için zaten şarap ile neredeyse eş anlamlı. Her yerde çok ucuza çok leziz şaraplar içebilirsiniz.  Benim favorim geçen sene Toskana'da hakkında bilgi sahibi olduğum Chianti.

Chianti, bir marka değil, sangioveta üzümünden yapılan bir şarap türü. Chianti'nin 'classico' olabilmesi için, şarabın %90'ında sangioveta üzümü kullanılmış olması gerekiyor. Chianti ile chianti classico arasında fiyat farkı da var. Bunların arasındaki farkı anlamak için şişede horozlu bir amblem var mı yok mu ona bakmanız lazım. Şişenin boyun kısmında horozlu bir sticker varsa (yukarıdaki fotoğrafta görebilirsiniz), bilin ki elinizde tuttuğunuz %90 sangioveta üzümünden yapılmış bir Chianti Classico'dur.

Tatmak isterseniz, Chianti, Zorlu'daki Beymen Cafe'de kadeh olarak da servis ediliyor. Tabii orada bir kadeh Chianti için ödediğiniz fiyata, İtalya'dan bir şişe Chianti Classico alabileceğinizi herhalde söylememe bile gerek yok. İtalya'dan şarap stoklamadan dönerseniz pişman olursunuz. Ayrıca birine misafirliğe giderken de daha iyi bir hediye düşünemiyorum ben.




Bol bol çanta ve mont alarak, bu sezonki alışverişimi de tamamladım. Bunlara yer açabilmek için, önümüzdeki günlerde bir çok çantayı da chucha boutique'ten yeni sahiplerine kavuşturacağım, takipte kalın.

Valiz ihtiyacınız varsa, Caprisa kalite ve fiyat orantısı bakımından harika bir seçenek. İtalya'daki her şehirdeki alışveriş caddesinde en az bir butiği var zaten, çok aramanıza gerek bile yok.



KIKO, Milano çıkışlı bir İtalyan kozmetik markası. Bolonya'da keşfetmiştim, bugüne kadar da aldığım her üründen çok memnun kaldım. Fiyatları oldukça makul ve mağazaları da her zaman tıklım tıklım.


Her girdiğimde aklımı yediğim, bu güne kadar pek çok Avrupa ülkesinde mağazasına girip de hiç boş çıkmadığım İskandinav kökenli marka TIGER, İtalya'ya özgü değil; ama hangi şehirde ne zaman karşınıza çıkarsa, girin mutlaka bayılacağınız bir sürü şey bulacaksınız. Çok yakında Türkiye piyasasına da gireceklerinin müjdesini de buradan vereyim. : )


"Eee, iyi hoş, güle güle kullan da bize ne?" derseniz, artık gittiğim seyahatlerden sadece o şehirde çektiğim fotoğraflar ile keşif havadislerimi değil, minnoş hediyeler de getirmeye karar verdim. Herkes hediyeleri sever öyle değil mi? Roma valizimden,  Mushaboom8 okurlarının bahtına çıkanlar:

1. Şık ve kullanışlı bir beyaz deri bozuk para cüzdanı
2. Süper tatlı bir minnoş nutella kavonozu. Her yediğimde kavonozun dibini görüyorum diyenler için, zararsız bir boy
3. MOSCHINO tasarım Coca Cola Light
4. Tiger'dan bıyık şeklinde kulaklık sarıcı. Çantanızda kıvrılıp bozulan kulaklıklardan yorulduysanız veya sadece süs olsun isterseniz...
5. Wallpaper'ın Roma Şehir Rehberi


Peki bunlardan birine sahip olmak isterseniz ne yapacaksınız? Mushaboom8'deki en sevdiğiniz yazıyı seçip, bunun linkini herhangi bir şekilde twitter, facebook, blog aracılığı ile sevdiklerinizle paylaşmanız ve paylaşım linkinizi yorum olarak aşağıya yazmanız veya bana e.sezenturker@gmail.com ile mail yoluyla ulaştırmanız yeterli. :)

Mushaboom8'in bir de Facebook sayfası oldu, şanslı beş kişiyi de oradan paylaşacağım.

Keyifle ve şansla kalın!

