05 Kasım 2012

Şarkı üç dakika yirmi saniye ama tekrar tekrar çalınırsa sonsuza kadar sürebilir. *

O kadar çok imkan ve ihtimalimiz var ki kayboluyoruz.
Seçenekler arasında.

Nereye gitsek, ne yesek, hangi iste çalışsak, nerede yaşasak, kiminle beraber olsak...




Bizden daha az imkan ve daha az seçenekle yaşayan bir kaç kuşak öncemiz bize imreniyor. Bizim zamanımızda böyle imkanlar yoktu, her şey daha zordu diye. 

İyi bir akşam yemeği ile aynı fiyata Avrupa'nın bir ucuna uçak bileti alıp gidebiliyoruz. İnternet sayesinde her şeyden haberdar olabiliyoruz, daha çok insanla tanışıp bambaşka hayatlara dahil olabiliyoruz. Hepimiz artık en azından İngilizce biliyoruz, bambaşka kültürlerden, bambaşka ülkelerden her şeyimizi paylaştığımız yakın arkadaşlarımız oluyor. Aklımıza bir fikir gelse, bilgisayar başında gayet kısa zamanda o fikri hayata geçirmek için neye ihtiyacımız var çözebiliyoruz.

Şu anda aklıma eserse, dünyanın herhangi bir köşesine gidip, çalışıp, yeni arkadaşlar edinip, orada hayat kurabilir pekala yaşayabilirim örneğin. Üstelik bu yazıyı yazar gibi, oturduğum yerden gidiş biletimi alabilir, kalacak yer ayarlayabilir, çalışacak iş bulabilirim. Sınırlar, uzaklıklar, imkansızlıklar kalktı. İstemek ve kendine güvenmek yeterli.

Daha dolu dolu hayatlar yaşıyoruz bizden önceki kuşaklara göre. Daha otuzlu yaşlarımıza gelmeden, onların ömrü boyunca tanışamadığı kadar çok insan tanıyoruz en basitinden.

Daha mutlu muyuz peki, bu tartışılır. Daha renkli hayatlarımız olduğu şüphesiz. Ama hep kafamız karışık, bitmek bilmeyen bir doyumsuzluk içindeyiz. "Tamam budur işte" diyemiyoruz. Benim etrafımda beş yıldır aynı işte çalışan, doğduğundan beri aynı evde yaşayan, geçenlerde dinlediğim bir hikayede etkilendiğim "Degil bir milyon kere, bir milyar kere dünyaya gelsem, tereddütsüz aynı kadınla evlenirim." diyen insanlar yok.

Annelerimiz babalarımız, üniversiteden mezun olup, bir iş bulup, evlenince, bir de imkanları dahilindeki en iyi evde yaşamaya başlayınca, tamam diyorlarmış. Gelebileceğim en iyi noktadayım, budur, oldu.

Bizim önümüzdeyse hep o kadar fazla seçenek ve imkan var ki, bir turlu tam olarak emin olamiyoruz. 




Üstelik hepsinden önce, bu imkanları hangi yönde kullanacağımızın kararını vermekle burun buruna geliyoruz. Malum hem inanılmaz iyi bir kariyer, hem de çok keyifli hayat bir arada olmuyor.

Geçen gün yüksek lisans dersinde bir hocamız anlattı. Kadın erken yaşında oldukça iyi bir kariyer sahibi. Akademik ünvanının dışında piyasanın da içinde, takır takır inşaat tahkimi yapıyor ve ima etmesine bile gerek yok harika paralar kazanıyor. Yüksek lisans mülakatına giriyor, karşısında not ortalaması oldukça düşük bir kız, yüksek lisans adayı... "Neden ortalaman bu kadar kötü?" diye soruyor heyet. Kız "Avukat olmak için mezun olmam yeterliydi. Ben de en güzel yaşlarımı tamamen hukuka adamak yerine, bütün Avrupa'yı gezmeyi tercih ettim. Harika bir ortalamam olmayabilir, ama harika bir öğrencilik geçirdim." diye cevap veriyor. Hoca o anda kendi öğrencilik yıllarının nasıl gözünün önünden geçtiğini, o dönemde bütün hayatının hukuk tek derdinin daha iyi bir ortalama yapmak olduğunu, hatırladığını ve kendini çok kötü hissettiğini anlatıyor. Muhtemelen öyle olmasaydı, şu anda bu kadar iyi bir kariyere sahip olmazdı tabii.

