02 Ağustos 2012

Dear Monday, i want to break up. I'm seeing tuesday and dreaming about friday. Sincerly, it's not me, it's you. :)



Bu aralar normal üstü bir enerjim var. Herkes yeni bir vitamin mi kullanmaya başladığımı soruyor. Daha şüpheli tek kaş havada sorularla da yüzyüze geliyorum, evet.


Bilirsiniz hayatınızda yanındayken mutlu olduğunuz bir adam varsa, her fırsatta gezip tozmak yerine, her fırsatta daha sakin daha başbaşa planlar yapmaya başlarsınız. Yaşlı işi eğlence, diye dalga geçip sıkıcı bulduğunuz her şeyden keyif almaya başlarsınız. Evde pijamalarla film izlemek, en havalı manzaralı barda çakırkeyif olmak kadar güzel bir plandır; başbaşa mutfakta hazırlanan bir yemek Michelin yıldızlı restoranlarla kapışacak lezzette gelir insana. Gittikçe daha az dışarı çıkmaya başlarsınız.


Şimdi düşünüyorum da, belki de ilişki hatalarımızdan biri bu. Niye evcilleşiyoruz, süslenelim püslenelim elele gezelim, dışarıda sohbet edelim, yeni insanlarla tanışalım, birlikte daha çok şey paylaşalım. Birbirimizi eve hapsetmenin anlamı ne? Neden geleneksel evli çift triplerine giriyoruz ilişki birkaç ayı devirince?


Sonra ilişki biter. Ev sıkıcı gelmeye başlar. Ne çok insan vardır ve özlediğiniz görüşemediğiniz. Ne çok yer vardır gitmediğiniz... Ve ne çok zamanınız vardır bütün bunları yapmak için.


İşte ben tam bu durumdayım. Hazır okulum tatilde, adli tatil de başladı ofis aşırı yoğun olmayan bir tempoda. 18:30 oldu mu bitiyor yapılması gerekenler. Beni eve bağlayan bir sebebim yok. Dışarısı sıcaksa, ev daha sıcak. Ayrıca yepyeni elbiselerim ve bikinilerim var, güzel davetler bekleyen...


Sizin de bu aralar içiniz kıpır kıpırsa, ister sevgilinizi, ister arkadaşınızı, ister çantanızı kapıp İstanbul'da değişik gezesiniz varsa, benim bu aralar gezip gördüklerimden notlarımla sizi başbaşa bırakıyorum. :)


The Marmara Havuz:


Kendi kendime söz vermiştim, İstanbul'da geçirdiğim her haftasonunda da güneşten sudan kendimi mahrum bırakmayacaktım. Bu sözümün hakkını her haftasonu veremesem de, yine de hiç fena sayılmam.


Sino diye bir arkadaşım var, her cuma mesaj atıyor, haftasonu havuza deniz gidelim diye ortamı gazlıyor. Sonra gece öyle bir içiyor ki, dut ağaçlarına tırmanıyor, kendini Turkcell sanıp herkese toplu mesaj atıyor. Yine bir cumartesi, bir gün önce Sino ile havuza gidelim demişiz, ben onun yalan olacağından çok emin olarak, sabah uyandım The Marmara'nın havuzuna gittim. Elimde ansiklopedik boyutlarda kitabım 1Q84 ile... Gözlerime inanamadım; ama Sino da birkaç saat sonra "Beyaz Türk" olarak yanımdaki şezlongta yatmış Heineken'ini yudumluyordu.


Havuza gelirsek: Manzara güzel. Yüksekte terasta olduğu için püfür püfür de esiyor.




Sadece otel müşterileri Avrupalı turistler olmadığından dolayı, kıyafetlerle yüzenlerden, fuar için İstanbul'a gelmiş oturup bikinili kızları izleyen amcalara kadar yok yok.


Menü gayet başarılı, servis çok hızlı olmasa da gayet soğuk biralar ve gayet lezzetli kokteyller içebiliyorsunuz.




En güzel yanı ise, Taksim'de olması... Bütün gün havuz keyfi yaptıktan sonra, turist gibi kırmızı burnunuz, parmak arası terliklerinizle kendinizi akşama devam etmek için Taksim'e atabiliyorsunuz.