Bu arada, Roma sokaklarında dolanırken, zihnimin arka fonunda dolanan şarkıyı da paylaşayım. Bir cover'ı Romeo ve Juliet'in de soundtracki olmuştu. When doves cry:

01 Kasım 2014

Şimdilik son Roma yazısı: Dal Bolognese, Baretto, Antico Caffe Greco, Asole Bottoni, Antica Facacceria S. Francesco

Roma'da son gecemiz.

Bir otelde kalmak yerine, airbnb sayesinde de olsa bir evin anahtarına sahip olmamızdan mıdır, gün içinde birbirinden bambaşka yerlerde bulunmamızdan mıdır, bu şehre daha önce de geldiğimizden aşina olmamızdan mı; bilmiyorum; ama sanki yalnızca birkaç gündür değil çok uzun zamandır Roma'daymışız gibi hissediyoruz.

Yalnızca iki gün önce iş yerlerimizde topuklu ayakkabılarımızın üstünde iş kovalayan biz değilmişiz de, günlerdir böyle keyfimizin peşinde savruluyormuş gibiyiz. Eve gidip valiz toplamak, ertesi gün Türkiye'ye dönecek olmak garip geliyor. Ben işten güçten o kadar uzaklaşmışım ki, inanamıyorum, orada bir yerlerde beni bekleyen işler olduğuna... 


Piazza Del Popolo'ya çıkıyoruz, son gecemizin şerefine şarap kadehleri tokuşturmak için. Turistik bir bölge; ama pazar akşamı turistlerin büyük bir çoğunluğu şehri terk etmiş durumda. O yüzden nispeten sakin. Rastgele bir restorana oturuyoruz, beş dakika, on dakika, on beş dakika kimse menü bırakmak için bile gelmiyor, kalkıyoruz. Hemen yan tarafta başka bir restoran var, çok daha şık görünümlü: Dal Bolognese. Oraya geçiyoruz. 


Tesadüfen harika bir seçim oluyor. Diğer bütün mekanlar tarihi meydanın içine girmek için elinden geleni yaparken, Dal Bolognese etrafını bodur ağaçlarla çevreleyerek kendini biraz gizlemiş. İçerisi kalburüstü lokallerle dolu. Sol tarafımızda orta yaş üstü şıkır şıkır süslenmiş iki kadın hararetle İtalyanca dedikodu yapıyor, sağ tarafımızda daha sessiz ve yemeğine yumulmuş bir baba kız var. Masalardan kalkarken tanıdıklarla karşılaşıp, yemek masasını bistroya çevirip ayakta takılanlar, yüksek sesli İtalyanca laf atmalar, kahkahalar... Menüden birer makarna siparişi veriyoruz, gerçekten lezizler.

Eve geçerken, sırf canımız pazarlık yapmak istediği için, selfie çubuğu satan sokak satıcılarına yanaşıyoruz. Aslında günlerdir bununla fotoğraf çekilenlerle dalga geçiyor, ne kadar saçma olduğunu konuşuyorduk. Satıcı kapıyı 25 euro ile açıyor. Gülüp, yürümeye başlıyoruz. "Sen ne kadar verirsin?" diye soruyor. "4 Euro" diyoruz. Bu sefer o gülüyor. Biz yürümeye devam ediyoruz. "Okey okey, 10 Euro" diyor. "İki tanesi 8" diyoruz ve selfie çubukları bizim!


O saçma, iki tanesi 8 euroluk çubuk gece büyük eğlencemiz oluyor. Sokakta, evde kahkahalar atıyoruz. Bal gibi biliyoruz ki, çubuk bahane. İnsanın keyfi yerinde olunca, her şeyle eğlenme potansiyeline sahip oluyor. 


Ertesi sabah midemiz kazınarak uyanıyoruz, elimde kahvaltı etmek için tavsiye edilmiş adreslerin listesi var. Yola düşüyoruz, Via Del Babuino üzerinde, Spagna'ya giderken yolun sağ tarafında minicik bir dükkan dikkatimizi çekiyor: Baretto




Jilet gibi takım elbiseli İtalyanlar buraya akın ediyor. Siparişlerini verip, ince uzun barda sabah kahvelerini yudumluyorlar. Biz de onların peşinden dalıyoruz içeri. 


