31 Aralık 2012

Bu yıl olgunluğu bir kenara bırakıp absürdleşmenizi, hayata karşı tutkunuzun artmasını, bol bol seyahat etmenizi ve güzel şeyler üretmenizi diliyorum.

"İlk görüşte aşka inanmak lazım. İster inanın mümkün olduğuna, ister inanmayın, en azından bunu denemek lazım. Ben yıllardır deneyip duruyorum. Kendimi bildim bileli aynı 'rasgele ilk görüş' senaryosunu farklı namzetlere uyguluyorum ve nadiren de olsa işler rastgidiyor.

Önceki akşam New York'ta yine başıma geldi, rasgele denedim, rast gitti. Mutluyum."



Çapkın ve romantik bir adam veya kadın canlandı beyninizde biliyorum. 

Oysa ki Yasemin Congar, "summer of love" kitabıyla tanışmasını bu cümlelerle anlatıyor. Kelimelerle çok güzel oynuyor, kitaplardan bahseden herbir yazısına kışkırtıcı bir başlangıç konduruyor.

Benim  onun kitabı "çok sevdiklerimiz, yarım bıraktıklarımız" ile tanışmam da aynen böyle bir ilk görüşte aşktı.

Kızlarla Ops!'ta bal kaymak ve ondan da tatlı bir sohbet eşliğinde brunch yaptığımız bir cumartesi, Mr.Feelgood'un kollarına koşmadan önce, o Beşiktaş'ının maçına odaklandığında, güzel kolları arasında oyalanmak için annemin methettiği bir kitabı almaya Alkım'a gitmiştim. Rafların arasında dolaşmak ve kitapları karıştırmak için değil, aklımdaki kitabı alıp çıkmak için. Yeni çıkanların arasındaki Yasemin Congar'ın bu kitabı durdurdu beni. Okuduğum bir yazar değildi, yazdığı gazeteye önyargılarım vardı, yine de kitabı almadan geçemedim o rafın önünden. Kapağı, adı ve arkasındaki alıntı beni cezbetti. 

Kitabı bitirdiğim zaman bahserim daha detaylı. Ama şimdi de Alison Gopnik'in kitabından ( The philosopical baby: what children's minds tell us about truth, love and meaning of life) bahsettiği "Kelebektik, birer tırtıl olduk hepimiz" yazısından alıntı yapmadan duramayacağım:


Bebeklik ve ilk çocukluk yıllarımızda karmaşa ve yenilik hükmediyor beynimize, büyüdükçe düzen ve tekrar geçiyor iktidara. Daha iyi odaklanmayı, daha organize düşünebilmeyi, zihinsel gelişim ile açıklanmaya alıştığımızdan, bunun aslında bir durağanlaşma, bir gerileme olduğunu kavramıyoruz çoğumuz. Olgunlaşmanın, sinir sistemimizin budanması demek olduğunu, düzenin ve odaklanmanın bizi giderek daha az sinir hücresi kullanmaya, dolayısıyla daha fazla atıl sinir hücresini ölüme terk etmeye yönelttiğini bilmiyoruz.

Zamana ve mekana ilişkin bilginin sağladığı sahte emniyet hissine, ayaklarımızı yere sağlam basıp düşünmemeye ve kaybolmamaya her şeyden çok önem vermeye alışarak olgunlaşmanın, daha sığ düşünmekle, daha az yaratmakla, daha cılız sevmekle doğrudan bağlantılı olduğunu anlatıyor Gopnik.

Bebeklerden öğreneceğimiz bir şey varsa, Gopnik'e göre, o da hayatın içinde pusulasız gezinmenin sandığımız kadar tehlikeli olmadığı. Kafamızın başlangıçtaki o pek yaratıcı karışıklığını, o dilsiz ama zinde tanıklarımızın tazeliğini yeniden yakalamamızın imkansızlığını teslim etse de, kısmi çare olarak seyahati ve meditasyonu öneriyor bize.



Yepyeni bir yıl var önümüzde...

Yeni yıl konseptli bir yazı yazmadan yılı kapatmak istemedim. Durdum ve geçmişte yazdıklarıma baktım. 

Bu blogu yazmaya başladığım 2008'de korkunç ve oturmamış bir dille arkadaşlarıma bir mektup yazmışım. 2009 için tek dileğim daha çok eğlenmekmiş! 


2009 bittiğinde yazdığım yazıya "Aldığımız yeni yıl kararlarının hepsini ocağın ilk haftasında unuttuğumuz bir yıl daha geride kaldı." diye başlamış ve Dilek Önder'in çok eğlenceli bir yeni yılda yapılacaklar listesini paylaşmışım. 

2010 yılında çok gezmişim, mezun olmuşum. Bütün yıl yaptıklarımı listelemişim ve gerçekten bakıyorum da çok güzel bir sene olmuş.

Aynı yıl Tempo24'e yazdığım yılbaşı konseptli yazıda “Kırmızı iç çamaşırı yeni yıla özel bir şey değil, Noel Baba da benim için fazla yaşlı zaten”  demişim. Buna çok güldüm. 