Oktoberfest: 


Bütün gün, bir şey yemeyi unutup havuz başında içtikten sonra, çok özlediğimiz bir çift aradı bizi, Taksim'e geçiyoruz diye. Asmalımescit'te kocaman bahçesi olan Köşe'de oturup lafladıktan sonra midemiz kazınmaya başladı. Hızlı hazırlanan, lezzetli bir şeylere ihtiyacımız vardı. Oktoberfest'in yolunu tuttuk.




Leziz hotdoglarımızı mideye indirirken, "Sizce bu senenin en iyi çıkış yapan mekanı neresi?" sorusu ortaya atıldı. İstisnasız herkesten gelen cevap aynıydı: "Tektekçi". Aklımızdaki planı erteledik ve Tektekçi'nin yolunu tuttuk.


Tektekçi:


Tektekçi bence geceye ısınmak, havaya girmek için en doğru başlangıç mekanı.


Upuzun bir menü: Tatlılar, ekşiler, acılar... Hepsi shot. İsimleri çok eğlenceli olan yüzlerce seçeneğin arasından seçiminizi yapıyorsunuz. Şimdiye kadar ne içtiysem hepsini sevdim ben, birazını daha çok birazını daha az. Shot sonuçta, içinizi baymıyor.


Bira isterseniz günlük süt şişesinde geliyor. Fikir çok eğlenceli, ama bence boşverin birayı, o her yerde var. Kendinizi shotlara bırakın.




Her gittiğimde inanılmaz eğleniyorum. Bu haftasonu annemi bile götürdüm. Telefonunu orada kaybedecek kıvama geldi. Ben shot sevmem, içmem derken, rakılı "one minut"un hastası oldu. Geceden bir hatıra durumu özetler sanıyorum :))


Tek dikkat etmeniz gereken, shot bu bir şey yapmaz diyerek, geceye ısınayım derken geceyi sonlandırmamak.






Dada: 


Bir iş çıkışı. Kızlarla laflamak için Dada'ya oturuyoruz. Zamanında Cihangir mekanlarında hazırladığı içkilerle bana bir şey olmaz diyen herkesi bar taburelerinden devirmiş Güven'e "Bana alkolsüz fresh bir şey lazım" diyorum. Bir önceki gece, evden şarj aleti getirten "modern zamanların ferhat"ının"lütfen gel"ine karşı koyamamış, evde eşya koliledikten sonra  "To Stage"e gitmişim, çok içmemişim ama çok az uyumuşum. Ertesi gün de çok çalışmışım.  Taze portakal suyu filan beklerken, "Diyerbekir"  ile tanışıyorum. Rakı, votka, karpuz, peynir tek bardakta. Çok enteresan, çok leziz, denenmeli!




G Balık:


Cumartesi akşamı... Annemle canımız deniz ve balık istiyor. Aklımda iki yer var. G Balık'tan başlıyorum aramaya, denize yakın güzel bir masa var mı boşta diye. Var tabii diyor, rezervasyonu alıyorlar. Mavilerimizi giyinip atıyoruz kendimizi dışarı. Önce Ortaköy Kitchenette'te oturup, birer kahve içiyoruz, sonra sallana sallana Kuruçeşme'ye gidiyoruz. Suada teknesinin sırası uzun.




G Balık'a giriyoruz, karşılayan adam, bizi önce içeride bir masaya oturtmaya kalkıyor. Sigara içiyoruz, diyorum, bu sefer dışarıda denizi köşesinden görmeyen, servis yolunda bir masaya oturtmaya kalkıyor bizi. "Pardon siz rezervasyonu nasıl alıyorsunuz?" diyorum. "Ne demek istiyorsunuz?" diyor tersçe. "Telefonda rezervasyon alırken deniz kıyısında diyoruz, siz bizi nereye oturtmaya çalışıyorsunuz!" diye çıkışmamla, ilk sıradaki masalardan birine terfi ediyoruz. Yerse... Rezervasyonunuza güvenmeyin, masanız için cadılaşın!





Menüde frapan şeyler yok, ama kabak çiçeği dolması başta olmak üzere soğuk mezelerin tamamı lezizdi. Onlardan sonra kalamar gibi sıcaklar konusunda da beklentimiz yüksekti, olmadı, tabakta kaldı.