Tercihler, seçimler ve hangisi daha iyi, hangisi beni daha mutlu eder sorunsalı.

Örneğin ben öğrenciliğimde çok seyahat ettim, çok farklı işlerde çalıştım, İstanbul gece hayatının altını üstüne getirdim. Diğer yandan da çok iyi bir ortalama ile mezun oldum. Ama olması gerekenden bir buçuk yıl sonra... Bu kadar gezmemiş olsaydım, şu anda bir yıllık değil, üç yıllık deneyim sahibi olabilirdim. Daha iyi bir avukat olur, daha çok para kazanırdım ve daha kıdemli bir sıfata sahip olurdum. Bir kez olsun en ufak bir pişmanlık duymadım, bence o geçirdiğim harika yıllar daha kıymetli. 




Son günlerde bu konu beynimin kıvrımlarında arka planlarda gezinirken, tesadüfen iki gün içinde üç farklı keyifli sohbet ile bu fikirler iyice dallandı budaklandı. Ömrümün bundan sonrasının hep aynı monotonlukta sabah 8:30- akşam 18:30 mesaisiyle benzer işler yaparak geçmesini kabul edemiyorum, sinmiyor içime çünkü.

Fırlama bir cuma gecesinden sonra, cumartesi sabahı "Ne biçim uyuyakalmışız böyle!" diye kikirdeşerek uyanıyoruz sabahın sekizinde. Yatak keyfi yapmayı bin kere tercih ederim, ama midem benimle aynı fikirde değil. Elim yemek sepetine gidiyorken, hala kendisine tam oturan bir isim bulmayı beceremediğim adam "İstersen dışarı da çıkabiliriz." diyor ve Beşiktaş'ta Çakmak Kahvaltı Salonu'nun yolunu tutuyoruz. Kahvaltımız bitip hayattan konuşurken, onun yakın zamanda misafir ettiği frapan bir Dubaili iş adamından yola çıkarak çılgın gibi çalışmak mı, yoksa zaten ömrümüzün 30 yaş sonrasında da hep çalışacağız diyerek daha farklı bir şeyler yapmak ve keyif almak mı konusuna geliyoruz. 

O gözlerinden zeka fışkıran, hali hazırda herkesin rüyası olan bir üniversitede okuyan ama bambaşka daha eğlenceli sektörde çalışmayı tercih eden bir adam. Ben aşırı zeki olduğumu hiçbir zaman düşünmedim, ama normal bir insanın iki katına yakın enerjiye sahibim ve bu enerjimin tamamını işe harcamaya niyetlensem şu an ortaya ne çıkartıyorsam iki-üç katında bir performans sergileyebilir, iki kişiye bedel iş çıkartabilirim ortaya. Ama bunu tercih etmiyorum. Yani bambaşka hayatlar yaşasak da, hayata bakış açımız benzer açıdan. Bu nedenle sohbette iki farklı görüşü çarpıştımıyoruz, aynı yöndeki örnekleri paylaşıyoruz.

Bana tıp okuyan bir arkadaşının "Şu TUS bir bitsin, Taksim'e çıkalım" dediğini anlatıyor. Korku filmi kadar ürkütücü bizim için, genç bir insanın TUS bittikten sonra yapabileceği en çılgın şey olarak aklında planladığı şeyin Taksim'e çıkmak olması!

"Çok çalışma" diyor vedalaşırken, ki o sohbetin üzerine cuk oturuyor bu laf.



O gece, üniversiteden çok sevdiğim kız arkadaşlarımla Babylon'da Mouse on Mars konserindeyiz. Oradan Baylo'ya geçiyoruz ve sabaha karşı bir saatte Simge ile öğrencilik yıllarımızda olduğu gibi evde karşılıklı oturmuş laflarken buluyoruz kendimizi. 

Nasıl bir deli cesareti ile 22 yaşındayken, iki kız cebimizde oldukça kısıtlı bir para ile Avrupa'nın boydan boya altını üstüne getirdiğimizi yad ediyoruz. Bugün harika konumlarda olan insanların pek çok yönden ne kadar az yaşamış ve ne kadar aç ve meraklı olduklarını deneyimlediğimizden; kendimizi "başkalarının yapmamızı uygun gördüğü" şeylerle kısıtlamadan, herkesin yaptığı şeyleri herkesin yaptığı şekilde yapmaktan daha iyisini yapabileceğimizi hatırlatıyoruz birbirimize. Doğru davranır, doğru geliştirirsek kendimizi, eksikliklerimizi tamamlarsak, zamanı gelince neler yapabileceğimizin hayalini kuruyoruz.

