03 Ocak 2014

Bir yılbaşı günlüğü: Alka Seltzer On The Rocks*

Özel gün seromonilerini, hediye alıp vermeleri ve süslenmeyi çok seviyorum. Buna karşılık, o günler için plan yapmak da beni oldukça geriyor. Çünkü sevgililer günü, yılbaşı gibi özel günlerde, hangi mekana gidersek gidelim çok kalabalık oluyor, her zamankinden fazla para ödüyoruz ve olağandan çok daha kötü ve yavaş bir servis ile karşılaşıyoruz.

Geçen sene sevgililer gününde - Mr. Feelgood ile ilk sevgililer günümüzdü- birbirimize güzel güzel hediyeler alıp, süslenip püslenip, şehirde bizim zevkimize en uygun olan etkinliğe gitmiştik. Bülent Ortaçgil ve Birsen Tezer konseri.

Konser salonu gereğinden fazla doluydu, sürekli birileri bir yerlere geçmek için itip kakıyordu, bardan bir bira almamız yarım saati geçiyordu... Birlikte bir sigara içmek için kapının önüne çıktığımızda Mr. Feelgood çekinerek söze başlamıştı: "Sana bir şey söyleyeceğim..." Ben onun cümlesini tereddütsüz tamamlamıştım: "Özel günlerde kesinlikle dışarı çıkmayalım."

Gülerek el sıkışmış ve kararımızı netleştirmiştik.



Gelgelelim, insan böyle zamanlarda evde oturunca da, kendini eksik hissediyor. Yılbaşı için de aynı tereddütü yaşamaya başlamıştık, çünkü dışarı çıksak mutsuz olacak, evde otursak sıkılacaktık. Tam bu sırada, bizim tanışmamıza vesile olan ortak arkadaşımız ev partisi yapacağını açıklayınca, üstümüzden bir yük kalkmıştı.


30 Aralık günü ofiste çalışırken, patronumun yılbaşı jeti olarak masama bıraktığı çikolata ile yeni yıl havasına girmeye başladım.

Öğleden sonra da ofiste yılbaşı kokteylimiz başladı, yılbaşı çekilişi ile alınan hediyeler verildi, alındı, sohbetler şenlendi, kutlamalar başladı. Çekilişte beni çeken ofis arkadaşımın bana hediyesine tam anlamıyla bayıldım: Kırmızı bir pasaport kılıfı. Seyahat etmeyi bu kadar seven benim, hala bir kılıfım yoktu... Ayrıca bunu 2014'ün bol seyahatli bir sene olacağına dair bir işaret olarak kabul ettim. :)


Akşam Mr. Feelgood ile buluştuk, o da bana cüssesi minicik ve şık, sesi çok güzel bir hoparlör almıştı yılbaşı hediyesi olarak. Evdeki müzik keyfim bir kademe daha yükselmiş oldu böylece.


31 Aralık günü çalışmayan şanslılardan olduğum için, öğlene kadar uyudum, Cake House'ta lezzetli börekleri mideye indirerek güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra, bütün gün Mr. Feelgood ile evde yayılarak Trivial Pursuit oynadık. Ben bu genel kültür oyununu bilmiyordum, ilk defa oynadım. Fena halde de çuvalladım, insan bildiğini sandığı pek çok şeyi aslında bilmiyormuş. Bir sürü şey öğrenmiş oldum, güzel bir ev aktivitesi olarak aklınızın bir kenarında bulunsun derim.


Akşama doğru giyindik kuşandık, Cihangir'de erkenden bir akşam yemeği yedikten sonra, davetli olduğumuz ilk ev partisine doğru Cihangir'den Şişhane'ye yürümeye başladık. Henüz erken bir saatti, ortalık çok kalabalıklaşmamış ve insanlar kafayı bulmamıştı. Yine de erkek popülasyonunun çoğunluğu dikkat çekmeyecek gibi değildi.




İkinci partiye doğru yol almak için çıktığımızda, gözümüz İstiklal'i yürümeyi kesmedi; ama taksi bulmak da imkansızdı. Metro ile sorunsuz bir yolculuk ile Şişhane'den Taksim Meydan'a geldik ve ikinci ev partisi için Cihangir'in yolunu tuttuk. Bizim için kazasız belasız bir Taksim faslı oldu, ama ertesi gün haberlerde izlediklerimiz malesef yine çok korkunç ve yozdu.