Sonra turistlerin yerini, işe koşturan İtalyanların aldığı Spagna'da fotoğraf çekmek üzere dolanmaya başlıyoruz. Söylememe gerek var mı; selfie çubuğu da tabii ki elimizde. :)








Bir kahve kesmezse, bu civarda güzel kahve yuvarlanabilecek ikinci adres, Via Condotti üzerindeki, Antico Caffe Greco.




Sona geliyoruz, eve dönüp valizlerimizi almamız lazım. Via Del Corso üzerinden eve doğru giderken bu sefer de tam erkeklere hediye almalık bir mağaza bizi kendisine çağırıyor: Asole Bottoni



İnanılmaz şık kutulara konulmuş hediyelerle koşa koşa eve gidiyoruz, uçağımızı yakalamamız lazım!




Havalimanında bayıldığım iki şey oluyor. Biri yukarıdaki, girişteki portakal ağaçlarının altına iliştirilmiş, "I'm an orange tree not an ashtray." yazısı. Ne kadar yaratıcı, ne kadar caydırıcı, ne kadar kibar. 

İkincisi de içerideki şarküteri: Antica Faccacceria S. Francesco. Hayatımda hiç bu kadar keyifli uçak beklememiştim. Keyifli kelimesini, "sarhoş" olarak da yorumlayabilirsiniz. :)
 




Seyahat anlayışınız dinlenmekse, ben bu seyahatte hiç dinlenmedim. Hatta uçağa bindiğimde yorgunluktan gözlerimi açık tutamıyordum. Ama gerçekten şarj oldum, yepyeni fikirler geliştirdim, geleceğe dair büyük hayaller kurdum, kararlar aldım. Mışıl mışıl uyuyarak, mutlu biçimde İstanbul'a geri döndüm.


Zaman zaman olağan hayatınızdan kaçmanız gerektiğini unutmadan kalın!

30 Ekim 2014

Roma'da Alternatif bir gün: Pyramid, Riso, Lungotevere, Yahudi Mahallesi, Nonna Betta, Kosher Cakes

Bir imparatorluğun merkezi olmuş Roma'nın turistik açıdan oldukça zengin bir şehir olduğu tartışma götürmez. Milattan önce 27 yılında inşaa edilen Pantheon, Roma İmparatorluğu'nun kudretinin sembolü olan amfitiyatro Colosseum, 137 basamaktan oluşan ve 19. yüzyılda sanatçıların buluşma noktası olan İspanyol Merdivenleri, Vatikan, pek çok filmde yer almasıyla romantizm denildiğinde ilk akla gelen tarihi yerlerden biri olan Fontana Di Trevi başta olmak üzere, ziyaret edilmesi gereken yüzlerce tarihi noktası var.

Ama mümkünse bunları ziyaret etmek için cumartesi veya pazar günü dışında bir gün tercih edin. O kalabalıkta ne tadını çıkartabilirsiniz, ne fotoğraf çekebilirsiniz, ne de insan selinden herhangi bir şey görebilirsiniz.


Hafta sonu Roma'daysanız ve bu turist kalabalığından kaçmak istiyorsanız, pazar günü için en ideal kaçış Porta Portese. Pazarın yanı sıra, o civarda da görülmesi gereken pek çok güzel bina ve lokallerle oturup keyif çatabileceğiniz cafeler mevcut. 



Onun dışında metroya atlayıp, Pyramid durağına gidebilirsiniz. Burada milattan önce inşaa edilmiş Pyramid of Cestius bulunuyor. Orijinalinde dört sütun ve iki bronz heykel bu piramide eşlik ediyormuş, ancak onlar şu anda Musei Capitolini ile Pizza del Campidoglio'ya alınmış.

Çok olağanüstü bir tarafı olmasa da, bir Avrupa şehrinin ortasında piramitle burun buruna gelmek oldukça enteresan.


Bu bölge fazla yoğun turistik bir bölge değil. Gelir seviyesi çok yüksek olmayan, özellikle de şehre gelen göçmenlerin yaşadığı bir kısım. Via Marmarata üzerinde 113 numarada bulunan Asya mutfağı servis eden Riso, curcunadan kaçmak için oldukça huzurlu ve şık bir ortam sağlıyor.