2012 yılında yılbaşı hazırlıklarımı ve yılbaşını nasıl geçirdiğimi günlük kıvamında ayrı ayrı yazılarla anlatmışım. 

Bilirsiniz severim ben kendimden bahsetmeyi. En iyi bildiğim, en kolay, en doğal, en çabasız anlatabildiğim kendi hayatımı ve kendi hislerini yazmayı... Birilerinin bu yazdıklarımda kendini bulmasını, bunlardan ilham veya keyif almasını ve sonra bana mesajlar ve mailler atmasının da beni iki-üç yıldır en mutlu eden şey olduğunu ne kadar ifade edebildim bilmiyorum. Ama bu blogu yazmak da, aldığım geri dönüşler de gerçekten son birkaç yıldır hayatımda olan bir mutluluk sebebi, çok teşekkür ederim.

Ve 2012 biterken, bir yazı yazmak yerine yukarıda alıntıyı yapmak istedim.

Çünkü bu yıl olgunluğu bir kenara bırakıp absürdleşmenizi, hayata karşı tutkunuzun artmasını, bol bol seyahat etmenizi ve güzel şeyler üretmenizi diliyorum.


Kendim için de aynı şeyi diliyorum. 



Ben bana bu mantığı hatırlatması için vücudumda sonsuza dek taşıyacağım bir dövme yaptırdım.

Mr. Feelgood "iyi düşün ama dönüş yok" dediğinde, yukarıda alıntıladığım yazıyı okuyordum. 

Emniyetli sınırlardan çıkarak, ayaklarımı sağlam basmayarak yaptığım ve hep benimle kalacak bir hatırlatıcıdan daha iyisi olabilir miydi olgunlaşmaya direnmeyi kalıcı hale getirmek için?! "iyi düşünmeyeceğim, istiyorum o kadar." dedim o yüzden.


Ve gittik. Kadıköy'de Matkap Tatoo'ya... Ne de güzel yaptık: 




2011 yılında hiç seyahat etmemiştim. Yılın çoğunu ofiste ve evde geçirmiştim. Sorumluluklarımı ön planda tuttuğum, para biriktirdiğim ve çizgilerle sınırlı bir sene olmuştu. Daha mükemmeliyetçi, daha huzursuz, daha çabuk sinirlenen bir kadın olmuştum.

2012'de bunu yırttım. Elbette sorumluluklarımı tamamen terk etmedim. Çalışmaya ve yüksek lisansa devam ettim ama hayatımı bunlara adamadım. 


Milano'ya, Beyrut'a, Atina'ya, Mykonos'a ,Santorini'ye ,Midilli'ye ,Stokholm'e ,Kopenhag'a ,Cenevre'ye, Lozan'a, Zürih'e gittim. İstanbul'da bol bol gezdim. Beni tanıyan ve takip eden insanlardan, "Sezen o harika enerjin geri döndü. Ne yapıyorsan yapmaya devam et!" yorumları almaya başladım. Bir adamla tanıştım, yanındayken hep mutlu olduğum ve eğlendiğim bir adamla. 

Karar verdim ben buyum ve ben böyle mutluyum.

Ve ben 2012'yi bana hep böyle yaşamayı hatırlatacak dövmemle kapatıyorum.

Sizin de kendi kişisel tarihinizde yapmak isteyip de ertelediğiniz ne kadar çok şey oldu kimbilir. Pahalı dediğiniz, şimdi zamanı değil dediğiniz, cesaret edemediğiniz...

Yeni yıldan beklentiniz mutlu olmak değil mi? İstediğiniz şeyleri yaptıkça mutlu olacaksınız oysa ki...

Boşverin mantığınızı, çocuklaşın bir seferlik de olsa ertelediklerinizden birini yapın bu sene. Bunu yapıp da kendinizin içindeki o mutlu ve ışıldayan tarafınızı keşfettikçe devamı gelecek zaten. 

Unutmayın absürdleşmek için en doğru zaman yılbaşı gecesidir. Hiç giymediğiniz renkte bir elbise giyerek, hiç takmadığınız bir aksesuar takarak başlayın mesela. Saçmalamanın eğlenceli olabildiğini hatırlayın, ne zamandır mantıklı olup da bu hissi unuttuğunuzla yüzleşin. 

Hayallerinizden birini seçin, 2013'te kıyın paranıza da, zamanınıza da, gerekiyorsa dırdır edecek sevgilinize ve kocanıza da,  her ne pahasına olursa olsun yapın onu, yaşadığınızı hatırlamak için...

Ve harika keşiflerinizi benimle paylaşmayı unutmayın :)))

Öperim.





2 yorum:

Adsız dedi ki...

Boynuna mi yaptrdinn:) ve senin tasarimin mi

zillosh dedi ki...

Adsız :))

Malesef benim tasarımım değil, bir t-shirtun üzerinde baskı olarak gördüğümden beri arzuladığım bir şekil. Yerini de kasığım olarak buldu.

Pinterest'im

Instagram'ım