26 Mart 2013

Bir sabah uyanmış ve hayatımda her şeyin yerli yerinde olduğunu bütün hücrelerimle hissetmiştim.

Hayatla savaşmaktan vazgeçip huzur dolduğunda yazamıyorsun.

Kelimeler seni terk ediyor. Yüzünde muzip bir gülümsemeyle baş başa kalıyorsun.





Yazmak için kendinle, biriyle veya hayatla bir derdin olması lazım.


Kafa patlatıyor olman lazım ki, beynindeki kelimelerin bir kısmını parmaklarınla dökmek zorunda kalasın.

"Hadi bir şeyler yazayım" niyetiyle yazılmıyor. 

Bazen, eğer yazmazsan, düşüncelerinin bir kısmını boşaltmazsan, beynin patlayacakmış gibi hissedersin.  Uyuyabilmek, insanlarla diyalog kurabilmek gibi basit şeyleri yapabilmek için bile, öncelikle beynindekilerin bir kısmını yazıya döküp, hayata yer açman gerekir. 

Yoksa bedenin bir yerlerdeyken, zihnin bambaşka bir yerlerde dolanır.

Tasarlamadan, planlamadan alırsın kağıdı böyle zamanlarda ve bir bakarsın ki farkına varmadan yüzlerce kelime yazmışsın. 

İlla edebiyat harikası, muhteşem bir metinden bahsetmiyorum 'yazmak' derken. Karmaşık düşüncelerin, elden gelen en düzenli halde okunabilir bir formata dönüştürülmesinin her türlüsünden bahsediyorum.



Bugün içimden geldi, kendimde geçmişe yolculuk yaptım. Eski yazılarımdan başlayıp bugüne kadar geldim. 

Okurken, bazen kahkahalalar attım, bazen duygulandım. Hayatımın belli dönemlerini hiç hatırlamadığımı fark ettim. Bazı yazılarım, kızımın günlüğünü okuyormuşum gibi saçma geldi, bazı yazılarımla gurur duydum. 


Böyle olduğum noktadan geriye doğru, o günlere ait kelimelerle bakınca gördüm ki, ben hep bir savaş halinde olmuşum. 


Hüzünlü bir savaş da değil benimki, tarih yazmakla da alakası yok. Daha çok bir meydan okuma; kendi kendimin sınırlarını, hayatımdaki insanların tahammül sınırlarını test etme diyebiliriz buna. 

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okurken, üstelik de not ortalamam harikayken; dört senede mezun olmaya direnmişim. O dönemde sırf okulu uzatmak için her şeye burnumu sokmuşum: Part-time işlere, gönüllü organizasyonlara, seyahat planlarına, değişik adamların hayatlarına...

Daha sonra, fakülteden mezun olduktan sonra da avukat olmaya direnmişim. Bambaşka işlerde çalışmışım. 

O günlerde aynen şöyle yazmışım:

 "Avukatlık yapmak istediğimden bile emin değilim zaten. Daha çok para, daha büyük ev, 30 tane daha ayakkabı, daha çok marka kıyafet gibi şeylerin mutlu etmediğini adım gibi biliyorum. Elbette benim evimden daha güzel evler var, elbette hayat standartlarım bundan daha yüksek olabilir, elbette daha çok param olabilir. Ama şu anda olanlar benim mutlu olmama ve hayattan keyif almama yetiyor. Neden ben maddi şeyler daha fazla olsun diye başka güzel şeyleri feda edeyim ki?!  Belki hiç bir şey tam olmayacak; ama hayatı işinden ibaret bir kadın olmaktansa kocaman bir hayat yaşayıp daha küçük sıfatlar taşıyan bir kadın olmayı tercih edeceğimden artık eminim."

Daha sonra tam da herkes benden hiç beklemiyorken, avukat olmaya karar vermişim, ruhsatımı aldığım günlerde bu yolda mutlu mesut ilerlerken bile sorgulamışım kendimi;

"Değişiyorum. Büyüyorum. Sıradanlaşıyorum.

Tembellik yapmanın, koşturmadan keyfini çıkara çıkara yaşamanın ne kadar harika olduğunu unutuyorum. Her saniyemi bir şey yaparak değerlendirmek istiyorum. Kendimi daha az dinliyorum. Daha az işimle alakası olmayan şey okuyorum. Yazılarım niteliğini kaybediyor."



Sonra döngüye kapılmışım, unutmuşum kendime verdiğim bütün sözleri, çok çalışır, yüksek lisans yapar, hiç seyahat etmez, planlı, düzenli, çizgili, sınırlı bir hayat yaşar bulmuşum nasıl olduğunu anlamadan. O dönemde uzun bir ilişkiye nokta koyunca, fark etmişim bu durumu.