İtalya'dayken Asya yemeklerine yumulmak bizim açımızdan ilgi çekici bir konsept değildi; ama yorulan bacaklarımızı bu sessiz ortamda dinlendirmek ve şaraba boğulmuş bünyemizi bitki çayı ile rahatlatmak için ideal bir ortam sundu.


Dinlendikten sonra Tiber nehri kıyısı boyunca uzanan Lungotevere üzerinden yürüdük. Bu yolu kesen, nehrin iki kıyısınu birbirine bağlayan pek çok tarihi köprü mevcut. En ilgi çekeni nehrin ortasındaki Tiber Adası'na ulaştıranı.



Efsaneye göre bir zamanların nefret edilen tiranı Traquins Superbus'u kızgın Romalılar M.Ö. 500lü yıllarda bu nehre atmışlar, tiranın vücudu etraftaki bütün çerçöpü ve tozu çekmiş ve Tiber Adası oluşmuş. Resmi kaynaklara göre ise, ilacın ve iyileşmenin tanrısı Aesculapius'un tapınağı buradaymış.


Tarihi anlamlarını bir kenara bırakırsak, bugün kaykaylı gençlerin showlar yaptığı, herkesin coşkuyla onları izlediği, hareketli ve güneşli bir bölge.

Adanın tam tersi istikametine, nehirden uzaklaşan sokağa girdiğinizde ise Yahudi Mahallesi'ne ulaşıyorsunuz. Burayı da Buket tavsiye etmiş ve "Gidin ve Roma'nın en fotojenik yerini görün." demişti. Bizi mest eden bir tavsiye oldu.

Sokağa girdiğimiz gibi, bembeyaz örtüleri ile dikkat çeken Koşer restoranı Nonna Betta'nın cazibesine kapılıp hemen oturduk. Bir grappa, bir aperitivo söyledik.


Aslında karnımız aç değildi; ama menünün Beyrut esintili oluşu ilgimi çekti. Tadımlık bir felafel, bir de bal kabağı çiçeğinden yapılmış Fiori Di Zucca söyledik.



Garsonlar çok içten ve komiklerdi, servis şıkır şıkırdı, yediklerimiz de lezizdi. Aklınızın bir kenarında bulunsun.

Yahudi Mahallesi'ne gelince, gerçekten çok fotojenik ve çok keyifli bir mahalle. Gittiğime ve sokaklarında yürüdüğüme çok mutlu oldum.









Ayrıca, buradaki Kosher Cakes mağazasına da mutlaka bir uğrayın. O boyaları dökülmüş binanın altında bir masal evi gibi. Malesef kurabiye kutularının güzelliğini çekemedim, fotoğraf çekmek yasakmış.


Buradan yürüyerek, Corso Vittorio Emmanuele II'ye çıkabilir, hediyelik eşyalar alıp, market alışverişinizi tamamlayabilirsiniz.





Çok şık kitapçılar da var. İtalyanca bilmememe rağmen, kitapçıları da gezdim ve gerçekten sırf gidip oralardan kitap alışverişi yapabilmek için İtalyanca öğrenmeye karar verdim. :)



Akşam yemeğinden önce, Fontana Di Trevi'ye gidip para atmak istiyorduk. Bilirsiniz oraya gidip para atan herkesin bir daha Roma'ya bir daha mutlaka yolunun düşeceğine inanılır. Ben Roma'ya ilk gittiğimde, gece evsizlerin o suya girip atılan dilek paralarını topladığına şahit olmuş olsam da, buna hala inanıyorum. Çünkü Roma'ya her gidişimde para attım ve çok kısa bir süre içinde tekrar yolum Roma'ya düştü.

Gelgelelim çeşme tadilattaymış, zavallı turistler susuz çeşmeye anlamsız bir köprü ile gidip, anlamsız fotoğraflar çekiyorlardı. Bu aralar Roma'ya tarihi bir gezinti yapmak istiyorsanız, bu nedenle biraz erteleyebilirsiniz. Ben daha önce Fontana Di Trevi'yi görmemiş olsaydım çok üzülürdüm bu duruma.

Para atmak yerine bir dondurma yuvarlayarak kendimizi avuttuk. Ne olursa olsun, Anatole Broyard'ın dediği gibi: Rome was a poem pressed into service as a city.


Pinterest'im

Instagram'ım