Bir şeyi üç yıl yapmakla öğreniyorsan, üç yıl sonra aynı şeyi yapıyor olunca daha fazla bir şey eklemiyorsan kendine, aynı şeyi yapmaya devam etmek yerine alakasız bir maceraya atılmanın bile daha faydalı olduğu sonucuna varıyoruz hava aydınlanırken. Bir de henüz kendimizden başka hiç kimsenin sorumluluğunu omuzunda taşımadığımız için çok şanslı olduğumuzu ve bunu değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyoruz.



Sabah uykusuz gözlerimi güneş gözlüğü ile kamufle edip komşuma gidiyorum. Onun inanılmaz lezzetli böreğinden yiyip, yepyeni projeler hakkında beyin fırtınası yapıyoruz. Zaman o kadar hızlı akıp geçiyor ki, kahvaltı için gittiğim mutfak masasında saatin 16:00 olduğunu fark ediyorum bir anda. Ve o sırada kapı çalıyor ve bizden yaklaşık 20 yıl daha fazla yaşamış, çok renkli çok enteresan bir adam sohbetimize katılıyor. 

"I'm collecting citizenships" diyen, İstanbul'da yaşayan, Ortadoğu kökenli bir Amerikan-Kanada vatandaşı. İstanbul'daki kentsel dönüşüm projelerinde parmağı olan bir mimar, ama bunun dışında da İslam kültürü konusunda Dünya'nın dört bir yanında konferanslar veren bir adam.

Bize her şeyin Amerika'da üniversiteye başladığı sene, mimarlık tarihçesini anlatan hocanın ders anlatışını beğenmediğini ve okuduğu libaral üniversitenin dekanına müracaat ederek bu konuda "self-study"  onayı alıp, Ortadoğu'ya gitmesiyle başladığını anlatıyor. 

"Bence çok gençsiniz, avukat olarak diğerlerinden iyi olmanız için ufkunuzun çok geniş olması lazım, gidin bir sene dünyanın değişik köşelerini gezin. Geri döndüğünüzde bir şey kaybetmiş değil, çok öne geçmiş olursunuz." diyor.



Bu yazının sonunda, bütün bunlardan şöyle bir sonuca vardım, diyebilmek ve verdiğim bomba bir kararı açıklayabilmek isterdim. 

Sadece daha çok karıştım. Daha fazla seçenek düşünmeye başladım.

Emin olduğum bir şey varsa, başlıktaki Elif Şafak'ın cümlesi gibi "Şarkı üç dakika yirmi saniye ama tekrar tekrar çalınırsa sonsuza kadar sürebilir."ken, ben aynı şarkıyı sonsuza kadar dinlemek istemiyorum. 

Çok fazla imkan, yapılabilecek çok şey varken aynı şeyi yapıp durmak neden?Çalışmamaktan bahsetmiyorum bunu söylerken, ben çalışmaya bayılan bir insanım, öyle olmasa şu anda çalışmadan da yaşayabilecek imkanlara sahibim. Sadece döngüyü kırıp, harikalar yaratabiliriz. Kimsenin yapmadığı bir şeyler yapabilir veya birilerinin yaptığı bir şeyi inanılmaz bir hale getirebiliriz. Bir fikir, yeterince çalışma ve özgüvenle...

Bugün bir durup düşünün daha milyonlarca şarkı varken, siz aynı şarkıyı ne zamandır dinleyip duruyorsunuz?


Dip Not: Başlık Elif Şafak'tan alıntıdır, fotoğraflar da Pinterest'tendir. 

5 yorum:

Adsız dedi ki...

uzun zaman sonra merhaba.evlilikle ilgili yazından sonrasını yeni okuyabildim çünkü bebek doğurmakla meşguldüm :) evlilik konusunda geç de olsa ben de yorum yapmak istiyorum.beraberken istisnasız çok mutlu olduğun,anlaşmak için hiçbir çaba harcamadığın,beraberken günlerin çok renkli ve aynı zamanda huzurlu akıp gittiği, iki tarafın da birbirine gözü kapalı güvenip çok düşkün olduğu bir ilişki bulduğun zaman sonsuza kadar bunu sürdürmek istemek çok doğal değil mi? hatta bunca zaman neredeydin dedim ben.kim her günü güzel geçsin istemez ki bir nevi mutlu hayat garantisi böyle bir beraberlik.tabii böyle birini bulmak kolay değil ama bulunca anlıyorsun.gelelim değişik şeyler yaşamak meselesine.aşkta olduğu gibi,bu iş olur, bir hobi olur, seyahat olur, arkadaşlık olur, insan bir şeyi aşkla,şevkle yapıyorsa ve her defasında ilk seferki gibi inanılmaz bir keyif alıyorsa daha iyisi olamaz budur diyorsa tereddütsüz,yani öyle gözü kapalı budur diyecek kadar mutluysa bir şeyden , başka bir şey aramaz.Aradığını bulmuştur zaten.Arayış bizi tam tatmin etmeyen şeyler içindir ve gayet de isabetlidir, derim ben:) daha evvel de dediğim gibi İzmire gelirsen seni gezdirmek isterim. Pınar.