Fark ettiğim zaman, kendime itiraf olarak yazdığım yazı oldukça güzel özetlemiş o senemi:

"Diğer yandan insan bir başladı mı kendini kaptırıveriyor. Hayatındaki her şey daha da mükemmel olsun istiyor. Daha.Daha.Daha.Daha.Daha çok!

Bundan bir buçuk yıl kadar önce ajandama şöyle bir not düşmüşüm, 24 yaşındayım. Harika bir sevgilim, çok seksi bir yoga hocam var. Uluslararası bir hukuk bürosunda stajyer avukatım. Şu anda her şeye sahip olduğumu düşünüyorum.

Sonra... Bir de ev aldım.
Sonra... Stajımı bitirdim, avukat oldum.
Sonra... Yüksek lisansa başladım.
Sonra... Aldığım derslerin hepsini verdim.
Sonra... Bir sürü harika seyahate çıktım.
Sonra...
Her şey o kadar mükemmel olsun istemeye başladım ki, en ufak bir aksilikte sinirlenen, üzülen bir kadın oldum.
 

Sabah erkenden uyan,ofise git çalış çalış, koşa koşa okuldaki derslere yetiş, okuldan eve gel, bütün zamanını sevgilinle geçirmek iste, başka arkadaşınla tatile çıkarken konsere giderken ona utana sıkıla söyle keyifsiz olduğundan keyfini yerine getirmek için çabala, arkadaşlarının planlara uyum sağla, "canım istedi yaptım" dediğin hiçbir şey olmasın hayatında."

Bütün bu süre boyunca değişmeyen tek bir şey olmuş, hayatıma harikalar yaratarak giren, daha sonra beni mutsuz etmeye başlayan adamlarla ilişkilerimi sırf birlikte geçirilen güzel günlerin hatırına sürdürmemek konusunda oldukça istikrarlı olmuşum. Hikayelerin sonu hayal ettiğim gibi gitmese de, hayalperest sayılabilecek bir romantikle bıkmadan, usanmadan, doğru adamı arayıp durmuşum.



Son dönemlerde direnişimin ve savaşımın bittiğini hissetmeye başlamıştım.


Öylesine, kendiliğinden, bilmeden, planlamadan, arzulamadan. Nasıl olduğunu anlamadan.

Bir sabah uyanmış ve hayatımda her şeyin yerli yerinde olduğunu bütün hücrelerimle hissetmiştim. Alışkın olduğum huzursuzluk ve sorgulama hissi yok olmuştu. Kelimelerim de onlarla birlikte.

Ne güzel biraz da huzurun tadını çıkarayım, demiştim.

Yanılmışım.

Galiba kabul etmem lazım. Ben hiçbir zaman bana verilenle yetinmeyi öğrenemeyeceğim.

Karşımdaki adam beni seviyor ne güzel yeter, diyemeyeceğim. Beni yeryüzündeki tek kadınmışım gibi hissettirmediği sürece bana yetmeyecek. Rahat çalışma koşulları var ne güzel deyip, çalıştığım iş ile bütünleşemeyeceğim, bu iş beni yeterince geliştiriyor mu, bana bir şeyler katıyor mu diye sorgulamaya devam edeceğim. Ne kadar gezsem de, yine ucuz uçak biletlerini kovalar bulacağım kendimi.

Veya bir gün sırf yorgunluktan vazgeçeceğim... 

Şu sıralar okuduğum kitapta, "Hayat nefesiniz kadar. Kadınlar, bu alem içinde başka bir alemde yaşarlar. İçine aşklarını, büyülerini üfledikleri bir alemdir bu. Erkekler biteviye o alemi hırpalar, yıkar. Kadınlar ise yeniden üfleyerek, nefesleriyle kurarlar o alemi. Kadınlar erkekleri de üfleyerek var ederler. Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka bir şey değildir." diye bir bölüm var, bayıldığım.


Merak ediyorum; benim nefesim ve kelimelerim nereye kadar...



4 yorum:

Zeze dedi ki...

Merhaba,

İnsan hiç vazgeçmiyor aslında... Sadece karşısındakinden, işinden ve hayatından beklentileri değişiyor.

Sevgiler

Tns dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...

Hayatla savasmak seni huzursuz ediyor ama sen bu huzursuzlukla besleniyorsun. Savasarak vardigin her nokta, soyleyecek yeni kelimeler katiyor sana ve nefesini guclendiriyor. Ben seni, senin kendini geriden takip ettigin gibi degil de, vakitlice okuyan biri olarak sunu soyleyebilirim ki tutarsizliklarin, maymun istahin ve kararsizliklarin sana cok yariyor. Savasa devam. Hem savas hem de sevis:)
Serap

Happiest Bride dedi ki...

Yazıyı çok sevdim, Serapın yorumunuda :) (böylede alakasız bir yorum yapmak istedim :))
Nurten

Pinterest'im

Instagram'ım