midyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
midyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

08 Haziran 2014

Hasankeyf'i sular altına gömerek "aydınlanan" bir ülke olacağız, maşallah (!)

Günlerden pazar ve sabahın köründe ayaktayız. Akşam İstanbul'a döneceğiz, Mardin'e kadar gelmişken Hasankeyf'e gitmek var aklımızda. Ilısu Barajı ile 2015 yılında sular altında kalacağı öngörülen tarihi şehri görmek için büyük ihtimalle son şansımız.

Mardin'den  96 kilometre yol katederek ulaşıyoruz, Batman'ın bir ilçesi olan Hasankeyf'e.


Arabadan indiğimiz gibi rehber çocuklar üşüşüyor başımıza. Profesyonel rehberlerin peşinde koştura koştura ezberlemişler bütün detayları, cep harçlığı karşılığında sizinle gezinip, ezberledikleri bilgileri ardı ardına sıralıyorlar. Bir de afacanlar var,  "Arabanı koruyayım mı abi? Kabul etmezsen çizerim bak!" diye efeleniyorlar boylarına poslarına bakmadan. İstisnasız hepsi zehir gibi, "Amerika Birleşik Devletleri geldi heeey!" diye bizim arabanın plakasına takılan da var, "Siz bu arabayı kiralamışsınız, sizin değil bu araba. Buraya daha önce de geldi, oradan biliyorum." diyen de...


Bizim rehberimiz de yine pırıl pırıl gencecik bir çocuk. Üstelik de işini oldukça ciddiye alıyor, sadece ezberlediklerini saymıyor bize. Tura başlamadan önce elindeki tanıtım kitapçıklarını koyuyor önümüze, sorduğumuz soruları cevaplıyor. Gezerken de tarihi anlatmanın yanında, mağaraya girerken emlakçı taklidi yaparak, "Bu da bir oda bir salon." gibi espriler patlatıyor.





Mushaboom8, tarih dersi sıkıcılığında olsun istemiyorum, ama Hasankeyf'ten biraz bahsetmem şart. Buradaki tarihi kalıntılardan bahsedildiğinde aklınıza üç beş tane taş gelmesin, Dicle Nehri kıyısına kurulmuş gerçekten kocaman bir şehir var hala. Ve bu şehir, kaç yılında kim tarafından kurulduğu dahi tespit edilemeyecek kadar eski. Persler, Eyyubiler, Artıklular, Romalılar, Osmanlılar yaşamış burada, hepsi de kendi mimarisinden ve yaşam alışkanlıklarından izler bırakmış geriye.










Mağaralarda yaşayan köylülerin hepsini tahliye etmişler, tek bir adam direnmiş çıkmamak için, hala Hasankeyf mağaralarından birinde yaşıyor, hatta internet bile bağlatmış mağarasına. Diğer köylüler için de başka bir alana konut inşa ediliyormuş, bu yerleşim yerine tarihi köprü ve camiinin birebir aynısını yapacaklarmış. Son söylediğimin de bir espri olmasını dilerdim, ama zihniyet ne yazık ki bu!


Hasankeyf'e tepeden bakarak hilve adındaki cevizli kahvelerimizi yudumluyoruz. Şehri gezerken gördüklerimiz ve keşfettiklerimiz karşısında heyecanlı ve keyifliyken; o kahveyi içerken ağırlaşıyoruz. Hasankeyf'in mağaralar dışındaki kısımları Ilısu Barajı'nın inşaatının bitmesi ile birlikte sular altında kalacak. Mağaraların olduğu kısım ise, ada haline gelecek, hemen ortadan yok olmayacak; ama zaman içinde yavaş yavaş eriyeceği öngörülmekte. Dünya'nın başka neresinde olursa olsun, bu tarihi şehir için güzel bütçeler ayrılır, hızla kazı çalışmaları tamamlanır, güvenlik ve koruma önlemleri alınır, tanıtım çalışmaları yapılır, inanılmaz bir turizm merkezi haline getirilir. Biz ise, elektrik üretmek için bu tarihi sular altına gömüyoruz. 'Aydınlanmak', Türkiye'de kilowatt ile ölçülüyormuş.


Hasankeyf'ten sonra Midyat'a gidiyoruz. Son zamanlarda dizi çekmek için pek trend olan bu bölgede, Kürtler, Türkler, Araplar, Süryaniler hep bir arada yaşıyor. Şahane taş oymaları olan (bu oymalara 'nahid' deniliyormuş) taş evlerde...






Hasankeyf'te büyülenmiş ve hüzünlenmişken, Midyat'ta umut doluyoruz. Oluyor, olabiliyor, kilise ile camii yan yana durabiliyor, bu insanlar bir arada yıllardır barış içinde yaşayabiliyor. Hatta kedi, köpek yerine atmaca bile beslenebiliyor :)



Bildiğimiz hayattan çok uzaktayız burada gezinirken. İstanbul ile arasında yalnızca 1500 kilometre mesafe yok; ölçülemeyen, tanımlamakta bile zorlandığım bir uzaklık var. Moslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde bambaşka katmanlarda duruyoruz. Biz aynılaşırken, buralarda hala kültürler ve adetler yaşıyor. Biz olağan bir süreç olarak okula giderken, üniversite okurken, sonra da çalışıp para kazanırken, burada neredeyse devlet yok. Yatırım yok, koruma yok, iş yok. Hayatımda belki de ilk defa buradaki insanların vaadlere inanmasına hak veriyorum, CHP'nin %0,2 gibi bir oranda kalmasını da anlıyorum. İstanbul'a üçüncü havalimanını yapan adam, belki bir gün buralara da bir şeyler yapar diye bekliyorlar. İstanbul'da yaşayıp, birkaç günlüğüne seyahate gelmişken, "Aman buralar bozulmasın, aman tarih, aman ne güzel." demeye de utanıyorum.

Midyat'tan ayrılıyoruz, arabada etrafımı izlerken, Midyat'ı Floransa gibi hayal ediyorum. Dünyanın dört bir yanından takı sanatı ile ilgilenen gençlerin telkari eğitimi almaya geldiği, tarihin korunduğu ama büyük şehir imkanlarının sunulduğu bir yer olmuş. Hayali bile o kadar güzel geliyor ki, dalıp gidiyorum.


Son durağımız Beyaz Su. Kurak yollardan geçtikten sonra, suyun kenarında süpriz bir vaha burası. Son derece salaş, yer minderlerinde oturup, yer sofrasında yiyorsunuz yemeğinizi. Sıcaktan bunaldığınızda da ayaklarınızı oturduğunuz yerden suya sokabiliyorsunuz.



Suriye sınırı boyunca yol kat ettikten sonra tekrar Mardin'e ulaşıyoruz. Ulu Camii'nin yanındaki çay bahçelerinden birine oturup, son bir kahve söylüyoruz.



Kahvemi içerken aklımda Murathan Mungan'dan dağınık dizeler. İki günde o kadar fazla yeni şey gördüm, bazı şeylere bakışım o kadar değişti ki, zihnim karman çorman. Toplamaya çalışıyorum, Mezapotamya çöl gibi karşımda uzanırken...

Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
senin ve benim, yani bizim için...

Pinterest'im

Instagram'ım