Adsız dedi ki...

bu cumartesi sabahı birlikte uyanılan arkadaş okulda beğendiğin
adam mı? sakın onu tavladım deme, bu ne hız derim! :)

Ezgi dedi ki...

uzun zamandır düşündüğüm,hayalini kurduğum şeyler bunlar.tabi henüz küçüğüm ve bu yıl iyi bi üniversiteye girmek için çalışıyorum.kesinlikle istanbul'da.sonra üniversite boyunca dünyanın bir sürü yerini gezmek,bir sürü insanla tanışmak istiyorum.
mesela bir anda karar verip bilet alıp dünyanın bir ucuna gidebilecek kadar özgür olmak istemişimdir hep.
son zamanlarda okuduğum en motive edici ve anlamlı yazılardan biri.teşekkürler.

Unknown dedi ki...

son zamanalarda takıldığım şey plan yapmamam yada yaptoığım planların gerçekleşmemesi bi tarafdan etrafımdaki yaşıtlarım dostlarım vslerin evlenmesi ve sen ne zaman evleneceksin soruları
Bir taraftan kızın evlenmiyor mu? çok hoş bir talip buldumlar evi arabası var vsler...
Sanki kendileri dünyaya 2. kez gelseler yine evlenceklerde evlenmeyi tavsiye ediyorlar diye düşünürken bir tarafdanda harbi yaşım mı geldi lan böle bişi var mı vakti mi var geldimi o vakitte miyi adlı sorularla başbaşayım. aslında hayallerim var gerçekleştirmek istediklerim.bir sürü şey Hem çalışma hayatında hem eğitimde yapmak istediklerim var.Buna engel olana iç ve dış etmenlerde çokçok fazla
Kafam seninkinden bile karışık sanırımm:))

ama Karışık kafa iyidirrrrr derler:)

zillosh dedi ki...

Sevgili Pınar,

Ne güzel bir meşguliyettir o!! Allah sağlıklı mutlu keyifli uzun bir ömür versin bızdığa!

Kesinlikle katılıyorum. "Arayış bizi tam tatmin etmeyen şeyler içindir ve gayet de isabetlidir" görüşüne... Umuyorum ki, ben ve bu yazıyı okuyunca kendini bulan herkes, gözü kapalı budur diyebileceği şeyleri bulur.

İzmir'e yolum düştüğünde de, güzel güneşli bir günde, buz gibi bir bira veya mis kokulu kahve eşliğinde bunları konuşmak, tanışmak isterim :)

Sevgiler,

Sevgili Adsız,
Yooo yooo o kadar da değil :)))

Sevgili Ezgi,

Şimdilik gerisini boşver, çok çalış ve iyi bir üniversiteye kapağı at. Sonra da bu şevkini kaybetmezsen, öğrenciyken yurtdışına çıkmak için o kadar çok imkan var ki. AEGEE (dernek)Summer University programını şiddetle tavsiye ederim örneğin.

Ne mutlu bana, benim kafa karşılıklığımdan birilerinin motive oluyor olması. Bol şans diliyor, öpüyorum.

ilkbahar,

Geçen gün bir roportajda gördüm ama kim söylemişti hatırlayamadım. "Evde kalmış gibi mi görünüyorum? Seçenekler çok, nitelikleri azdı, karar veremedim." gibi bir cevap vardı. Seninle de paylaşmak istedim :)

Ben de benzer buhranları yaşadım, evlenmek ya da evlenmemek bütün mesele bu, yazıları o dönemlerde çıktı.

Bence de karışık kafa iyidir, gelişime, dönüşüme yol açar. Tadını çıkarıp, iyi kullanalım derim ben :)

Pinterest'im

Instagram'ım