Püfür püfür esintide, güzel bir şarap içip, lezzetli soğuk mezeler yemek isterseniz yolunuzu düşürebilirsiniz.


Miss Pizza:






Minik çıtır Cansumla uzun aradan sonra ikimizin de aç olduğu bir ofis çıkışı Cihangir Miss Pizza'ya düşürdük yolumuzu. Buz gibi bira eşliğinde, ev ortamında, gerçekten lezzetli pizza yemek ve sohbet etmek için hala en güzel yer.


Pizzalarınızı yedikten sonra, Cihangir'den Fındıklı'ya doğru inerken, Akyol'un başlangıcında sol taraftaki + Profiterol'de de bir mola verip beyaz çikolatalı eklerden alırsanız ziyafet tamamlanır. :)


Su Ada Havuz: 


"Modern zamanların Ferhat'ı" (kendisine daha kısa ve daha uygun bir isim bulmam lazım. evet.) ile bir hafta öncesinden karar vermiştik, cumartesi havuza gideceğiz diye. Asıl sorun hangi havuza gideceğimizdi. İstanbul'da gidip de işte budur dediğim, kusursuz bulduğum bir ideal havuzum olmadığı için, ben çoktan seçmeli bir teklif hazırladım, o da tercihini Su Ada'dan yana yaptı.


Rahatsız şezlonglar yerine, yumuşak geniş yataklar + Arıtılmış deniz suyuyla doldurulmuş bir havuz + Hızlı servis. 


Özellikle de kızkıza şöyle rahat rahat yayılıp dedikodu yapacaksanız veya kız-erkek öpüşüp fingirdeşecekseniz, rahat yataklar sebebiyle tercih edilmesi gereken havuz burası :)


Ve asıl güzel tarafı Ramazan diye mi bilmiyorum, tıklım tıkış değildi. 
Benim bulabildiğim tek eksik güzel müzikti. 
Ramazan bitmeden tekrar yolumu düşürmek var aklımın bir kenarında.




Bu bir mekana ait olmadığı için bu yazıdan biraz alakasız kalacak; ama havuzdan çıktıktan sonra gittiğimiz ev partisinde, tuvalette bulduğum bu harika resmi de paylaşmamazlık edemem:




İnşaat:


Mushaboom'da boya zamanıydı geçen hafta boyunca. Her şey kolilendi, bütün dolaplar muşambalarla kaplandı. Kelimenin tam manasıyla inşaatta yaşadım bir kaç gün boyunca. Hatta dolaplar muşambayla kaplanmadan içinden o hafta giyeceğim kıyafetleri çıkarmayı unuttuğum için kıyafetsiz bile kaldım. Diğer yandan en keyifli biralarımı da İnşaat'ta içtim :)) 






Yaz yaz bitiremedim. Halbuki daha bahsetmek istediğim ne kadar çok mekan vardı. Karabatak, Safi Meyhane, Georges, Corvus... Bu yazıdan bir tane daha çok kısa bir zaman sonra burada olacak demektir bu...


Keyifli güzel yerlerde karşılaşmak üzere :))


Dip Not: Malum bu kadar gezerken, bir önceki yazımdan sonra bana yolladığınız harika maillere ve yorumlara cevap yazmaya fırsatım olmadı. Ama hepsini okudum. Çok mutlu oldum. Yalnız olmadığımı anladım. Teşekkür ederim çokçokçok.

2 yorum:

Epicurious dedi ki...

Merhaba Sezen,

Senin mekan önerilerine bayılıyorum ve tavsiyelerini mutlaka dikkate alıyorum. Sayende Tektekçi Hastası olmuştuk, bu Cumartesi sabahı kahvaltıya Dada'ya gidince yeni bir favori mekanımız daha oldu. Benim gibi yeni İstanbul'lu için seni izlemek çok keyifli. Güzel Pazarlar...

zillosh dedi ki...

Sevgili Epicurious!

Nasıl mutlu oldum bunu okuyunca :)) Benim keşfedememiş olduklarımdan da beni haberdar et olmaz mı?

Sevgiler
İstanbul'da hepsi birbirinden keyifli güzel günler :)

Pinterest'im

Instagram'ım