Güzel kafalar, güzel insanlar ve güzel müziklerle bir yılbaşını devirmiş olduk.

Babamdan hediye olarak bir takı dolabı, kız arkadaşlarımdan bir sürü kitap alarak, 2013'ü çok karlı kapatmış oldum. Hediye almak ne kadar güzel bir şey! :)))

Ayrıca, paylaşmanın görgüsüzlük olarak anıldığı yıllar geride kalmış olsa da, bizim kuşağımız nerede, ne yaptığını, ne yediğini çeşitli sosyal medya uygulamaları ile paylaşsa da, aklımda zaman zaman paylaşma sınırını aşıp aşmadığım konusunda tereddütler vardı.

Çünkü ben bu blogu 2008 yılının eylül ayında yazmaya başladığım zaman gerçekten tek niyetim, karalamalar yaparak sağa sola sıkıştırmaya çalıştığım ve sayıca artmaları sonucunda çaresizleştiğim notlarımı düzenli bir biçimde bitmeyen bir defterde toplamaktı. Zaten blogu benden başka okuyan kimse de yoktu.

Sonra zaman içinde kalabalıklaşmaya başladık. Blog aracılığı ile harika insanlarla tanıştım, hiç tanımadığım insanlardan süper tavsiyeler aldım, bir günde buraya yolu düşen ziyaretçi sayısı arttı, sevenler oldu, laf sokmak için gelenler oldu, ne mutlu ki bana ilk grup daha kalabalıktı. Ne yalan söyleyeyim ayıp ettiğim zamanlar da oldu, beni çok mutlu eden pek çok e-maile cevap bile yazamadım.

Avukatlık ruhsatımı aldığım gün, pek çok insandan "Tamam artık, hayatının gezme tozma dönemi zaten bitti sayılır. Artık mesleğin gereği, daha ciddi olman lazım, böyle bir blogun olması sana çok şey kaybettirir. Şimdiye kadar yazdıklarını arşivle, blogu kapat." gibisinden cümleler duydum.

"Ne münasebet! Benim kocaman bir hayatım var ve mesleğim bunun sadece bunun bir parçası. Hayatımı sınırlamasına izin vermek istemiyorum. Tam tersine kendimi test etmek istiyorum: Aynı zamanda çalışıp, bu blogu sürdürmeye devam edebilecek miyim?"  diye cevap verdim.

Malesef bana blogu kapat diyenler haklı çıktı. Günde sekiz saat çalışıp, üstüne bir de yüksek lisans derslerine gidip, eve gelip sınavlara çalıştığım dönemlerde bile insanların ben sırf blog yazıyorum diye, işime yeteri kadar zaman ayırmadığımı düşündükleri ile yüzleştim. "Bakın siz işten eve gelip, beş saat televizyon izliyorsunuz, ben bunu yapmak yerine bir saat yazı yazıyorum. Mantık yapınızda bir yanlışlık var." dediysem de nafile.

Sonra boşvermeyi öğrendim. Çünkü bu blog beni mutlu ediyordu. Gerçek anlamda bir hobiydi ve hayatımdaki bir boşluğu dolduruyordu.

2013 yılının son yazısında blogu okuyanlara sorduğum sorularda çok samimiydim, cevapları gerçekten çok merak ediyordum. Madem bu blog karşılıklı bir iletişime dönüşmüştü ve okuyanlar beni çok mutlu ediyordu, ben de "onları daha mutlu etmek için ne yapabilirim"i sorgulamak istemiştim.

Gelen cevaplar, aklımı başımdan aldı, havalara uçtum, müzik açıp evde kendi kendime dans bile ettim. Beyza, Şebuş, Deniz, Serap, Mine, Gizem, Özlem ve Adsız'lar bana en güzel yeni yıl hediyesini vermiş oldunuz, gerçekten çok ama çok teşekkür ederim. :)))

Dip Not: Alka Seltzer reklamı bir harika değil mi? 1940-50'lerden kalma, bol ödüllü...


2 yorum:

Deniz Evin dedi ki...

Sezeeeenn çok yakışıyorsunuz Mr feelgood ilee, hep mutlu olun hep gülünn :)

zillosh dedi ki...

Denizcimmm çok teşekkür ederim, inşallah inşallah :)

Buzzz gibi bir akşamdan öpücükler

Pinterest'im

Instagram'ım