20 Aralık 2012

İki katlı şehir: Lousanne

"Minik, saat 7:20" 


Gözlerimi açıyorum, birkaç saniye nerede olduğumu ve neden 7:20' de uyandığımı hatırlamaya çalışıyorum. Daha uyurken, giyiniyorum, dişlerimi fırçalıyorum, duty free ganimetim rimelimi test ediyorum, bütün gün sokakta dolanacağım için içi kürklü montumu giyiyorum ve komik kulak bantımı takıyorum.



Sokaktayız... Lapa lapa kar yağıyor.
Beni otobüsüme bindiriyor, "Gare Cornavin" istasyon durağı diyor. O işe, ben Lozan'a... 

İstasyondan bir kahve, bir de tatlı alıyorum.
İsviçre'de ne zaman tuzlu bir şeyler almaya niyetlendiysem, hep tatlılar daha cazip geliyor zaten.
Trende karşı koltuğumda oturan çiftle göz göze geldikçe birbirimize gülümseyerek, kahvaltı niyetine ayvalı tatlımı mideme indiriyor, dergilerime göz atıyorum.




Trenle Genevre'den hareket ettikten bir saat sonra Lozan'da iniyorum. Bir şehir haritası kapıp sokakları arşınlamaya başlıyorum.




Hava çok acayip, yarım saat lapa lapa kar yağıyor, sonra öyle bir güneş açıyor ki güneş gözlüğü takıyorum.



Sokaklar bomboş o yüzden kendimi alışverişe vuruyorum. Hatıralık shot bardakları, çakmaklar, magnetler alabileceğim bir mağazadan sonra şampanyalı çam ağaçları beni Globus'a davet ediyor.  



İçeride aklımı kaybediyorum. Kredi kartımın limiti daha yüksek olsaydı, Globus'ta gerçekten kartımdan kıvılcımlar çıkartabilirdim. Calvin Klein'ın pofuduk kışlık sabahlıkları, Barbara Riehl'in iPad case'leri, Globus'un kaşmir kıyafetleri, ev aksesuarları... Bir iç çamaşır takımı, bir de klasik Longchamplerden alıp, büyük bir irade ile kendimi oradan uzaklaştırıyorum.




Hemen ardından Papeterie isimli, evrak çantası, defter ve havalı kalemler satan bir mağazada buluyorum kendimi.




Bir klasiktir diye H&M'e de birkaç dakika ayırdıktan sonra, uzun zamandır gördüğüm en karakteristik ve orijinal butikle burun buruna geliyorum: "De La Suite dans les Idees..."




Masal evi gibi. Cupcake sabunlar, retro telefonlar, şirin bebek kıyafetleri, enteresan şuruplar... Her şey renkli, her şey yaratıcı.




Lozan'a yolunuz düşerse mutlaka yolunuzu buraya da düşürün. Adresi: Rue de la Madeline 14

Karnım acıkmaya başlıyor, birkaç tur atıyorum, restoranlar bomboş. İnsanlar nerede yemek yiyor diye birkaç grubun peşine düşüyorum. Bütün yollar sandiviçe çıkıyor. Kendime kocaman leziz bir sandiviç ve bir bira aldıktan sonra yollara düşüyorum yine.




Bir yandan şehirde gördüğüm hoşuma giden detayları fotoğraflarken, bir yandan tadını çok sevdiğim Boxer'dan birkaç şişe yuvarlıyorum. Bir anda farkına varıyorum, günlerden pazartesi! Ben elimde bira sokaklarda takılıyorum. Hayatımdaki en serseri pazartesi! Acayip hoşuma gidiyor. Keşke böyle yaşasam geçiyor aklımdan...







Bari bir müzeye gideyim diyorum. 
İçeri bir giriyorum, mülteci ofisi mübarek. Bütün evsizler müzeye sığınmış, kütüphanede uyuyanlar, merdivenlerde valizleriyle oturanlar. Sıcak ve free wi-fi var, Lozan'da sokakta kalırsanız aklınızda olsun. :)




Alexandre isimli eski ve yerel insanların gittiği bir cafe'ye oturuyorum. Murathan Mungan'ın son kitabını okumaya başlıyorum kahve eşliğinde.

"Geçmişe yolculuk herkesi yorar. Öte yandan, yolun kalanına yenilenmiş gözlerle bakmasını sağlar insanın."



Alexandre'den çıktığımda sokakları kalabalıklaşmış, Christmas çadırlarının önlerini dolmuş buluyorum. Her tarafta Christmas ruhu var. O an kanım kaynıyor Lozan'a. Hem zevkli, esprili detayları olan, hem de sokaklarında insanların fıkır fıkır olduğu bir şehir.

Sokaklarında insanların öpüştüğü, konuştuğu, yürüdüğü, kavga ettiği şehirleri seviyorum ben, ıssız ve sessiz olanları değil.






Lozan bu arada gerçekten asansörlü, iki katlı bir şehir. Yokuşlara böyle bir alternatif geliştirmişler:



Karşıma çıkan her çadırdan bir Vin Chaud yuvarlayarak, bizim meşhur anlaşmanın imzalandığı Beau Rivage Place Hotel'i buluyorum. Kendimi bir görev tamamlamış gibi hissediyorum, aylak aylak sokaklarda gezip bira ve sıcak şarap tüketmenin dışında bir şey yaptığım için. :)

Ardında göl kıyısına iniyorum. Sonra da alkolün mayışıklığı ve soğuk etkisiyle saatinin geldiğine karar verip trene atlayıp uyuya uyuya Cenevre'ye geri dönüyorum.

Cenevre'de son gecemde Au Furet Gambas A Gogo'dayız.

Kapıdan girince yoğun bir sarımsak kokusu ilk algıladığınız şey oluyor. Sonra limitsiz, Türkiye'de hiç görmediğim kadar kocaman ve lezzetli bol sarımsaklı karides yiyorsunuz. Zevkten dört köşe ve bol kokulu ayrılıyorsunuz oradan. :)

Şarjım bittiği için o leziz karidesleri paylaşamıyorum, ama adresini vererek telafi edebilirim durumu: Avenue d'Aire 44

Bugünün şarkısı da bu olsun:

Follow Me by Memory Tapes on Grooveshark

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım